DERİNLİKLERİN OZANI ÂŞIK DAİMÎ

Asıl adı İsmail Aydın olan Âşık Daimî’nin ailesi Erzincan İli’ne bağlı Tercan İlçesi’nin Kara Hüseyin köyündendir. Kara Hüseyin Köy’ü, Tercan’a bağlı iken daha sonra Çayırlı İlçe olunca, Çayırlı İlçesine bağlanmıştır. İsmail Aydın (Âşık Dâimi)1932 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir.

Âşık Dâimi’nin ailesi Sivas ve Erzincan yörelerinde Ali Baba oğulları olarak tanınır. Dâimi’nin bebeklik yılları bu gelgitler içinde geçmiştir. Aşık Dâimi 7 yaşında Kangal’dadır.

Âşık Dâimi’nin çocukluk yılları Tercan da geçmiş ve askere gidene kadar da yaşamını burada sürdürmüştür. Dâimi Tercan’da büyümüş, buranın havasını solumuş, suyunu içmiş, besinlerini tüketmiş ve bu yörenin kültürüyle donanmıştır. Kısacası İsmail Aydın (Aşık Dâimi) ilk düşünsel ve bedensel gıdasını burada almıştır.

İsmail Aydın’ın babasının adı Musa; Annesinin adı ise Selvi’dir. Musa Dede o yörenin isim yapmış önemli Alevi Dedelerindendir. Yörede Musa Dede olarak tanınan Musa Dede soy ağacını On iki imamlardan İmam Rıza (770-818)’ya bağlar. Aslında Alevi dedelerinden bir çoğu aynı yöntemle soy ağaçlarını Oniki İmamlara bağlarlar. Kimi dedeler de İmam Zeynel Abidin (658-714) soyundan geldiklerini söylerler. Bu konu tartışılır olmakla birlikte, Horasan ve çevresi tarihte farklı görüş ve düşüncelere sahip bir çok insanın, gurubun ve halkın uğrak yeri ve yerleşim mekânı olmuştur.

Horasan 651 yılında Halife Osman zamanında Arap ordularınca kuşatılmıştır. Ayrıca Emevi baskısından kaçan bir çok Arap da bu bölgeye yerleşmiştir. Horasan o dönemin düşünce merkezi konumunda bir yerleşim bölgesi olmuştur.

Ceddin İmam Rıza Horasan Şah’ı
Nasip etsin bize Cemalullahı
Ziyaret eyledik geldik dergahı
Mahşer günü dedem unutma bizi

Dedesi için yazmış olduğu bu şiirde, Dâimi soylarının Horasandan geldiğini açıkça belirtmektedir. Daimî, İmam Rıza (765-818), derken Oniki İmamların 8. İmamından; Şah derken de; Hz. Ali’den söz etmektedir.

Âşık Dâimi yedi çocuklu bir ailenin 3. çocuğudur. Dâimi’nin iki dedesi de saz ustasıdır. Yedi yaşında dedesi Dursun’dan ilk saz dersini alır. Dursun dedesinden aldığı derslerle kısa sürede iyi saz çalan birisi olur. Bu alanda ustalaşır. Vurduğu tezene kendine özgüdür. İyi saz çalan birisi olmanın yanında, iyi deyişler okuyan ve yorumlayan bir yanı da hemen fark edilir. İsmail Aydın yaşamış olduğu kültürü çok iyi özümseyen biridir. O zaman içinde yetiştiği ailenin, bölgenin ve bulunduğu kültürel kalıtın zenginliğini kendi özüne katar. Bağlı olduğu Alevi öğretisini ve öz kültürünü derinlemesine inceler ve bu konuda kendisini yetiştirir. 20. yüzyılda Alevi-Bektaşi kültürünü iyi özümseyen ve bu kültürü bilinçle devam ettiren etkili ozanların en önünde gelir.

