ÂŞIK VEYSEL’İN TASAVVUFA DÖNÜK ŞİİRLERİ

Giriş

“Âşık Veysel Üzerine” adlı bir yazımızda belirttiğimiz üzere, “çağımızda yaşayan halk ozanları arasında Âşık Veysel Şatıroğlu’nun özel ve önemli bir yeri vardır. Veysel, bir yandan eski geleneği sürdürmüş, öte yandan ise yeni bir ses getirmiştir.” Gene o yazımızda, "Âşık Veysel, eski âşıkların izinden yürüyerek ve onların söylediği gibi şiirler söylemiştir. Bunlar aşk şiirleri, gezdiği ve gördüğü yerleri anlatan şiirler, doğduğu köy ile ilgili güzellemelerdir.

Veysel, bu şiirlerin bazılarında kendi kişiliğini ortaya koyabilmiştir. Fakat bunların çoğu belirli bir çizgidedir, bu çizginin üzerine çıkamaz.” demiştim. Veysel’in yeni şiirleri üzerinde de durulan o yazımızda, aynca dine dönük şiirler yazdığını da belirtmiştik. Bu yazımızda ise onun dine ve özellikle tasavvufa dönük şiirleri üzerinde durmak istiyoruz.

1894 tarihinde doğan Veysel, yedi yaşında gözlerini yitirmiş ve yaşamının bundan sonraki günlerini kör olarak geçirmiştir. Yurdun çeşitli bölgelerinde gezip tozan Veysel, bugün köyü Sivrialan’da yaşamaktadır.

“Âşık Veysel, şiire gelenekler kapısından girmiştir. Saz çalmayı öğrenmiş, usta âşıkların şiirlerini dinleyerek coşmuş ve Kızılırmak gibi kabarmış, sonra kendi şiirlerini söylemeğe başlamıştır. İlk şiirlerinde acemiliği görülen Veysel, zamanla sanatını geliştirmiş ve yeni şiire ulaşmıştır. Geleneksel halk şiirine toprak gibi, vatan gibi, devrimler ve Atatürk gibi yeni konuları getirmiş ve bu konularda ilk ürünleri vermiştir.”

Veysel, şiirlerini çeşitli plaklara kendi sesi ve sazıyle okuduğu gibi şiirlerinin kitaplar halinde yayımlandığını da görmüştür. İlk olarak Deyişler adlı kitabı yayımlanmıştır (Ankara, 1944). Bunu Sazımdan Sesler (İstanbul, 1950) adlı kitabı izlemiştir. Bundan sonraki yıllarda bütün şiirleri Âşık Veysel - Hayatı ve Eserleri adı ile bastırılmış (son baskı, 1963) ve hakkında çeşitli yazılar çıkmış, çeşitli kitaplarda kendinden söz edilmiştir. Bu arada Tahir Kutsi Makal da Âşık Veysel adlı bir kitap yayımlamıştır (İstanbul, 1969). Veysel’in şiirleri, 1970 yılında Dostlar Beni Hatırlasın adlı bir kitapta değişik bir sunuşla yayımlanmıştır.

Tasavvuf

Âşık Veysel’in tasavvufa dönük yanını belirtmeden önce, tasavvufun ne olduğunu belirtmek gerekir. Tasavvuf terimi, daha doğrusu anlayışının çok değişik tanımları ve yorumları vardır. Kısaca belirtmek istersek, tasavvuf, Tanrı ile doğa, özellikle insan arasındaki bağın açıklanmasıdır diyebiliriz. Cüneyd-i Bağdadî’ye göre, tasavvuf, görünürde bir bağla bağlı olmadığın halde Tanrıyla bir arada bulunmandır.

Tasavvuf ehline göre, her parçacıkta Tanrı vardır, iyi bakan bir göz bunu görebilir. Çünkü, bir tek vücut vardır. 0 da “vücud-u mutlak” olan Tanrı’dır; Tanrı biricik varlıktır. Bütün canlılar ve cansızlar bağımsız bir varlığa sahip değildir; bütün bunlar, Tanrı’nın bir görüntüsünden başka bir şey değildir. Bunun için Arapça olarak “lâ mevcude illallah” (Tanrı’dan başka varlık yoktur) derler. Eski ozanlarımızdan biri bu konuda şunları yazmıştır:

Ben bilmez idim gizli iyan hep sen imişsin
Canlarda ve tenlerde nihan hep sen imişsin
Senden bu cihan içre nişan ister idim ben
Ahir bunu bildim ki cihan hep sen imişsin

“Vücud-u mutlak aynı zamanda kemal-i mutlak ve cemal-i mutlaktır. Cemal, aşksız ve gizli de kalamaz. Onun şanı kendini izhar etmektir, işte Cenab-ı Hakkın ‘aşk-ı zatî’ sebebiyle kendini görmek ve göstermek istemesi, kâinatın vücuda gelmesine sebep olmuştur. İnsan, nasıl kendini görmek için aynaya bakarsa Cenab-ı Hak da kendi güzelliğini temaşa etmek için, ayna hükmünde olarak kâinatı ve insanı vücuda getirmiştir. Bir şair bunu ne güzel ifade ediyor:

Kendi hüsnün hûblar şeklinde peyda eyledin
Çeşm-i âşıktan dönüp sonra temaşa eyledin”

Tasavvuf üzerine daha fazla bilgi verecek değiliz burada. Çünkü bu konu çok geniştir ve bu konuda ciltler dolusu kitaplar yazılmıştır. Fakat, şunu da belirtmeliyiz ki, tasavvuf insanı odak noktası kabul eder. Tanrı, insanın yüreğinde, içindedir. Kötülüklerden arınabilmiş insan Tanrı’ya en yakın olan insandır. İnsanın gönlünün olması onu Tanrı katında sevgili yapmıştır. Bir şair “Kıblegâh-ı Kibriyadır yıkma kalbin kimsenin.” demiştir. Nesimi ise şunları söylemişti:

Çünkü bildin müminin kalbinde bir Allah var
Niçün izzet etmedin ol beyte kim Allah var
Her ne var âdemde var âdemden iste Hakkı sen
Olma iblis-i şâki âdemde sırrullah var

Sevgili olan insan asıl kaynağa (nur-ı ilâhi’ye) varmaya çalışmalıdır. Bu kaynağa varmak için “tarikat”a girenlere “salih” , son aşamaya varana ise “insan-ı kâmil” denir; tarikata girmeyenler ise üçüncü kümede kabul edilir. Asıl kaynağa varmak için “nefse galebe çalmak” gerekir, bu da aşk ile olur. Gerçek aşk, insan ruhunun “ruh-u mutlak” olan Tanrı’ya karşı sonsuz bir “iştiyak"ıdır.

Veysel’in şiirlerindeki tasavvuf öğelerini belirtmeden önce, yaşayan lıalk ozanlarından Tokatlı Selmanî’nin bu konudaki şiirini de vermek istiyoruz:

Ademoğlu bir nazar kıl kendine,
Boş değilsin cümle cihan sendedir.
Bağlandınsa bir mürşidin bendine,
İlm-ü irfan, sırr-ı pinhan sendedir.

Hak Âdemi anasırdan yarattı,
Hem kendi nurundan nuruna kattı,
Ayetten dizmişti nakışı, hattı,
Fehmeylersen hatm-i Kur'an sendedir.

Âdemden göründü ol ol suph-i settar,
Anın için oldu hâllâkûl kahhar.
Akıl, fikir, ilim hem de mukadder,
Görünmeyen genc-i nihan şendedir.

Âdemde mevcuttur yedi kat zemin,
Yedi kat göklerle Cebrail emin.
Elhamdülillâhi rabbül âlemin,
İdrak eyle sırr-ı süphan sendedir.

Veysel’de Tasavvuf

Selmanî, “ Boş değilsin cümle cihan sendedir” diyerek insanın odak noktası bulunduğunu iyice belirtir. Bektaşî-Alevî bir çevrede doğup yetişmiş, gözlerinin sonradan görmez hale gelmesiyle de kendini düşünmeğe, gözlerini içine ve kendine çevirip Tanrı’yı içinde görmeğe başlamış olan Veysel de tasavvufa yönelmiştir. Bir şiirinde, bunun 40 yaşından sonra olduğunu söyler. Gerçekten de, ilk şiirlerinde tasavvuf öğelerine rastlayamıyoruz. Bunun iki nedeni vardır bize göre. Birincisi, tasavvufu ancak 40 yaşında benimsemiş olması; ikincisi ise çeşitli nedenlerle bu konuya eğilmekte sakınca görmesi ve yanlış anlaşılır korkusuyle şiirlerinde bu konuyu söylemekten kaçınmasıdır.

Veysel’in çeşitli şiirlerinde bu konuya dönük dizeler ve dörtlükler vardır. Ancak, bütün şiirin bu konuya dönük olduğu da görülür. Bir deyişinden aldığımız aşağıdaki dörtlükler, onun bu konudaki görüşünü güzelce dile getirir:

Coşar deli gönül misal-i derya.
Mecnuna sahrada göründü Leylâ.
Gördüğün güzellik hepisi Mevlâ.
Ne sen var, ne ben var, bir tane Gaffar (*).

Her nesnede mevcut, her cesette can,
Anın için dedik biz ona Canan.
Evvel âhir odur, onundur ferman,
Ne sen var, ne ben var, bir tane Gaffar.

Bahar gelir çiçek olur açılır,
Zaman zaman yağmur olur, saçılır,
Ehl-i aşka mey görünür, içilir,
Ne sen var, ne ben var, bir tane Gaffar.

O cihana sığmaz, ondadır cihan,
O mekâna sığmaz, ondadır mekân,
O devrana sığmaz, ondadır devran,
Ne sen var, ne ben var, bir tane Gaffar.

Hayyam'a görünmüş kadehte, meyde,
Neyzen’e görünmüş kamışta, neyde,
Veysel’e görünür, mevcut her şeyde,
Ne sen var, ne ben var, bir tane Gaffar.

Buraya aldığımız dörtlükler, özellikle son dörtlük ve buradaki “Veysel’e görünür mevcut her şeyde” dizesi onun anlayışını çok güzel belirtir. Veysel’e göre, güzelliklerin hepsi de Tanrı’nın güzelliğidir. Mecnun’a Leylâ olarak görünmüştür Tanrı’nın güzelliği. Tanrı her zerrede vardır. Veysel de “her nesnede mevcut” ve “her cesette can” olarak görür Tanrı’yı; “mevcut her şeyde” Tanrı görünür. Kimisi belirli bir yerde ve eşyada görür onu; sözgelişi, Hayyam kadehte ve içkide, Neyzen ise kamışta, neyde görmüştür Tanrı’yı.

Tanrı âşıkları (ehl-i aşk) da Hayyam gibi içkide görür Tanrı’yı. Tanrı, Veysel’e göre, “mevcut her şeyde”dir; çiçekte, yağmurda, meyde, kamışta, neyde, kadehte, testinin çamurundadır Tanrı; zamandan ve “mekân” dan “münezzeh” tir. Bunu, yukarıda verdiğimiz deyişin dördüncü dörtlüğünde pek güzel belirtir Veysel: Tanrı, cihana, mekâna, devrana sığmaz; çünkü, onların hepsi ondadır.

Tasavvuf anlayışına göre, en büyük, kavuşulması sabırla (buna sabırsızlıkla da diyebiliriz) beklenen Sevgili Tanrı’dır. Veysel, “Anın için dedik biz ona Cânan” der. Mevlânâ da ölüm gecesini “ şeb-i arûs” olarak nitelerken aynı düşünce içindedir, ölümü Tanrı’ya kavuşma olarak belirtmektedir. Sahrada Leylâ olarak görünmesi de bu sevgiye bağlanabilir.

Veysel, başka bir şiirinde "Kimin meftunuyum, kimin Mecnun’u / Anlaşılmaz böyle bir hal var bende” derken, insana duyulan sevginin de Tanrı sevgisi olduğunu söylemek ister. Aynı deyişteki “Sevgi bende, sevda bende, yâr bende” dizesi ise insanın Tanrı'nın bir parçası olduğunu, insanın odak noktası bulunduğunu gösteren bir deyiştir. Tanrı’ya yaklaşan insan, kendini Tanrı’ya en yakın bulur. Hallac-ı Mansur un "Enel Hak" (Ben Hakkım) demesi bunun en güzel örneğidir. Veysel de, bu dizesinde buna benzer bir görüşü dile getirmiştir.

Bu dizelerle başlayan şiirde, mutasavvıflann görüşüne uygun şu dörtlükler de vardır:

Her nereye baksam onu görüyom,
Aynaya bakarsam beni görüyom,
Yayılmış damarda kanı görüyom,
Yerleşmiş cesette gizli sır bende.

İnsanlar doludur, hâli değildir,
Sarrafın altını, pulu değildir,
Veysel sersem gezer, deli değildir,
Beni Mecnun eden ateş, kor bende.

Başka bir deyişinde de aynı şeyleri değişik bir söyleyişle söyler bize. Burada, her yerde olduğu, Tanrı’yı her yerde gördüğü, görebildiği için kendini mutlu saymakta ve görüşünün dünyayı böylece görebilmesinden ötürü kıvanmaktadır:

İzi kayıp, kendi gizli bir yâre
Aşıkım, peşinde gezerim böyle.
Sual etsem bülbüllere, güllere,
Güllerden kokusun sezerim böyle.

Has bahçeye girdim, güllere sordum,
Çiçekte, çimende izini gördüm.
Mekândan münezzeh, gizli sanırdım,
Kaplamış âlemi nazarım böyle.

Veysel, başka bir deyişinde de dünyanın yaratılışı üzerine eğilir ve Tanrı’yı bu yönden değerlendirir. Bütün varlıkların bir kuvvetten varolduğunu, ama bunu kimsenin bilemediğini, bunun herkese gizli olduğunu ama bu kuvvetin her nesnede göründüğünü, Veysel’i de söyletenin bu kuvvet olduğunu söyler ve bu durum karşısındaki şaşkınlığını belirtir:

Kimse bilmez dünya nasıl kurulmuş,
Her cisime birer zerre verilmiş,
Cümle varlık bir kuvvetten var olmuş,
Gelen ne, giden ne, yol ne, yolcu ne?

Herkese gizlidir bu sırr-ı hikmet,
Her nesnede vardır bir türlü ibret,
Veysel'i söyletir bir büyük kuvvet,
Söyleyen ne, söyleten ne, sözler ne?

Veysel’in bu deyişlerini daha önceki mutasavvıf ozanlarda da görüyoruz. Sözgelişi, Nakşi, aşk yönüne ilişkin olarak bir şiirinde şu dörtlükleri söylemiştir:

Aşkın şarabın içmeyen
Mest olup hayran olur mu?
Zencir-i aşka düşmeyen
Soyunup uryan olur mu?

Nakşi açıldı çün gözün,
Hakkı görür oldu özün,
Lâkin bilmem işbu sözün
Münkire iman olur mu?

Âşık Hasan ise, dünyanın yaratılışı ile ilgili olarak şunları söylemiştir:

Yerlerin göklerin binasın düzen,
Ak üstünde kara yazılar yazan,
Engûr şerbetini Kırklar'a ezen,
Hünkâr Hacı Bektaş Ali kendidir.

Veysel’in deyişleri arasında önemli olan biri de "Uzun ince bir yoldayım / Gidiyorum gündüz gece” dizeleriyle başlayanıdır. Mutasavvıflara göre, dünya, iki kapılı bir handır. Doğumla girilir, ölümle çıkıbr. Veysel de bunu belirtmekte bu şiirinde ve son durağa, ölüme, ölüm yolu ile Tanrı’ya varışı söylemektedir bu deyişinde. Bazı dörtlükleri şunlardır bu deyişin:

Dünyaya geldiğim anda,
Yürüdüm aynı zamanda,
İki kapılı bir handa,
Gidiyorum gündüz gece.

Düşünülürse derince,
Irak görünür görünce.
Yol bir dakka miktarınca,
Gidiyorum gündüz gece.

Şaşar Veysel işbu hale,
Gâh ağlaya, gâhı güle,
Yetişmek için menzile
Gidiyorum gündüz gece.

Tasavvuf bir sevgiye dayanır, iç arınmasına dayanır. Veysel, deyişlerinin birçoğunda bu yöne dönük dizeler, dörtlükler söylemiştir. Bir deyişinin şu dörtlüğü bir örnek olarak anılabilir burada:

Ortadan kalkardı günah musibet,
Aşikâr olurdu hak ve hakikat,
Herkes için açık olurdu cennet,
İşte hiyle, sözde yalan olmasa.

Hile ve yalancılık, tasavvufa bağlananların en çok nefret ettikleri konulardır. İnsanları sevmek, insanlara karşı iyi düşünceler beslemek bir mutasavvıfın yapmak, başarmak istedikleri arasında yer alır. Veysel de insanları sevmeye, onlara iyilik yapmağa dönük bir kişidir. Sen ben kavgasının ortadan kalkmasını ister. Bir bütünün iki parçasının çatışması açısından da bakılırsa, kavganın bir nedeni yoktur.

Âşık Veysel’in tasavvufa dönük bütün şiirlerini burada teker teker anmanın bir gereği olmadığına inanıyoruz. Bunlar, bizim bir sayışımıza göre 25’tir. Yeni bir saymada bu rakam değişebilir elbette. Amacımız, onun görüşünü yansıtmak idi, bunu kısaca yaptığımıza inanıyoruz.

Tasavvufta sezginin önemi büyüktür. Seziş gücünün Veysel’de bulunduğunu görüyoruz. Şiirlerindeki başarılı deyişler bunu göstermektedir. Gözlerinin çocuk yaşta göremez olması, belirli bir çevrenin etkisinde kalması, gözleri yüzünden içine dönük, birtakım kavgalardan uzak kalabilmesi bu sezgi gücünü artırmıştır. Özellikle yaşlı günlerinde söylediklerinde bunu daha belirli ve fazlaca buluyoruz. Günümüzde tasavvufa eğilen ozanların ustalarındandır Veysel. Yalın dili, açık ve duru deyişleriyle dikkati çekmekte, seziş gücüyle ustalığını göstermektedir.

(*) Gaffar: Tanrının sayısız adlarından biri olup Şarkışla çevresinde çokça kullanılır. Çok bağışlayan, çok merhamet eden anlamını taşır.

MUZAFFER UYGUNER
Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi
Mayıs 1971, S: 236, S. 144-150

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI