Nüket Esen: Şu sıralar babandan kalan bir sandık
dolusu evrakı bana verdiğin
için bir proje ekibiyle beraber bu
malzeme üstünde çalışıyoruz.
Elindeki belgeleri, babandan kalan evrakın
tümünü neden bu zamana kadar ortaya
çıkarmadın? Aslında bunların bir
kısmı zaman zaman S. Ali ile ilgili yapılan bazı çalışmalarda ortaya çıktı, yayımlandı.
Ama galiba sandığın içinden bazı
belgeleri annen ve sen seçerek çalışılmak
üzere verdiniz, ilk defa tüm sandık ortaya
konuyor. Bunu ben hep son on yıl gibi
bir süredir Türk edebiyatının depolitize
olmaya çalışmasına bağlıyorum. Edebiyatçıları
eserleri bağlamında ele almayı,
siyasal kimlikleri ile ele almamayı öğrenmeye
çalışıyoruz gibi geliyor bana. Sence
bu babanla ilgili olarak da söz konusu olabilir
mi?
Filiz Ali: Bu evrakı şimdiye kadar ortaya çıkarmamanın birkaç sebebi olabilir. S. Ali
olayının, ölümünden sonra yaşanan terörün çok uzun sürdüğünü unutuyoruz.
Babam 1948’de öldürüldü. Kitapları
1965 e kadar basılmadı. Az bir zaman
değil bu. İlk basılışı 1965’te Varlık Yayı
nevi tarafındandır. O zaman Yaşar Nabi
dahi “Sırça Köşk”ü basmadı. 1965 ’te dahi
S. Ali’nin “Sırça Köşk”ü sakıncalıydı.
Çünkü vaktiyle toplatılmış. Toplatıldığı
için yayıncılar bundan hâlâ korkuyorlardı.
O kişisel terör o kadar güçlüymüş ki,
otosansür o kadar güçlüymüş ki bir “Sırça
Köşk’’ hikâyesi yüzünden koskoca kitap
basılmıyor. Ve sonunda kitabm ismi
değiştirildi; “Sırça Köşk” hikâyesi atılarak
basıldı. Bu ortamda yaşadığımızı düşünün S. Ali’nin varisleri olarak annemin
ve benim. Değil bu sandığı açmak,
bu sandığı yok addettik uzun bir süre. İyi
ki saklamışız. Türkiye’de çeşitli dönemlerde,
her askeri darbede insanlar mektuplarını,
evraklarını, kitaplarını yaktılar.
Bu sandık yıllardır annemin evindeydi.
Zaman zaman annem bunları elden
geçirip bazı eski yazıları yeni yazıya çevirdi
ve bazı mektupları Atilla Özkırımlı
ile hazırladığımız kitapta yayımladık.
Sonra Türkiye'de depolitize olma veya
apolitikleşme bizi de biraz rahatlattı.
Yalnız bir anlamda da düşünüyorum, biraz
fazla depolitize olduk galiba. Bu yaklaşım
S. Ali’nin siyasal kişiliğini yok addetme
anlamına da gelmemeli tabii. Yani
tam bu sırada sandık ev değiştirirken
ortaya çıktı. Bir de sen çıktm. Açıkçası
ben seni bulana kadar o sandığın içinden
nasıl çıkacağımı bilemedim. Bilimsel bir
şekilde ele alınması gereken bir olay bu,
belgelerin sıralanması, arşivlenmesi, eski
Türkçelerin yeni yazıya çevrilmesi bayağı
bir iş. Senin bu işe peki demenden
sonra sandığı ortaya çıkardım.
Nüket Esen: S. Ali hakkında kitaplar yayımlanmasında da zorluklar vardı herhalde. Babanın vefatı 1948. Hakkında bir çalışmanın
yapılıp yayımlanması 70’li yıllarda
görülüyor ancak. Epey zaman geçtikten
sonra.
Filiz Ali: Kemal Bayram’ın kitabı ilkti. Sonra birkaç kitap daha çıktı. Şimdi senin elindeki belgeler ortaya çıkınca babamdan
kalan evrakın tümü açığa çıkmış olacak.
Nüket Esen: Evet. Yayımlanmamış bazı mektuplar
olacak. Yayımlanmamış şiir veya hikâyeleri
olabilir, bazı dava iddianameleri ve
müdafaanameleri olacak.
Filiz Ali: Evet bunlar sadece babam ile ilgili olarak değil, Türk hukuku açısından da
önemli belgeler olabilir; Türk basın tarihi,
Türk edebiyat tarihi açısından
önemli ipuçları olabilir bunlar. Bir edebiyatçının
hukuki açıdan başına neler
gelebiliyor. Ne kadar traji- komik olaylar
olabiliyor. Ben yeni yeni korkumu atmaya
başladım. Her zaman ağzımdan çıkan her sözden, attığım her adımdan ve
gölgemden hep korktum. Onun için sandığı
açayım mı, açmayayım mı uzun zaman
bilemedim. Ben zaman zaman çeşitli insanlarla tanışırım. 70’li yıllardan
bahsederken bir ara tutuklandıklarını ve
evlerindeki kitapların bir kısmına el konulurken
bunların arasında babamın kitaplarının
da olduğunu söylerler. Yani
1970’lerde babamın kitapları hâlâ sakıncalıydı.
Nüket Esen: Türkiye’de edebiyat değerlendirmelerinin
siyasal olması ya da olmaması konusunda
ne düşünüyorsun?
Filiz Ali: Türkiye’de doğru dürüst bir eleştiri
kurumu yok. Yalnız edebiyatta değil,
hatta belki edebiyat eleştirisi en kuvvetli
eleştiridir Türkiye’de ama sanat eserlerine
gerçekten bilimsel eleştirel yaklaşım
çok az. Sabahattin Ali bir kutuya
konmuştur. O kutu da sosyal gerçekçilik
kutusu. O kutudan bir türlü çıkamaz.
Değişik yönleriyle ele alınmaz. Bunu kıran Berna Moran oldu. Çok değişik bir
yönden ele aldı. S. Ali’yi; natüralist bir
yazardır dedi. Bu tartışılır, ama alışılmışın dışında bir yönden ele alması çok
önemliydi rahmetli Berna Moran’ın.
Nüket Esen: Evet. Zaten Berna Moran’in Türk Romanına
Eleştirel Bir Bakışının ikinci cildinin
alt başlığı “Sabahattin Ali’den Yusuf Atılgan”a. Babanla ilgili makalenin
adı da “Soylu Vahşi Olarak Kuyucaklı Yusuf."
Filiz Ali: Belki başka eleştirmenler de değişik
yönlerden ele almayı düşünmüşlerdir. S.
Ali’yi ama o kutusu çok belli olduğundan
yaklaşmamışlardır. Aslında S.
Ali’nin en sadık eleştirmeni Asım Bezirci’ydi. Rahmetli Asım Bey, S. Ali uzmanıydı;
onunla ilgili çok çalışma yapmış, çok yazı yazmıştı.
Nüket Esen: Seçmek zordur eminim ama şöyle bir
şey sorsam: Babanın en sevdiğin romanı,
en sevdiğin hikâyesi ve en sevdiğin şiiri
hangisidir desem?
Filiz Ali: Kürk Mantolu Madonna’yı, özellikle
bazı bölümlerini döne döne okurum.
Çok severim. Kuyucaklı Yusuf’un bazı
bölümlerini özellikle severim. İçimizdeki
Şeytan’ın da... demek ben seçemiyorum.
Hikâyeleri arasında çok özel ilişkim
olan hikâyeler var. Mesela babamın bana
okuduğu hikâyeler var ki onların yeri
başka.
"Çirkince" onlardan biridir. O
yöre üzerine konuştuğu bir hikâyedir.
Efes’i babamla birlikte gezmiştik. O hikâyede
Efes’i anlatır. 'Hasan Boğuldu”yu
çok severim. Ege mitolojisine babamın
hayranlığı bana da yansımış herhalde.
“Ayran” hikâyesini de çok severim.
Bir de babamın sağlık konularını işleyen hikâyeleri vardır; İronik hikâyeleri.
“Dekolman”, “Böbrek”, “Sulfata”,
“Cankurtaran” gibi. Dayısının özel hastanesi
var. Ankara’da, oradan aldığı izlenimlerle
yazılmış bunlar. “Kağnı”yı da
çok severim. “Uyku” enteresandır.
Nüket Esen: Şiir?
Filiz Ali: Tabii “Dağlar”, “Aldırma gönül aldırma.” Bu sonuncusu artık anonimleşti. S. Ali’nin şiiri olduğunu pek kimse hatırlamıyor.
“Hapisane Şarkıları”nı severim. “Dağlar” iki tanedir. Bir tanesi çok ilginçtir. Babam o şiirde kendi sonunu görmüş gibidir. Şiiri gençliğinde bırakmış S. Ali. Daha çok hikâye anlatmış.
Nüket Esen: En keyifli anın ne babanla ilgili?
Filiz Ali: Efes gezimiz çok keyiflidir. O kadar çok anı var ki. Biz hafta sonları pikniklere
giderdik. O pikniklerde ben hep babamın
sırtında gezerdim: beni omuzuna
oturturdu. Ben dünyayı tepeden seyrederdim
ve çok hoşlanırdım bundan.
Hayvanat bahçesine giderdik ben gene
hayvanları babamın omuzundan, yukardan
seyrederdim.
Ben bir konuya daha değinmek istiyorum.
Şimdiye kadar S. Ali’nin romanlarından,
hikâyelerinden filmler yapıldı.
Erksan, Tuna, Kurçenli yaptı. Hepsi de
çok iyi rejisörler ve başarılı filmler yaptılar.
O kadar sinemaya uygunki hikâyelerinin
yüzde doksanı, ben rejisör olsam
böyle bir madeni çok daha fazla kullanırdım.
Her bir öykü bir film aslında. Mesela
Kürk Mantolu Madonna için çok
proje yapıldı, bir türlü bir film gerçekleştirilemedi.
Çağımız artık görsel sanata
çok yatkın, böyle bir malzeme varken
niye kullanılmasın.
Nüket Esen: Evet çoğu eylem içeren görsel öyküler
Filiz Ali: Bir de tabii hiç eskimeyen bir dil; konular artık maalesef mi desem hâlâ güncel.
50 yıl geçti ölümünden bu yana, yazdıkları
hâlâ taze. Ben Sabahattin Ali’yi
hâlâ çok genç bir yazar olarak görüyorum;
erken ölmenin iyi tarafı da bu olsa
gerek. Hiçbir zaman yaşlanmadı; ihtiyar
bir adam olmadı.
Nüket Esen: Çocuk Filiz için yazar bir baba ne demekti? Baban nasıl yazardı hatırlıyor musun?
Filiz Ali: Her şeyi kafasında tasarladıktan sonra,
bitirdikten sonra yazardı. Yani müsvedde
yapmadan yazardı.
Nüket Esen: Evet, sandıkta hikâyelerinin kendi el
yazısıyla eski yazı müsveddeleri var. Bunlar
gayet düzgün. Üzerinde fazla oynama,
yazdığını çizip bozup, yeniden yazma yok.
Belli ki önceden kafada kotarılmış bu hikâyeler.
Filiz Ali: Şunu hatırlıyorum. Babamın tamamen
etrafından soyutlandığı zamanlar
vardı. Yani duymaz, görmez, belli ki
meşguldü o sırada zihni. Aslında çok konuşan,
çok canlı, hareketli bir insandı
ama böyle sessiz zamanları olurdu. O zamanlar
yazılarını kafasında oluşturduğü
zamanlardı herhalde.
Bir de ayrıntıya,
gözleme çok meraklıydı. Durur bir lokomotifin
altına eğilir, inceler, tekerleklerin
arasına bakar, bu vidalar nedir der,
bir türlü başından ayrılmazdı. Bir ara botaniğe
merak sarmıştı. Bir sürü kitap aldı
ve okudu bu konuda. Bir ara Güney,
Amerika Kızdderililerine merak sardı.
Uzun süre onları araştırdı ve öğrendi.
Dünyayı ve hayatı merak eden, öğrenmek
isteyen bir insandı.
Nüket Esen: Galiba bir yazarın kızı olmak eğlenceliymiş.
Filiz Ali: Çok eğlenceliydi. Babam da bir çocuk
gibi meraklı olduğundan ben de
onunla birlikte çok şey öğrendim. Cici
diye bir Ankara kedimiz vardı. O kedi ile
yatıp, kedi ile kalkardık. Babamla birlikte
o kediyi de insan haline getirmiştik
adeta. İpek böceği besliyordum ben; babam
da onların yaşantılarını inceliyordu.
Sadece Türkiye de ilgili değildi. Bü
tün dünyayı merak ederdi. 1940’larda
And dağlarındaki Kızılderilileri merak
eden bir adamdı.
Nüket Esen: Artık her şey bir fayda için öğreniliyor.
Bilgi bir işe yarayacağı için ediniliyor.
Babandaki saf bir merak, dünyayı öğrenme
arzusu gibi görünüyor.
Filiz Ali: Evet babamın yaşadığı ve bana zaman
zaman anlattığı dünya çok genişti.
Sadece Ankara, İstanbul, Türkiye değildi.
Bana Tolstoy’u ve romanlarını sadeleştirerek
anlatırdı. Goethe’nin Faust’unu
sadeleştirerek anlattığım hatırlıyorum. O zamanki kıyafetleri anlatırdı;
o insanların nasıl yaşadığını, mesela mutfaklarının
nasıl olduğunu, ne yiyip ne içtiklerini bir masal gibi anlatırdı bana.
Çok zengin bir çocukluk geçirdim;
babam öldürüldükten sonra hayatım
aniden çok tatsızlaştı.
NÜKET ESEN
Cumhuriyet Kitap,
26 Mart 1998, Sayı: 423, S. 6

ŞİİRLERİ