Dâimi Alevilik konusunda kendisini iyi yetiştirmiş; Tasavvuf ve Bâtıniliği derinlemesine özümsemiş, önemli birikime sahip bir kişiliğe sahipti. Dâimi ozan kimliğiyle bu bilgisini ve birikimini halka yansıtmasını bilmiş ve özellikle tasavvuf konusunda önemli eserler üretmiştir. İleriki sayfalarda bu konuyla ilgili örneklemeli açıklamalar bulacaksınız.

BADE İÇME MEY ALMA

İsmail Aydın bir gece rüyasında Pir elinden bade (içilen şey) ya da dolu (kadeh) içtiğini görür. Rüyasında Pir’inin kendisine “Dâimi” mahlasını kullanmasını istediğini söyler. İsmail Aydın daha sonra bu rüyanın etkisinde kalarak şiirlerinde Âşık Dâimi mahlasını kullanır.

Rüyada bade ya da dolu içmek halk ozanlığı geleneğinin özünde vardır. Bu geleneksel yapı içinde bir kişinin kendini aşarak coşkun bir konuma gelmesi, beceri ve birikim elde edebilmesi için; o kişinin bir Mürşidin veya Pir’in elinden bir şeyler içmesi, bir şeyler yemesi; Pir ya da Mürşide dokunması; Pir ya da Mürşit tarafından sırtının sıvazlanması gerekmektedir. Bu geleneksel anlayışa ve inanca göre bir insan; Pir’in veya Mürşit’in el vermesiyle, yol göstermesiyle yani ona tinsel güç kazandırmasıyla o kişi ozan veya ehil birisi olur. Bu söylencesel yapı içinde İsmail Aydın (Dâimi) mahlasını alır. Artık bundan sonra “Âşık Dâimi” olarak ün yapar.

Dâimi kendi özüyle dolduktan ve gerekli birikimi sağladıktan sonra art arda bir çok deyiş, türkü, ağıt, mersiye, düvaze… gibi eserleri üretir. Özellikle “Batıni ve Tasavvufi” konularını işleyen şiirler üretir. Dâimi’nin ünü tüm ülkeye yayılır. Ozan artık ulusal bir kimlik kazanmıştır. O ürettikleriyle ülkenin her yanında aranan, dinlenen bir ozan olmuştur. O hiç yılmadan, üşenmeden ülkesini karış, karış dolaşmış ve kendi ülkesinin insanlarına gereken ilgisini ve sevgisini göstermekten kaçınmamıştır. Dâimi’nin yüreği her zaman sevgiyle çarpmıştır. O, insanlar arasında hiç ayrım yapmadan sevgiyi öğretisinin temeline koymuştur. Dâimi, bir çok eserlerinde hümanist anlayışı sergilemiş ve tüm insanlığın gönenç içinde, sağlıklı ve mutlu yaşamalarının istencini şiirlerinde açık bir biçimde yansıtmıştır.

Âşık Dâimi’nin, muhabbeti, hoş sohbeti seven bir yanı olduğunu, tanıyan dostları ve yakınları söylerler. O, köy köy, kent kent ora benim bura senin demeden Türkiye’yi dolaşmış ve herkesle bir araya gelip sazlı- sözlü sohbetlerde bulunmuştur. Onun özünde kibir, benlik, aşağılama gibi insan duyuncuna sığmayan uygunsuz davranışlar olmamıştır. Dâimi, kendi görüş ve duruşunu içtenlikle karşısındakine anlatmaktan çekinmemiştir.

Âşık Dâimi zamanının ünlü ozanlarıyla bir araya gelmiş, onlarla sohbetlerde bulunmuş ve birçok konserlerde birlikte olmuşlardır. Bu ozanlardan bazıları şunlardır. Âşık Veysel, Aşık Ali İzzet, Aşık Dursun Cevlani, Aşık Davut Sulari, Aşık Beyhani, Aşık Mahzuni, Aşık Ekberi… vb.

Âşık Dâimi 1951 yılında Gülsüm hanımla evlenir. Dâimi Gülsüm hanıma büyük bir aşkla bağlanır. Ozan eşine duyduğu bu aşkı bir çok şiirinde dile döker.

Âşık Dâimi yirmi bir yaşındayken ilk radyo programını gerçekleştirir. Radyo programını hazırlayan ve sunan Ünlü Şair Behçet Kemal Çağlar’dır. (1908-1969). Behçet Kemal Çağlar Atatürk ve Cumhuriyet’e büyük tutkuyla bağlı bir şairdir. İstanbul Radyosu’nda “Şiir Dünyamız” isimli bir program yapmaktadır. Bu program aralıklarla uzun bir süre devam eder.

1953 Yılında İstanbul’un Alınışı nedeniyle düzenlenen 500. yılı kutlamaları sırasında Çağlar, Âşık Dâimi ile de bir program yapar. Âşık Dâimi’nin ilk radyo programı budur. Bu programla Dâimi artık yerel bir ozan olmaktan çıkmıştır. O, artık tüm ülkede dinlenen bir ozan olma özelliğini kazanmıştır. Yerellikten ulusallığa doğru bir sıçrama yapmıştır.

Bir bakıma ulusal olma kimliğini kazanmıştır. Artık onun sesi, sazı ve sözü tüm ülke tarafından duyuluyor ve dinleniliyordu. Ozan, kendisini var eden bu birikim ve istekle duruşundan ödün vermeden ölene kadar ozanlık niteliğini sürdürmüştür.

Âşık Dâimi askere gitmeden önce 1960 yılında babası Musa Dede bir trafik kazasında ölür. Bu ölüm kendisi için çok büyük bir kayıptır. Ozan, ilk büyük acısını babasının ölümüyle yaşamıştır.

Âşık Dâimi 1960 yılında yani 28 yaşındayken askere alınır. Askerliğini Isparta’da yapar. Askerliğini bitirdikten sonra, ozanlık yaşamını bıraktığı yerden sürdürür. Çünkü O’nun en büyük yeteneği ozanlık yeteneğidir. Kendisi bu birikiminin farkındadır. Bunun içinde bu yöndeki işlevini devam ettirir. Yaşamını bu yola adar.

Âşık Dâimi her yıl Hacı Bektaşi Veli'yi anma toplantılarına katılırdı. 1964 yılından itibaren Hakka yürüyene kadar bu törenleri hiç kaçırmadı. O çok sevdiği ulu pirini her yıl sazıyla, sözüyle anardı. Ona görüş ve düşünceleriyle hizmetini sunardı. O her zaman Pirine karşı görevini yerine getirmeye çalışmıştır.

Âşık Dâimi Atatürk’e de hayran birisiydi. Atatürk’ü ulu pirlerle aynı derecede görürdü. Ona göre Atatürk kurtarıcıydı. Büyük bir mürşit, yol göstericiydi. Dâimi, Atatürk’ün ilke ve devrimlerini benimsemiş ve o değerlere sahip çıkmasını bilmiştir.

Âşık Dâimi 14.04.1983 Perşembe akşamı, akrabalarının evinde saz çalıp, deyişler söylediği bir sırada rahatsızlanmıştır. Dâimi, aynı gün İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne kaldırılmış ve burada üç gün yoğun bakımda kaldıktan sonra Pazar’ı Pazartesi’ne bağlayan (17.04.1983) gece 51 yaşındayken, daha genç sayılabilecek bir yaşta Hak’a yürümüştür.Hak’la bütünleşmiştir. Hak’ın özüne karışmıştır. Gömütü (mezarı) Karacaahmet Türbesi’nin yanındadır.

Âşık Dâimi’de diğer çağdaş ve ilerici ozanlar gibi 1980 askeri darbesi sırasında ve sonrasında büyük baskılar görmüştür. Bu darbe halktan yana tavır alan tüm sanatçı, ozan, şair, ilerici ve devrimci insanlara büyük baskılar uygulamıştır. Dâimi’de bu baskılardan nasibini almıştır. Bu baskılar sonucunda Dâimi bazı eserlerini yakmak zorunda kalmıştır. O daha çok çocuklarına, ailesine, arkadaş ve dostlarına zarar gelmesini önlemek için böyle bir yolu seçmiştir. Ozanına baskı yapan, bir çok ozanı, sanatçıyı, ilericiyi zindanlarda çürüten, ölümlere, yad ellere gönderen (Ruhi Su, Emekçi, Yılmaz Güney, ...vb.) bu darbe, insanlarımıza büyük acılar çektirmiştir. Âşık Dâimi gibi ulu bir ozanımız da bu olgu ve olaylardan büyük zararlar görmüştür.

Dâimi 35 yıllık ozanlık yaşamı döneminde bine yakın eser üretmiştir. Bu eserlerinden bazıları radyolarda okunmuştur. Birçok eseri halk müziği söyleyen sanatçılar tarafından yorumlanmıştır. Birçok eseri de yasaklanmış, tehlikeli sayılmış radyo ve televizyonlarda okunmamıştır.

Dâimi, ozanlık yaşamı süresi içinde, geleneksel yapı içinde kalarak kendinden önce yaşamış olan kimi ozanların eserlerini de okumuş ve o eserlerin halka sunulmasına katkı da bulunmuştur. Ama belirli bir aşamadan sonra ve kendi yoğunluğunu ve birikimini yansıtabilecek konma geldikten sonra daha çok kendi deyişlerini söyler olmuştur. Aşık Dâimi büyüklerinden aldığı tasavvuf ve batini eğitiminden sonra kendi şiirsel yoğunluğunu bu alana kaydırmıştır. O daha çok bir tasavvuf ozanıdır. Yaşadığı dönemde de bu alanda ki en büyük ozanlardan birisi olmuştur.

Âşık Dâimi halk tarafından “Dâimi Baba”, “İsmail Dâimi”, “İsmail Aydın” ve “Âşık Dâimi” olarak tanınmıştır. Ama halk arasında “Âşık Dâimi” ismi daha çok kullanılır olmuştur.

Âşık Dâimi’nin eşi Gülsüm Aydın’dan doğma yedi çocuğu olmuştur. Dâimi’nin Gülsüm Aydın’la 32 yıllık evliliği dayanışma ve birliktelik içinde geçmiştir. Onlar yaşamı her alanda paylaşmasını bilmişlerdir.

Âşık Dâimi yaşamı boyunca kendi ilkelerine bağlı, inandıklarından ödün vermeden başı dik durmasını bilmiş, aydınlıktan, ışıktan, ilerlemeden, çağdaşlıktan, barıştan, hoş görüden… yana duruş göstermiş ve Alevi- Bektaşi değerlerini özünde yaşamış ve yaşatmış bir ozandır. O her zaman insanların belleğinde bir ışık olmayı sürdürmüştür. Bundan sonra da sürdürmeye devam edecektir.

Âşık Dâimi de şiirlerinin çoğunluğunda Alevi- Bektaşi bir ozan olarak; Alevilik felsefesini yansıtan ve tasavvuf şiirlerini önde tutan bir şiir anlayışı sergilemiştir. Yani Dâimi, orantısal olarak, Alevi-Bektaşi öğretisini, Tasavvufunu konu edinen şiirlere daha yoğun bir şekilde yer vermiştir. Bu durum ozanın başka konularda şiir yazmadığı veya eser üretmediği anlamına gelmez.

Dâimi; Alevi-Bektaşi bir ozandır. O başlangıçta yöresinin halk edebiyatı zenginliklerini yansıtan şiirler ve ezgilerle tanındı. Çalıp söylediği ilk yıllarda Halk şiirinin geleneksel konularını işledi. Daha sonraları ise toplumsal sorunları ve Alevi-Bektaşi felsefesini anlatan kendi eserlerini üretmeye başladı. Bundan sonra da genellikle kendi eserlerini yorumladı ve sazıyla çalıp söyledi.

Dâimi Tasavvufu, Batıniliği, Aleviliği , ayrılığı, dostluğu, muhabbeti, hoşgörüyü, kardeşliği, sevgiyi, barışı, aşkı, dostluğu, paylaşımı; Tanrı+evren+insan birlikteliğini... şiirlerinde her zaman işleyen aydın bir ozan olmuştur.

ALEVİLİK TASAVVUF ve AŞIK DAİMİ

Dünyada hiçbir inanç, hiçbir felsefi görüş ve hiçbir siyasal yapı hiçbir öğreti veya anlayış saf değildir. Her inanç, her görüş, her siyasal yapı her öğreti, kendisinden önceki inançlardan, görüşlerden, öğretilerden ve siyasal yapılanmalardan izler taşır, onlardan beslenir ve kendisini, öncesiyle var kılar.

Alevilik İslam öncesi tüm inançların izlerini içinde taşır. Alevilik Anadolu’da yaşamış tüm kültürlerin ve uygarlıkların kalıtını özünde yoğurarak kendini varlaştırmıştır. Aleviliği ne bir ırka, ne bir dine, ne bir bölgeye, ne bir tekil inanca indirgemek çok yanlıştır. Bu duruş ona yapılacak olan en büyük kötülüktür. Derinlemesine bakıldığında Alevilik Senkretik (Bağdaştırıcı, birleştirici ve uyumcu…) bir inanç oluşumudur. Bu bağdaştırıcı inancın içinde çok felsefi ve ezoterik (gizemli) öğeler zengin bir yer alır.

Aleviliği ne İslam’ın dışında saymak ve ne de İslam’ın özü olarak görmek doğru değildir. Alevilik İslam’dan da etkilenmiş ve ondan da bir takım ritüelleri kendine katmış bir farklı inançtır. Bu inanç Anadolu kaynaklıdır. Bu inançta Anadolu kokar. Alevilik, Anadolu’nun bitmez tükenmez değerler bütününü kendi bağrına katmış ve bu değerleri yüzyıllardır taşıya gelen inanç, öğreti, yaşama biçiminin adıdır.

Alevilik Orta Asya, Ortadoğu, Anadolu kökenli felsefi ve inançlardan çokça beslenmiştir.

Bu anlamda inanç yapısı içinde özellikle Şaman, Budist, Zerdüşt, Mani, Pagan ve diğer tek tanrılı dinlerin kültürel ve inançsal öğelerini bulmak olasıdır.

Orhan Hançerlioğlu’na göre; Tasavvuf “varlık birliği” ve “dinin yüzeyiyle yetinmeyerek derinliklerine inme” eğilimidir. (Kaynak Baki Öz; Alevilik Nedir; Der Yay.1995; Sayfa109) .

Esat Korkmaz, Tasavvufu “Tanrı-Evren- İnsan ilişkisini bir bütünlük içinde gören ve insanın tanrısal erdemlerle donanmasını , gönlünü Tanrı sevgisine bağlamasını amaçlayan dinsel-felsefi düşünce olarak” (kaynak; Ansiklopedik Alevilik Bektaşilik Terimleri Sözlüğü Ant Yay. 2. Baskı 1994 Esat Korkmaz) tanımlar. Özellikle eski Hint, İran,Yunan,Mısır, Roma ,Orta Asya ve Bizans bölgesinde oluşan felsefi ve dinsel akımlar Anadolu düşüncesinde ve inanç oluşumda çok önemli katkılarda bulunmuşlardır.

Tasavvuf Tanrı ile evrenin birliğini savunur. Alevi tasavvufu bir yaratılışı ön görmez. Bu tasavvuf anlayışında yaratma eylemi yoktur. Var olanın fışkırma şeklinde açığa çıkması vardır. Alevilik öğretisinde buna “Sudur” denir.

Devamı için tıklayınız

SÜLEYMAN ZAMAN
Aşık Daimî'nin ölümünün 32.Yılı anma etkinliği konuşması,
Datça Bülent Ecevit Kültür Merkezi, 17 Nisan 2015

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI