Adnan Binyazar öğretmenimizin bir Bektaşi dedesine benzettiği Oğuz Tansel’i ben bir Bektaşi babasına benzetiyorum. Çünkü, dedenin bir statüsü ve dinsel bir görevi var. Oysa baba, halktan biridir.
Ben, Ozan Baba’nın daha önce şiirine eğilmiş ve bir dizesinden yola çıkarak bir deneme kaleme almıştım (Ekmek Kokulu Sevgi Nerde / Üç Kanatlı Masal Kuşu / Ürün Yayınları, 1996), şimdi de onun ozanlığını irdelemeye çalışacağım.
Onun şiiri üzerine yazdığım yazıyı 19 yıl sonra yeniden okuyunca gördüm ki basım sırasında üç önemli dizgi yanlışı yapılmış. Bu dizgi yanlışlarını düzeltirken, ozanın ozanlığını değerlendireceğim üç ölçüt de kendiliğinden ortaya çıktı: Politik duruşu, geleneğe bakışı ve şair duruşu (ozanlık tutumu).
Politik Duruşu
Onun şiiri üzerine yazdığım yazının bir yerinde şöyle diyorum (daktilo ile yazdığım özgün metinde):
“Türkiye’de en ucuz suçlamalardan biri de köylülüktür. Bir yazar köyü mü anlattı; suçlama hazır: köylü n’olacak... Oysa köyü köylüyü anlatmanın köylülükle bir ilgisi yoktur. Köylülük bir ideolojidir. Mülkiyet duygusunun iliklerine kadar işlediği, değişimden, yeniliklerden kaçan, toplumcu düşüncelere uzak duranların ideolojisi... Oğuz Tansel, yukarıda belirttiği gibi, ‘duyguları, düşünceleri, toplum ve insan sorunlarını, toplumcu gerçekçilik çizgisinde, çağdaş dünya görüşüyle’ yoğuran bir şairdir...”
Ancak dizgi sırasında bu paragraftaki bir cümlenin bir bölümü düşünce, benim anlatmak istediğimin tam tersi bir anlatım, yani köylülük ideolojisini yücelten bir anlam ortaya çıkmış:
“Mülkiyet duygusunun iliklerine uzak duranların ideolojisi...”
Oysa ozanın köylülük ideolojisi gibi, idealizm ya da tutuculuğun tersine, diyalektik ve materyalist bir dünya görüşüne sahip olduğunu biliyoruz. Örneğin, evrenin, dünyanın ve yaşamın ortaya çıkışını dizelere döktüğü Kındam şiirinde bu çok açıktır:
“İlksizin ilkinde biçimlenmeden evren
Karmaşa bir bütündü, Kındam uyanık uykulu
Eksiz birdi, öfkeli, sıcacık, dipdiri.
Güneşler, yıldızlar, aylar varlı yoktu,
Bir ateş bulutsu, devce devinim uzaylı.
Boyalar, mevsimler birliğin tadında,
Uçmaların özünde varlı biçim savaşı.
Milyarla ışık yılı aktı Kındam’lı kargaşadan.
(...)”
(Kındam I, Mutluluk Peşinde / Dağı Öpmeler)
Mülkiyet duygusuna gelince, ozan hiçbir şiirinde mülkiyet duygusunu/düşüncesini yüceltmemiştir. Tam tersine “Emekle güzelleşir yeryüzü” (Dağı Öpmeler, Antalya III) diyen ozan, hemen hemen tüm şiirlerinde emeği, emekçileri, toplumculuğu yüceltmiş, sömürüyü, sömürgeciliği ve sömürgecileri yermiştir. İşte onun sol, sosyalist bir düşünceye sahip olduğunu ortaya koyan şiirlerinden birkaç dize:
“Bir gün çıkageldi, incilli, bayraklı seksen serseri,
Bozdu bu soysuzlar, ’Ölümsüz Ülke’ düşümüzü,
(...)
Durmadı Yenidünya’ya yoz uğrular akını
(...)
Sürdürürler düne dek, bu kıyımı, bu yıkımı,
Yabanıllar sürüsü, onursuz zorbalar Avrupalı.”
(Yeni Dünyalı Yerli Halklar, Gözünü Sevdiğim’den)
Ve Viyetnam şiirinde de benzer dizeler:
“Milyonla tutsak, seksen bin ölü,
Soysuz zorbalar, soyguncu uşakları...”
Yani ozan, görüldüğü gibi, aynı zamanda enternasyonalisttir de. Ama onun enternasyonalistliği yurtseverlikten kopuk değildir:
“Bu yurt bizim
Göz kırpmadan ölebiliriz uğrunda”
(Yurdum, Gözünü Sevdiğim’den)
diyen ozanın yurtseverliğini, ulusalcılığını, Bektaşiliğin “Eline (yurduna), beline (ulusuna), diline (Türkçeye) sahip ol” anlayışı bağlamında açıklayabiliriz. Ama bu sahip olma, sahip çıkmanın da Türk-İslam Sentezcileri gibi Anadolu’nun 1071’den önceki tarihini görmezlikten gelen eklektik bir tarih ve Türkçeyi yadsıyan köksüz bir dil anlayışıyla değil, Anadolu’nun tüm tarihine, İyon, Frig, Hatti, Hitit, Bizans, Selçuklu, Osmanlı, Türkiye Cumhuriyeti zincirinin tüm halkalarına sahip çıkan bütüncül bir tarih ve arı / duru bir dil anlayışıyla yapıldığını görmekteyiz:
“Zakkum çiçeği boyalı tanyeri,
Su kemerince uzar yollar,
Pamphilya’da ünlü kent Perge,
Önce Triyannus’u düşündüm
Artemis tapınağında aradım
Bakıcıyı. Artemidas’ın yeri boş;
Ayinde gezdirilen yontusunca,
Özgürmüş mutlu, doğa çocukları,
Gelmeden Paul’le Barnabas.
Tiyatroda aldım yerimi:
Ağlatı kapıdan akar gözyaşı,
Tekirova’ya açılan beş kapıdan,
Gülerek çıkanlarla konuştum.
Mortana köyü bekler güneşe;
Aydınlık ülke Pamphil’ya,
Karanlık yürümüş bir çağda
İskender’i Salium’a götüren
Karga yolgösterici yok ortalıkta.
Tiyatroyu Titus dolduramaz.
Sütunları ellerimiz kaldıracak,
Barış, güzellik ülkesine
Yepyeni bir güneş doğacak.”
(Antalya IV, Dağı Öpmeler)
Ozan Antalya’da, yani onun deyişiyle “Aydınlık ülke Pamphilya”nın ören yerlerinde gezerken başını yukarı kaldırıp göğe bakınca “İri Selçuk çinisi” bir gökyüzü görür, Ağrı’dan doğan, Abolyont gölünde batan güneşe bakarak da bu yurdun “öz sahibi” olduğunu duyumsar, duyumsatır. Yani ozanın ayakları Anadolu’nun ilkçağında, başı ise yurdunun yakınçağından günümüze uzanır...
Onun arı / duru bir dil anlayışıyla yurdunu sahiplenişindeki dik duruşunu, tutarlılığını onunla benzer duyarlılığı paylaşan can dostu Metin Eloğlu’nun bir mektubu göstermektedir:
“Hürvatan işi sürüncemede; dil bakımından uyuşamıyoruz. Eh, birader, kişinin dili de seksen türlü olmaz ya! Bunları düşünen bu dille yazar; hatır için, üç kuruş için düşüncemi değiştiremeyeceğime göre bu dilden cayamam.”(Metin Eloğlu, Canım Oğuzcuğum, Oğuz Tansel’e Mektuplar, YKY, s. 55. 28/4/1961 tarihli mektup)
Geleneğe bakışı
Ozanın şiiri üzerine yazdığım yazıdaki bir cümlem de şöyle (daktilo ile yazdığım özgün metinde):
“Diyebilirim ki, Türkiye’de, ‘folklor edebiyata düşman’ anlayışının yanlışlığının da bir kanıtıdır bu şiirler.” Bu cümledeki “yanlışlığının” sözcüğü dizgide düşünce, ozanın şiirleri “folklor edebiyata düşman anlayışının kanıtı” olmuş! Oysa ozan, tam tersine, Adnan Binyazar’ın saptadığı gibi “Halk bilgisiyle çağdaşlığı özümseyerek kendi bilgeliğini yaratmıştır.” Yani o gelenekle bağını yineleyen değil yenileyen olarak kurmuştur.
“Bir halk türküsünde kaybederim kendimi
Bir masal dünyasında yaşar
Bir halk türküsünde bulurum seni”
dediği gibi (Masal Dünyası, Savrulmayı Bekleyen Harman’dan).
Ozanın bu bağlamda değerlendirilebilecek şiirleri daha çok sevi / sevgi şiirleridir. Örneğin şu dizeler, çağdaş bir Karac’oğlan’ın dizeleri gibidir:
“Beni, dalların bir hoş eder,
Bir sevgili yakınlığı sarar içimi
Esmerim, boşver de gel,
Ekmek, su gibi özledim seni”
(Salkımsöğüt, Savrulmayı Bekleyen Harman’dan)
Şair duruşu
(ozanlık tutumu)
Oğuz Tansel’in şiiri üzerine yazdığım yazıda yapılan üçüncü yanlış da, Metin Eloğlu’nun Oğuz Tansel’e adadığı “Ş” şiirindeki Ş’nin düşmesi ya da başlığa konulmasının unutulmasıdır.
Bu Ş’den neler çıkmaz ki. Ben onun şair duruşunu (ozanlık tutumunu) çıkardım.
Bir şairin şair duruşuna iki açıdan bakılabilir: Birincisi şiirlerindeki görüntüsü, yani okura yansıyan portresi. İkincisi de toplum içindeki birey olarak duruşu.
Oğuz Tansel’in şiirlerinden yansıyan duruşu, gerçek yaşamda ne ise odur: Yalın, yapmacıksız, şairanelikten uzak...
Toplum içindeki duruşunun da şiirindeki duruşuyla örtüştüğünü görüyoruz. O, öyle kimileri gibi “Burada ünlü şair İ. B. oturuyormuş, acaba adresini biliyor musunuz?” diyerek kapıları çalanlardan ya da bohem bir yaşam içinde, boynunda ipek fularla dolaşıp şairlik taslayanlardan değil. Yaşamını çalışarak kazanmış, iyi bir yurttaş, iyi bir eş, iyi bir baba.
Baba deyince de orada durmamız gerek. Çünkü çeşit çeşit baba var: Mafya babası, iskele babası, şambabası... Ben onu, sözümün başında da belirttiğim gibi, daha çok bir Bektaşi babasına benzetiyorum. Benzetme de değil, ta kendisi: Alçakgönüllü, meyle meyhaneyle barışık, yaşama gülümseyen, bağnazlıkla alay eden bir halk adamı, “seven ve yaratan” bir Anadolu ereni.
Öyleyse sözümüzü onun can dostu Metin Eloğlu ile birlikte hazırladıkları Bektaşi Dedikleri’nden bir fıkra-şiirle noktalayalım:
“ZORBALIK
Ramazan günlerinden birinde
Yan gelip kahve peykesine, Bektaşi,
Nargilesini tokurdata tokurdata
Keyf çatıp düş kurarmış gönlünce.
Ansızın bir subaşı dalmış içeri,
Başlamış Baba’yı paylamaya:
‘Bre adam, sen Müslüman değil misin?
‘Yoksa!..’ gibilerden basmış zılgıdı.
Öteki, süklüm püklüm, “Müslümanım” diyebilmiş.
‘Ne zamandan beri?’ diye asılmış zorba.
‘Kalû belâdan beri’ demiş Baba.
‘O da ne demek be adam?’ diye üsteleyince,
Bektaşi, omuz silkmiş, dayatmış yiğitçe:
‘Kalû ben, bela sen, nerden geldin başıma?
Bozdun düşümü, çek git işine!”
Son yıllarda yaşam biçimimize müdahalede iyice pervasızlaşan, çağdaşlaşma düşlerimizi bozan belalara karşı halkımızın başını kaldırarak “yeter artık” diyeceği günlerin umuduyla...
(*) Oğuz Tansel’in doğumunun 100. yılı nedeniyle düzenlenen anma toplantısında yapılan konuşma metnidir. 28 Şubat 2015 / Ankara. / Afrodisyas Sanat, Mayıs-Haziran 2015, Sayı: 51
A. KADİR PAKSOY

ŞİİRLERİ