Atatürk'ün "Bursa Nutku" gerçekten var mı, yoksa bu bir fanteziden mi ibaret? Neden bazı çevreler ilk günden beri bu Nutka şiddetle karşı çıkarken kimi çevreler aynı şiddetle savunur?
Ağır Ceza Mahkemelerinde bile sorgulanan bu Nutuk, eğer gerçekten Atatürk tarafından söylenmişse, neden o zaman "Söylev ve Demeçleri" arasında yer almıyor?
İyi ama her söylediği zaten orada kayıtlı mı ki?
Dört bölüm halinde yayımlanacak bu yazının sonunda mutlaka bir fikriniz olacak ve kararı siz vereceksiniz.
İzmirdeydi...
Haberi aldığında İzmir'deydi. Yorucu bir gün geçirmişti. O gün Buca'ya gitmişler, dönüşte İzmir Millî Kütüphanesini gezmiş, kitapları incelemiş, kütüphane hakkında bilgi almıştı. Bankaları, arkasından İncir Kooperatifi'ni ziyaret etmişti. Akşam CHP'nin Karşıyaka'da vereceği baloya katılacaktı ki... Bursa'daki olayı duydu. (Şahingiray, 1955)
Vali Bey, olayın pek de büyütülecek bir yanı olmadığını anlatmaya çalışıyordu:
"...İki gün önce, 1 Şubat Çarşamba günü, Bursa Ulu Cami'den çıkan 100 kadar kişi, 'Ezan her yerde Arapça okunurken, neden bir tek Bursa'da Türkçe okunuyor?' diye bağrışarak Müftülüğe doğru yürüyüşe geçmişler. Meraklıların da katılımıyla kalabalık giderek büyümüş. Müftü, bu konuda talimat alındığını, ezanın yalnız Bursa'da değil, her yerde Türkçe okunduğunu, asıl yanıtı Vali'nin verebileceğini söyleyince de, kalabalık Hükümet Konağı'na yürümüş. Makamında olmayan Vali'yi beklerlerken merdivenlere oturmuşlar, sonra da polisin müdahalesiyle, bir olay çıkmaksızın dağılmışlar."(Kocatürk, 1973)
Vali'yi dikkatle dinliyordu. Sonra yüz hatları gerildi... Çelik gibi bir ses tonuyla talimatını verdi:
-" Başvekil Paşayla temas kurun, bana Afyon'da katılsın! Tren hazırlansın, bu gece Bursa'ya hareket ediyoruz. Balo'ya gitmeyeceğim, ama balo yapılsın."
Oysa CHP Karşıyaka teşkilatının düzenlediği baloya gitmek üzere hazırlanmaktaydı bu haberi aldığında. Kendisini temsilen valinin mutlaka bu baloya katılması ve konuklara muhabbetini iletmesi talimatını verdi.
Hava birden değişmiş, ortalık buz kesmişti. Antalya'da bulunan İsmet Paşa'ya talimat iletildi ve sabaha karşı 03.30'da Atatürk beraberindekilerle İzmir'den Afyon'a doğru yola çıktı.
Hedef Bursaydı.
Oysa daha iki hafta önce gene Bursa'daydı. (17.1.1933). Çok sevdiği ve sık geldiği bu kentte her zamanki gibi valiliği, belediyeyi, komutanlığı ziyaret etmiş; şehirde tetkiklerde bulunmuş, son gün de İpek İş Dokuma Fabrikasını gezmişti. Hatıra defterine yazdıklarında içtendi:
"...İpek İş Fabrikası'nda gördüklerimden çok sevinç duydum".
Nerede bir fabrika açsa, çocuklar gibi şenlenir, mutlu olurdu. Çünkü fabrika demek, üretim demek, kalkınma demek, teknoloji demek, istihdam demekti, iş-aş demekti...
Ama bu kez bu ani gidişinden hiç de mutlu olmadığı yüz ifadesinden belliydi. 15 Ocak'tan beri seyahat halindeydi. Önce Bursa'ya gelmiş, sonra on gün boyunca Bandırma, Balıkesir, Kütahya, Afyon ve Konya'yı ziyaret etmiş, nihayet Adana'ya kadar gitmişti. (25 Ocak). Oradan Gaziantep, sonra tekrar Adana, nihayet Mersin. (28 Ocak 1933). Buradan Gülcemal Vapuruyla Antalya'ya geçmiş ve İsmet Paşa ile buluşmuştu. Daha sonra da Fethiye, Marmaris ve nihayet İzmir'deydi. (31 Ocak 1933). (Şahingiray,1955)
İsmet Paşayla Başbaşa...
Ve... İşte şimdi de sabaha karşı Afyon'da, Başvekil Paşa'yla başbaşaydı. İstasyondaki uğurlama merasimini kısa tuttular ve hemen kompartımanına geçtiler. Tren bir an önce Bilecik'e varmak ister gibi karanlığın derinliklerinde yoluna hızla devam ederken, Bursa'da olanları giderek hiddetlenen bir ses tonuyla başvekiline anlatmaya başlamıştı bile.
İyi ama İsmet Paşa'nın bu olaydan haberi elbette vardı fakat doğrusu bu kadar telaş edecek bir olay gibi de görmemişti olanları... Ama Atatürk öyle bir döküm yaptı ki, yılların Başvekil Paşası'nın da çok geçmeden suratı asıldı. Atatürk'ü dinleyince hak verdi, çünkü bir noktayı çok kötü atlamıştı. Aslında herkes atlamıştı. Atatürk hariç...
Afyon'dan Eskişehir'e kadar Başvekil'e içini döktü. Özellikle Serbest Fırka günlerinin geri gelmesinden endişeliydi, bu konuda İsmet Paşa'ya özellikle idarecilerin kayıtsızlığı konusunda yakındı. Eskişehir'e gelince İsmet Paşa Ankara'ya gitmek üzere ayrılırken, Atatürk Bilecik'e doğru yoluna devam ediyordu.
Afyon-Eskişehir arasında ne mi konuştular? 1928-1933 arasında olup biten her şeyi...
Tam da memleketin dar bir geçitten geçtiği günlerdi.
Daha birkaç yıl önce, 1928'de, Latin Harflerine geçişle ilgili devrimin ülke için ne kadar da önemli olduğunu kavrayamamış bir yobaz kesim, bu olaya " Kur'an harflerini terkediş" gözüyle bakarken, bir de Anayasa'dan "...devletin dini islâmdır" hükmünün çıkarılışını duyunca homurdanmalar bütün ülkede iyice yükselmişti. (10 Nisan 1928).
Çabuk atlatmışlar, bu reformun meyvelerini de bir yıl gibi kısa sürede toplamaya başlamışlardı.
Ardından, tam da bu sırada 1929 Dünya Ekonomik Krizi patlamıştı. Bundan Türkiye'nin etkilenmemesi zaten olanak dışıydı. Homurtular daha da yoğunlaştı ama devrim hız kesmeden sürüyordu. Şimdi de "Kadın Hakları" gündemin başındaydı ve Avrupa'nın pek çok ülkesinde bu haklar kadınlara henüz tanınmazken, belediye seçimlerinden başlayarak Türk kadınının seçme ve seçilme haklarına sahip olmasının yolu açılmıştı. (3 Nisan 1930). "Kadın ancak hamur yoğurur, çocuk doğurur" zihniyetindeki tarikat-cemaat ehli yığınlar, bu gelişmeleri dişlerini gıcırdatarak ve "la havle..."çekerek izliyorlardı. Bunun farkındaydı. Umursamıyordu ama dikkatliydi.
Normal olarak her ülkede iktidarlar, özellikle bu tür zor koşullardan geçilirken "muhalefet" istemezler. Atatürk, tam aksine, toplumun bir an önce demokrasi kültürüne sahip olabilmesi için, kendi eliyle ve hatta baskısıyla, kendi kurduğu partiye karşı muhalefet yapması için, yakın arkadaşı ve Paris Büyükelçimiz Ali Fethi Okyar'ı bir muhalif parti kurmaya ikna etmişti. Serbest Fırka böyle kurulmuştu. (12 Ağustos 1930).
Ne yazık ki bu iyi niyetli girişim, cumhuriyetin o güne kadar getirdiği kazanımların tümünün bir anda yok olması anlamına gelecek şekilde ülkedeki tüm gericilerin bu parti etrafında toplanması nedeniyle, bizzat bu tehlikeyi gören ve partinin genel başkanı olan Fethi Bey tarafından kapatılmıştı. (17.11.1930). Bu olay da gösteriyordu ki, pusudaydılar... Ve hep tetikte olmak zorunluydu... (Göze,2000)
Menemen'i Yakın...
Nitekim korkulan oldu. Aradan bir ay geçmişti ki, "Menemen Olayı" patladı. İzmir'in Menemen ilçesinde Giritli Derviş Mehmedî adlı Nakşibendî Tarikatı'na bağlı bir yobazın önderliğinde bir kalabalık, Belediye Meydanı'nda toplanıp, zikrederek şeriatı ilan ettiklerini duyurmuşlardı. Olaya bir müfreze ile müdahale etmeye çalışan yedek subay Kubilay, boğazı kesilerek şehit edilmişti. Cumhuriyet Hükümeti derhal gereken tedbiri alıp suçluları en ağır şekilde cezalandırmıştı ama Atatürk günlerce bu olayın etkisinden kurtulamamıştı. Her defasında önündeki tabakta Kubilay'ın kesik başını gördüğü için, günlerce yemekten kesildi, uzun süre et yemeği yiyemedi.
İşte o günlerde ve o kızgınlıkla İsmet Paşa'ya dönüp:
"Menemen halkını taşıyın ve Menemen'i yakın. Cumhuriyet'in gelecek nesillerine bir örnek olması için de Menemen'i o yanık haliyle muhafaza edin" emrini vermişti.
İsmet Paşa bu tür emirleri uygulamaz, 48 saat bekletirdi. Buna birlikte karar vermişlerdi. İyi ki de öyle yapardı. Eğer Atatürk konuyu tekrar açıp, sormazsa, bu İsmet'e "...o meseleyi sen de unut..." anlamına gelirdi... Menemen konusunda da öyle olmuştu... Konu kapandı.
Atatürk'ün sabaha karşı bütün bunları İsmet Paşa'ya yeniden hatırlatması için elbette kendince haklı bir nedeni vardı. Yoksa mesele, kimilerinin sandığı gibi 100 kişinin Bursa'da toplanıp, rastgele bağırıp çağırıp sonra da dağılmasından ibaret, basit bir mesele olsaydı, o zaman iki "devrimcinin" sabahın ayazında, kör bir istasyonda buluşup, bir kompartımana çekilip sabaha kadar tartıştıkları ne olaydı ki?
Türkçe Ezan...
Dışarıda gün hafif hafif ışıyor, Eskişehir'e yaklaşıyorlardı. Atatürk, nihayet asıl konuya gelebilmişti. Kendisini en çok endişeye sevk eden meseleye: Ezanın Türkçe okunması meselesine.
Geçen yıl tam da bu günlerde çok cesur bir karar daha almıştı. Verdiği talimat üzerine 23 Ocak 1932 günü Riyaset-i Cumhur İncesaz Heyeti Şefi Binbaşı Hafız Yaşar (Okur), İstanbul'da Karaköy'deki Yer altı Camii'nde Cuma namazından sonra ilk kez Yasin Suresi'ni önce Arapça, sonra Türkçe okumuştu.
Yer yerinden oynamıştı ama Hükümet en ufak bir zaaf göstermemiş, uygulama sürüyordu. Aradan sadece 10 gün kadar geçmişti. 3 Şubat 1932 günü Kadir gecesiydi. Ayasofya'da yatsı namazından sonra aralarında birçok tanınmış hafızın bulunduğu Mevlidhan Heyeti, önce Mevlid ve arkasından Kur'an okumuşlardı... Türkçe olarak...
Radyodan yapılan canlı yayın bütün ülkede büyük yankı yapmıştı. Ankara'da Atatürk heykelinin yanına monte edilen hoparlörden de halka dinletilen bu yayını, Ankaralılar, kar altında dinlemişlerdi. Türkçe Kur'an değişik İslâm ülkelerinden de değişik tepkiler almıştı. Kimi çevreler bunu "dinsizlik" olarak değerlendirirken, bazıları da olumlu karşılamıştı. İki gün sonra da, 5 Şubat'ta Süleymaniye Camii'nde ilk Türkçe "hutbe" okunmuştu. (Kocatürk, 1973)
Dr. ORHAN ÇEKİÇ
7 Mayıs 2013
Bursa Nutku II Bursa Nutku III Bursa Nutku IV
