BÜYÜK KENTLERİN TERZİSİ SALÂH BİRSEL (*)

Sözlerime Salâh Birsel'in bir sözüyle başlamak istiyorum. 1947'lerde, kendisiyle yapılan bir konuşmada şöyle diyordu Birsel: "Bugünün şairi tabiat karşısında bir sanat adamından çok bir filozofun tavrını takınmaya doğru gidiyor." Bence bu düşüncesini başlangıçtan günümüze dek, şiirlerinde olsun, düzyazılarında olsun, sevecenlikle uyguladı Salah Birsel.

Şiir serüveninin daha ilk yıllarında yakaladığı 'humour'u hem dışa, hem de kendine yöneltmeyi başarıyla sürdürdü. Yaşamını, yaşamının içindeki devinimleri ve çelişkileri ince bir zeka ile serpiştirdi şiirine. Taşlamalarında kendini de koydu karşısına, başkalarına güldüyse kendine de güldü. Kişioğlunun güçlü güçsüz yanlarını sergilerken kendini dışarda bırakmadı. Onun için de kendi şiirsel heykelini yonta yonta, yalın, benzersiz, buruk bir görünüm yarattı.

Şu özelliğini hemen belirtmek isterim ki, mizah, yergi, ince alay, taşlama, humour öğelerine karşın, bir sis gibi, güz bahçelerinde, yol kenarlarında yakılan yaprakların yavaştan tüten dumanları gibi bir hüzün, hatta zaman zaman bir üzünçlülük tüter şiirlerinde. Gizem, büyü, ya da tersine, bir sert söyleyiş'le yakalanmış abartılı sese rastlanamaz Salâh Birsel'de. O, nasılsa öyle olmayı, estetik planda dile getiren bir şairdir. Bu yüzden olacak, şiirlerinde sanki'lere, gibi'lere pek yer vermediği dikkatten kaçmaz.

GÜZİN'İN SONRAKİ YILLARI

Koltuğuna gömülür de Güzin
Derdi ki ihtiyarlıktır önüm
Beni yalnız bırakacaklar ah
Yakında bütün aşıklarım

Kızım sen bilmezsin
Dillere destandım ben eskiden
Benim gönlümü saran çılgınlıklardı
Erkeklerin gönlünü saran ben

Abdülhâk Hâmid’i vardı ya Fatmanımın
Benim de vardı Salâh Birsel’im
İnce olur zeki olur ya her kadın gençliğinde
Ben de beyazdım uyanıktım güzeldim

Ah ah ben evvelleri
Dağda büyümüş fidan gibiydim
Bir rüzgâr esmeye görsün
Tomurcuklanır çiçeklenirdim

Ama şimdi şu koltukta
Bir isteksizliktir bitiren içimi
Saçlarımı şöyle kaldırıyorum ya
Kaldırmasam da olur hani

Nasıl değişti erkeklerin hali
Anlayamadım kızım
Artık Salâh Birsel bile geçmez
Penceremden sanırım

Salah Birsel, Dünya İşleri'nde, Hacivatın Karısı'nda açıkça bir özeleştiriye kaydıysa da, giderek bu tutumunu yürek atışlarından gelen seslerle vurguladı. Ases'de, Kikirikname'de böyle oldu. Haydar Haydar'da ise, duygu ve düşüncelerini - isterseniz filozofça tavrını diyelim - daha bir soyutlayarak renklendirdi. Özellikle Haydar Haydar'da, klasik resmi iyi bilen, ama nonfigüratif resim yapan usta bir ressam gibi kullandı paletini.

SALÂH BİRSEL’İN
SON MACERALARI

Oysa şu şiir göründüğünden de kısadır
Masanın üstünden sarkan göz kızındır
Puselik makamında bir nağme sazındır
Salâh Birsel ofeder besbelli mahzundur
Bir yol iki kalp arasında uzundur
Oysa şu şiir göründüğünden de kısadır

Oysa âşıkları ağlamaklı kılan tasadır
Kız pencerede oğlan pencereden uzaktır
Bir lâf atsın hani yok mu yasaktır
Al götür beni yârin dudağına deyen bardaktır
Bu durum iflâh etmez gayri muhakkaktır
Oysa odayı dolaşılmaz hâle koyan masadır.

Şiirde ses gibi, renk gibi öğeler nasıl bir kullanım değeri taşıyorsa, bence çizgilerden, kütlelerden, yüzeylerden de söz edilebilir. Birsel'de çizgi, daha çok bir karikatür niteliğindedir. Kütleyse, ilk çağ Yunan Heykelleri gibi biraz çarpıtılmış, süsten arınmış bir güzellik taşır. Kimi zaman da bir sahne dekoru çizer bize Salâh Birsel.

HACİVAT'IN EVİ

Hacivat'ın evi
Köşede ufaraktan
Bir tüfek atımı duraktan
Kapı pencere elekten
Döşemeler zemberekten
Dökülmekten
Sökülmekten
İncelmiş süprülmekten

Görüldüğü gibi perde açılmış, Hacivatın Evi en ince aynntılarıyla çiziliveriniştir.

Birsel'in şiiri deyince, nedense hep Daumier takılır usuma. Kişileri, bu usta ressam ve yontucunun kişilerini andırır sanki. Ayrıca Daumier'nin 4.000 kadar karikatür yaptığını da unutmamalı. Bir koşutluk kurarsak, Birsel yazmasaydı da çizseydi, bir Daumier-Birsel yakınlığından söz edebilirdik sanırım.

Öfkesini gülümseme olgunluğuyla törpüler Salâh Birsel. Başta da değindiğimiz gibi, o filozof tavrını her zaman sürükler yedeğinde. BEN eksendir daima. Ben diye konuşur, ben diye gözlemler, ben diye yorumlar, ben diye kurar mısralarını. Güzin üstüne yazdığı şiirlerde bile Güzin'i kendi hayal dünyasındaki gibi, yani isteğince konuşturmaktan vazgeçemez.

Nedense doğaya pek yüz vermez Salâh Birsel. Doğasal sözcüklerle yetinmeyi seçer. Diyebilirim ki, doğa bir eşyadır onun şiirinde, nesneleşmiş bir oluşumdur.

İNSANLAR HAYVANLAR BİTKİLER

Biz dağ eteği orman kenarı su başında şehir kuran
Biz denizde kaptan
Ovada çiftçi
Şehirde işçi olan

Biz otomobil yürüten
Toprak süren
Alış - veriş yapan
Biz balıkçı biz kayıkçı
Biz gülen biz ağlayan biz çıldıran

Bizim her yeni günle geçer elimize
Altın
Buğday
Liman

Aslında büyük kentlerin terzisi gibidir Salâh Birsel, Biçer, diker, söker durur. Yeter ki elindeki iş kıvamını bulsun. Mısra işçiliği, biçim özeni araç değil, amaçtır onda. Şiirinin bütünsel yapısını oluşturan öğeler saydamdır, kurnazca yanyana getirilmemişlerdir. Zihnimiz ilk okuyuşta sindirir, özümler onları. Çünkü saydamlık cam kırıkları gibi parça parça değil, görkemli bir vitray tadındadır.

APOLLINAIRE

Bana Paris'ten haber geldi
Dostlardan biri orada yerleşmiş
Bütün gün bir meyhanede
Picasso’la içiyormuş

On altısında bir midinet
Oynaşıymış şimdiden
Kızcağızla her akşam
Metroda öpüşüyormuş

Zannımca abayı da yakmış
Jacqueline François'ya
Bir şarkı duymuyor mu
Hüngür hüngür ağlıyormuş

Gelen habere bakılırsa
Dostum serseriliğe de başlamış
Ne derler ona Pigal'de
Boyuna bıçaklanıyormuş

Ben de Paris'te olsam bıçaklanırdım
Şaşırırdım yürüyüşümü
Mirabeau Köprüsünü Apollinaire'in
Etoile meydanında sanırdım.

Şiirde yalınlık, ancak olgunluk çağlarında varılan, sayısız deneylerden geçmiş olmanın sonucudur. Çünkü yalınlık gereksiz süsleri kovar. Süs, şiiri çirkinleştiren bir çeşit yazınsal makyajdır. Şu da var ki, yalınlığın bir yanı usta işi şiirse, bir yanı da basitliktir, kolaycılıktır. Salah Birsel bu yalınlığı dengede tutmasını bilen seçkin şairlerimizdendir.

Tavır alma, sözsel jest, şiirin içeriğinden önce, Birsel'in bildiğimiz ya da bilmediğimiz kimliğini düşündürür bize. Yani şiirin özüne varmadan hemen önce, şairin kimliği diyebileceğimiz bir ön duraktan geçmek zorunda kalırız. Ancak kendisiyle tanıştıktan sonradır ki, yolumuza devam edebiliriz. Belki bu saptamada, Birsel'i yakından tanımış olmanın da bir etkisi bulunabilir.

Salâh Birsel'in bir özelliği de, “şiirde cesaret" dediğimiz atılımı başarıyla uygulamasıdır. Bunu, şiirinin daha çok rastlantı bölgelerinde gerçekleştirir. Haydar Haydar kitabı baştan sona cesaretli sıçramalarla doludur. Cesaret, bir bakıma özgünlüğün yapı taşlarından biridir. Birsel için yalnızca, "özgün bir şairdir" deyip geçemeyiz elbette. Kollektif şiir ortamından sıyrılmayı başarmış her şair özgündür çünkü. Ama Birsel'de cesaret bir huydur sanki, daha doğrusu bir mizaçtır.

Salâh Birsel'in şiirlerinde zeka ağır basar. Fikir gelgitleri açıktır, dolaysızdır. Rastlantıyla bilinç yanyanadır onda, içiçedir.

PİNEKLEMEYE ÇAĞRI

Duralım efendiler biraz
Koşmıyalım öyle delice
Yormayalım kalbimizi
Katmerlendirip gerdanımızı
Oturalım efendiler biraz.

İsteyen dikilsin gönlünce
Çökelim biz yere şöyle bir
Açalım ağzımızı ilkin
Gerelim omuzlanmızı sonra
Giderek bayıltıp gözlerimizi
Esneyelim efendiler biraz.

Aldırmıyalım öyle üç beşe
Yayalım göbeğimizi iyice
Dönelim sırtımızı işe akla
Acıyan çıkmaz sonra halimize
Vakitken çocuklar büyükler henüz
Pinekleyelim pinekleyelim
Horlayalım efendiler biraz.

Birsel'in düzyazılarına değinecek değilim. Ancak önemli bulduğum bir noktayı belirtmek isterim. Birsel'in düzyazıları, özellikle son yıllardaki yoğun çalışmaları, bence şiirine de ışık tutmaktadır. Düzyazıları ise şiirinin bir uzantısıdır sanki. Diyeceğim düzyazılarıyla şiirleri arasındaki diyalektik işlerlik, onu bir bütün olarak kavramamızı kolaylaştırmaktadır.

MEYHANE

Ozan André Chénier'yi
İkiye böldüğünden beri giyotin
Kurum satıyorsa meydanlarında Paris’in
Ozan kardeş hadi hop
Sen de uzat boynunu
Eş dost akraba beklemesin

Hadi hop sayın cellâtlar da
Kavuşsun erkenden çoluk çocuğuna
Tarihten anlaşıldığına göre
Sırası suyu yok bu işin
Sokaktan el ayak çekildi mi
Sen de tırt sepete

Ozan kardeş hele hele
Sepete düştükten sonra da
Tut ki sakallarını öyle dipten
Genç sıska dul ihtiyar
Tümü meraklı yurttaşların
Tıraşlı bir baş görsün

Hadi kuzular da meyhaneye

Birsel'in şiiri üzerine çok şeyler söylenebilir. Ben yalnızca bazı yönlerine değinmekle yetindim. Değindiğim noktalar yanlış da olsa doğrularının çağrışımını taşıyabilir. Son yıllarda şiirlerine rastlayamıyoruz. Belki yazıyordur da yayınlamıyordur. Belki de, kimbilir, denemelerinin bir köşesinde dinlendiriyordur onları. Dileğim bu dinlencenin bir an önce sona ermesidir.

(*) Edip Cansever'in 29 Mart 1980 günü Taksim'de Atatürk Kültür Merkezi'nde Sanat İnsanları: 5 adı altında Salâh Birsel için yapılan anma toplantısındaki konuşması.

EDİP CANSEVER
Aydınlanmanın Işığında Sanat
İnsanlarımız II, Salâh Birsel, S. 25-30

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI