Sana geldim, içim ümitlerle dolu
Beni sarhoş etme İstanbul, ne olur
Bir gün ben de eririm caddelerinde
Çürür kemiklerim, adım unutulur
Yine sen kalırsın dipdiri, sımsıcak
Göğün, bulutların, denizlerin kalır.
Oynama İstanbul, benimle oynama
Bir gün öldürür beni bu dert, bu kahır.
İstanbul sevgisiyle dolu bu satırların yazan Ümit Yaşar
Oğuzcan, bundan tam 12 yıl önce kasım ayında İstanbul’da
bir yürek vurgunuyla yaşamını yitirmişti. O, kendi deyişiyle, "Bir nesle aşkı öğretmiş adam" dı. Bir çoğumuz onun şiirleriyle
aşık olduk, onun dizeleriyle sevgilerimize renk kattık.
Yaşasa şimdi 70 yaşında olacaktı.
Ümit Yaşar’ın yaşamı aşk, aşkı şiir gibiydi. O kendisini
şöyle anlatırdı: “Benim hayatım roman değil. Baştanbaşa
şiirdir benim hayatım, şiirdir ve aşktır.” Baki Süha Ediboğlu, Ümit Yaşar’ı şöyle tanımlıyordu:
“Ümit Yaşar kendi yaşantılarını,
aşklarını, çilelerini dile getirmekte ve tam anlamıyla
kendini anlatmaktadır.”
Ben bu gönül tezgahında
Aşk dokudum, aşk dokudum
Erenlerin dergâhında
Aşk okudum, aşk okudum
(...)
Bir ömür yana yakıla
Yazdığım sığmaz akıla
Acımadım kırk dört yıla,
Aşk okudum, aşk dokudum
Ümit Yaşar, aşka olan yaklaşımını anlatan
bu dizeleri 44 yaşındayken yazmıştı. 1986 yılında
bir yürek vurgunuyla İstanbul’da, Cihangir’de
yaşamını yitirdiğinde 58 yaşındaydı.
Dolu, dolu, aşklarla ve ızdıraplarla bir
ömür tüketmişti.
Kendi mezar taşınıza ne yazmak isterdiniz
sorusuna yine aynı şiirsel uslubuyla şu cevabı
vermişti:
Doğdu Ümit Yaşar
Yaşadı Ümit Yaşar
Öldü Ümit Yaşar
İlahi Ümit Yaşar
Ümit Yaşar, şiirlerin şarkıların adamıydı.
“ Biraz kül, biraz duman... Obenim işte!, Kerem
misali yanan... O benim işte!” dizeleri
onundu. “ Bir ateşim yanarım külüm yok, dumanım
yok, Sen yoksan mekânım belli değil,
zamanım yok.” “ Bir kerre bakanlar unuturdu
derdi, günahı,... Görmem gözünün nuruna
daldıkça sabahı. Ben hiç bu kadar sevmedim
ömrümce siyahı. Görmem gözünün nuruna
daldıkça sabahı.” “İçimde nice uzun yılların
özlemi var. Bugece efkârlıyım ağla gitar, çal
gitar. Bitmesin bu sarhoşluk sürsün sabaha
kadar. Bu gece efkârlıyım ağla gitar, çal gitar.”
Daha onlarca şarkı, onlarca duygu yüklü dize.
Ümit Yaşar’ın “50 yaşımdan sonra hayatımı değiştiren kadın” dediği, ikinci eşi Ulufer ise onu şöyle anlatıyor:
“Ümit’in en değer verdiği şey dostluk ve vefa duygusuydu. O bakımdan anılması, yazılması, çizilmesi
mutlaka onu çok mutlu edecek. Ümit Yaşar
her zaman yaşamımdan şiiri çıkarırsanız geriye
pek bir şey kalmaz sözlerini kullanmıştır.
Bu çok büyük bir tevazudan kaynaklanıyor.
Çünkü bence şiiri kadar insanlığı da üstündür.
Bir kere gerçekten güzel insan tabir edebileceğimiz bir
insandı. Kimseye karşı haset duymaz, kıskançlık duymazdı ve bütün insanlara yardım etmeyi severdi. Ayrıca kadınlara çok büyük değer verirdi. Şiirlerinde de
bunu defalarca yansıtmıştır. Dostluğa saygılıydı,
vefaya çok bağlıydı. Ama kendi ifadesine
görede pek fazla dostlukla karşılaşmadığını
söylerdi.”
Ümit Yaşar, 58 yıllık ömrüne çok şeyler
sığdırmış, çok acılar çekmişti. Yaşamını da
şiirsel ifadelerle şöyle dile getirmişti:
“Köhne dünyayı 1926 yılında şereflendirdim.
Daha doğrusu çilem 1926 yılında Tarsus’ta
başladı. İlk çocukluk yıllarımdan bu
yana çeşitli hastalıklar, kazalar geçirdim. Üç
yaşımda ayağım kırıldı, dört yaşında mangala
oturdum, beş yaşımda yirmi basamak merdivenden
düştüm, yedi yaşımda başıma sandık
kapağı düştü, bu arada fazla ateşli olarak
geçirdiğim kızamık sonucu kekeme kaldım,
o gündenberi ateşliyimdir.
Ondört yaşımda
apandisit, ondokuz yaşımda böbrek (tek böbrekliyim), otuz yaşımda bademcik amel¡yatları
geçirdim. Yirmi iki yaşımda evlendim,
düşme, boğulma, otomobil kazası nevinden
geçirdiğim ufak tehlikelerden sonra üç kere
de canımdan bezdim.(Burada intihar girişimlerine dikkat
çekiyor) Eşimin adı Özhan.
Vedat ve Lütfi adında iki oğlum var.”
Ümit Yaşar, Özhan’dan boşandı, çeşitli
aşklara tutuldu. Özellikle Ayten’e olan aşkı
için yazdığı şiirler bir aşk baladı gibi gençliğin dilinden
düşmedi. "Milyon Kere Ayten"
şiirinde o günlerini ne güzel anlatır:
Ben bir Aytendir tutturmuşum oh ne iyi
Aytenli içkiler içip sarhoş oluyorum ne güzel
Hoşuma gitmiyorsa rengi denizlerin
Biraz Ayten sürüyorum güzelleşiyor
Şarkılar söylüyorum
Şiirler yazıyorum Ayten üstüne
Saatim her zaman ya Aytene beş var
Ya da Ayteni beş geçiyor
Ümit Yaşar yalnızca bir aşk şairi değil . O
bir yergi ustası, keskin dilli bir eleştirmendi
aynı zamanda. Toplumsal konuları ele alırken.yine bir aşk
ustası gibi giderdi konunun üstüne:
Tiryakisi oldular siyasiler yalanın
Cezası yok bu çağda milyon milyon çalanın!
Canı çıkar daima bizde altta kalanın
Ümit Yaşar kendisine hiciv şairi adını verirdi.
Yerginin zor ve tehlikeli bir iş olduğunu
söylerdi. Ölümünden kısa birsüre önce yergi
şairliğiyle ilgili şunları yazmıştı:
“Zor iştir şairlik, hele hiciv şairliği. Hatalı
bir devlet adamını, ya da ünlü ve güçlü bir politikacıyı
en açık, en vurucu şekilde hicvedebilmek
için şairliğin, hazırcevaplığın
ve zekânın yanısıra yürek ister her şeyden
önce... Bu yüzden; edebiyat tarihimize
baktığımız zaman idam edilen,
derisi yüzülen ve en azından diyardan
diyara sürülen birçok hiciv şairine
rastlıyoruz. Ve ben: hiciv şairi Ümit
Yaşar, bugün yaşıyorsam, bu önsözü
yazıyorsam, bu kitabı yayınlıyorsam,
öldürülmemişsem, diyardan diyara
sürülmemişsem; bu da yaşadığım çağın
onuru ve yıllardır hicvettiğim devlet
adamlarının yüzakıdır. Bundan şiir
adına, memleket adına övünç duyuyorum.”
Teşekkür ederken bile alay ve
hiciv var, dilin bu büyük ustasının sözlerinde.
Onun keskin dilinden kurtulamayanlar
arasında Erbakan da vardı.
1969 yılında Erbakan bağımsız olarak
Konya’dan milletvekili seçildiğinde
şu dizeleri yazmıştı Ümit Yaşar:
Destek almakta geriden, inat ettin
Profesör
Gericiliği yeniden, icat ettin Profesör
Olmaz din madrabazlığı, etme sen
bu canbazlığı
Yazık! sinmiş yobazlığı, azat ettin
Profesör
Ümit Yaşar’ın yaşam serüveninde
acılar ve sıkıntılar hiç bitmedi. İşinden
oldu, parasız pulsuz kaldı. Çok sevdiği
oğlunu yitirdi. Son eşi Ulufer onun
yaşamıyla ilgili şunları anlatıyor:
“Onu en çok sarsan şey, tabii ki evlat
acısı. Kaybettiği Vedat’ın acısı onu
yıkmıştı. Ben, Ümit’le 76 yılında tanıştım.
Daha önce hiç görmemiştim kendisini,
tanışmamıştım. Vedat öleli 3 yıl olmuştu
tanıştığımızda. Evlenmeye karar verdikten
5-6ay önceydi. ‘Seninle bir şey yapmak istiyorum.
Bana destek ol.’dedi. Kalktık, Galata
Kulesi’ne gittik. ‘Vedat’ın ölümünden
sonra ilk kez geliyorum’ demişti. “
Ümit Yaşar’ın oğlu Vedat. 24 yaşında,
Akademiyi bitirmesine 10 gün kala Galata
Kulesi’nden atlayarak intihar etmişti. Bu acı
ölüm, Ümit Yaşar’ın acılar denizindeki yaşamında
en büyük yarayı açmıştı.
Eşi Ulufer, Vedat’ın ölümünden sonra Galata
Kulesi’ne gidişlerini anlatmayı şu sözlerle sürdürdü:
“Galata Kulesinde, ‘Elimi bırakma' diyecekti.
Elini bırakmadım. Bir süre orada oturduk.
Bir şeyler konuştuk ve çıktık. ‘Çok teşekkür
ediyorum, bana bir şeyi aşmakta yardım
ettin’ diyerek sözlerini bitirdi. Ama neyi
aşmıştı onu söylemedi.Bir daha da hiçbir şekilde
Galata Kulesi’ne gitmedik.
Vedat’la ilgili anıları gerçekten hüzünlüydü, biliyorsunuz
bir de bir kitabı var. Vedat’la ilgili yazdığı şiirleri topladığı kitabı. Bir insan için en büyük acının evlat acısı olduğunu söylerdi. Çünkü daha önce bir küçük kızkardeşini kaybetmiş, yakınlarını kaybetmiş ama böyle bir
acı duymamış.
Ve daha bundan başka acılar. Bir sanatçının yaşantındaki çeşitli acılar. Bizde hele de şiir yazan edebiyatçıların geçim için başka işler yapması gerekiyor maalesef.
Ve işyerinde uğradığı haksızlıklar. 21 istifası
var. Kimi kabul edilmiş, kimi kabul edilmemiş.
Ondan sonra dostlarından gördüğü vefasızlıklar ve daha önceki duygusal hayatında uğradığı, diyelim ki terkedilmeler veyahut işte hisettiği acılar, hayal kırıklıkları bunlar var acı olarak.”
Ümit Yaşar oğlu Vedat'ın ölümü üzerine
çok ağıtlar yaktı, çok şiirler yazdı. Bir şiirinde
oğlunun ölümünü şöyle anlatır:
6 Haziran 1973
Pırıl pırıl biryazgünüydü
Aydınlıktı, güzeldi dünya
Biradam düştü o gün Galata Kulesi'nden
Kendini bir anda bıraktı boşluğa
Ömrünün baharında
Bütün umutlarıyla birlikte
Paramparça oldu
Bir adam düştü Galata Kulesi’nden
Bu adam benim oğlumdu
Ölüm, yaşamın parçasıydı
Ümit Yaşar, heyecanlı ve tez canlıydı. Ölümü
de böyle bir heyecanın, koşuşturmanın
ardından gelmişti. Eşi Ulufer Oğuzcan onun
bu özelliklerini yakından yaşamıştı:
"Ümit çok heyecanlı biriydi. Çok aceleciydi.
Onun için oturarak geçirilen zaman yazık
bir zamandı. Ve daima yeni projeler hazırlardı.
Ben ona. ‘Ümit senin kalbin durduğunda
değil, heyecanın, düşüncen, yaratıcı gücün
durduğunda öleceksin' filan derdim.
Ama ne yazık ki tam tersi oldu. Onlar bitmemişti,
ama kalbi durdu. Yaşam doluydu, pek
çok kez ölümü aramasına rağmen. O da zaten
ölüm de, yaşamın bir başka parçasıdır,
bir başka boyutudur derdi. Son bir röportajı
var. Ben ölümün ve yaşamın şairiyim
diye. Orada diyor ki ben artık
ölümü aramıyorum, yaşamı seviyorum.
Ve onu dedikten bir süre sonra da
öldü. Ben de diyorum ki Ümit ölümü
ararken ölüm ondan kaçtı, Ümit yaşamı
severken ölüm onu yakaladı.”
Ümit Yaşar, ilk şiir duygularını annesinden
almıştı. Güzide Hanım Tarsus’un
şair kadınlarındandı. Duygulu,
zarif ve etkili bir kadındı. Güzel şiir
okurdu. Babası, gazeteci ve şairdi. Gazeteci
Lütfi Bey, Kurtuluş Savaşı gazilerindendi,
İstiklal madalyasına sahipti.
Ümit Yaşar Tarsuslu’ydu, Çukurovalı’ydı.
Çukurova’nın verimli toprağı
onun ruhuna derinlikler katmıştı.
Eskişehir İnkılap İlkokulunu, Konya
Askeri Ortaokulunu bitirdi. 1946
yılında Eskişehir Ticaret Lisesini bitirdikten
sonran bankacılığı kendine
meslek edindi. Edebiyat dergilerinde
ve basında ilk şiirleri 1942 yılında çıktı.
1948 yılında ilk evliliğini yaptı. Bir
yıl sonra da yitirdiğinde acısını hiç
unutamadığı oğlu Vedat doğdu. 1952'de ise ikinci oğlu Lütfi dünyaya geldi. 40 yıl içinde tam 53 kitabı yayımlandı
Ümit Yaşar’ın... Şiirlerinden bazıları,
İngilizce, Fransızca, Rusça, Bulgarca,
İtalyanca, Sırpça, Lehçe, Romence ve
Arapça’ya çevrildi.
Ve çok sevdikleri
Sevdiği insanlar arasında hemşehrileri
Yaşar Kemal’in ve Orhan Kemal’in
büyük yeri vardı. İkisiyle de iyi
dosttu. Adana’da Yaşar Kemal'in ilk hikâyesi
‘Bebek’i yazıp henüz kimselere okumadan
onlara okuduğu geceyi keyifle anlatırdı.
Yaşar Kemal öyküyü bitirdiğinde hep birlikte
ağlamışlardı. Şöyle anlatırdı o geceyi:
“Yaşar Kemal'in bir gözünden yaşlar akıyordu.
Ve ikimiz muazzam bir duygusallığa girmiştik.”
Atatürk’e hayrandı. Hiçbir zaman, laik Türkiye’den başka bir Türkiye düşünemediği için Refah’a karşıydı.
Sevdiği dostlarından birisi de Aziz Nesin'di.
Kendi adını taşıyan galeride gerçekleştirdiği
son faaliyetlerden biri de onun içindi.
Bir Aziz Nesin Haftası düzenlemiş ve ilk kez yazarların da anıldığı bir resim galerisini
hayata geçirmeye çalışmıştı. Ama,
ömrü elvermedi.
Eşinin ölümünden sonra da Ümit Yaşar
Resim Galerisini sürdüren Ulufer Oğuzçan
onun bu çabasını şöyle anlatıyor:
“Aziz Nesin’i çok severdi. Biz bu galeriyi açtıktan 2-3
yıl sonraydı. Dedi ki sadece resim değil, biz
edebiyata da hizmet verelim. Ne yapalım?
Sevgili yazarlarımızı, tanınmış yazarlarımızı
burada birer ikişer hafta tanıtalım. Nasıl?
İşte onun bütün kitapları, resimleri yani hayatını
aksettiren fotografları diyelim. Onları panolar
şeklinde hazırladık. Aziz Nesin haftası
yaptık, ondan sonra Salah Birsel haftası yaptık.
Ondan sonra yapacaktık olmadı, kaldı.”
At yarışından ölüm gecesine...
Ümit Yaşar’ın bir başka yönü de at yarışları
merakı ve sevgisiydi. İlk şiir kitabı olan
“İnsanoğlu”nu bir at yarışından kazandığı 3
bin lirayla bastırmış olduğunu her zaman
söylerdi. Zaman zaman hayatı da bir kumar
olarak görmüştü. Öldüğü gün de at yarışlarına
gitmişti. Eşi o geceyi anlatırken oldukça
hüzünlüydü:
“Öldüğü gün, ben at yarışına gideyim dedi.
Peki, gitti. Döndü, geldi. N’oldu falan, işte
şöyle böyle, oturdu biraz. Sohbet ettik.
Sonra biz bir şiir festivaline gitmiştik o sene
orada çekilmiş video bandı var. Ayrıca Kıbrıs’a gitmiştik.
Kıbrıs'ta da Bayrak Radyosu ikimizle birlikte bir röportaj yapmıştı şair karı-kocalar diye. Onları anneme seyrettiriyordum.
'Ben uzanıcam’dedi. Ben onları annemle
seyrederken ses geldi.
‘Bakar mısın, nefes alamıyorum pencereyi aç’ dedi.
Cihangir’de oturuyoruz. Ve muazzam bir
karbondioksit var dışarıda. Kaloriferler yanmış.
Pencereyi açtım dışarının havası daha
kirli. Ümit buradan nasıl hava alırsın, alamazsın
dedim. Sen şuraya bir uzan.
Bu defa salondaki kanepeye uzandı. Pazar gecesi saat
11.30 civarı. Ben doktor aradım, doktoru
bulamadım. Damadım ve kızım Taksim İlk
Yardımdan hemen bir genç doktor alıp getirdiler.
Birdenbire muazzam kızardı... Ter boşandı.
Ter boşanınca ben atlattı diye düşündüm.
Rengi sapsarı oldu. ‘Ben galiba gidiyorum’ dedi. 'Yok sen gidemezsin’ dedim. Ondan sonra ses yok.
Hemen hastaneneye götürdük. Orada içeri aldılar elektro şok filan yaptılar. Ben dışarıda umutla bekliyorum.
Beni alıştırmaya çalışıyor yanımdakiler, ben
hiç dinlemiyorum, derken oradan çıkardılar.
Sonra rapora, hastaneye geldiğinde ölüydü
diye yazmışlar. Tabii bu büyük, inanılmaz bir
şey, hiç hazırlıksızdım. Orada bir onbeş dakika
kadar başında oturabildim. Belki de yarım
saat, belki de bin yıl bilemiyorum. Bizi orada
bıraktılar başbaşa. Çok zor anlardı. Hatırlamak
bile insanı yeniden o günlere götürüyor.
Ve böylece uçtu gitti."
Ümit Yaşar’ın duygulu yüreği durduğunda
58 yaşındaydı. Yaşasa bugün 70 yaşında olacaktı.
Aşkla, acılarla dolu 58 yılı Ümit Yaşar
bir dörtlüğünde şöyle değerlendiriyordu:
İşte böyle geçti yıllar, bozbulanık
Ben sevdim ben ağladım, başkalarıydı gülen...
Ne zaman uzattıysam ellerimi, parçalandı
Mutluluk, serseri bir mayındı denizlerimde
yüzen.
ORAL ÇALIŞLAR
Cumhuriyet Dergi, 10 Kasım 1996, Sayı: 555, S. 1-4

ŞİİRLERİ