Ruhsatî'yi kuraklıktan çatlamış topraklar gibi çizgi ve çillerle dolu yüzlü, Türkmen çakırı gözlü, sarı sakallı, uzun boyunlu ve çektiği onca çilenin altında bükük belli bir ihtiyar olarak, tarif ediyorlar.
Anadan ve babadan yoksun kalışın arkasından daha çocuk yaşından itibaren hayatın yükünü omuzlamış ve kendi çabasıyla âşıklığı ve tasavvufun derinliklerini öğrenmişti. Acı olaylar yaşamış, evlendiği hanımları kaybetmiş,
oğlunun mutsuzluğu ve erken ölümü ile son darbeyi yemişti. Bütün bunlara
inancının verdiği manevi güçle dayanabilmişti.
Karşılaştığı felaketler, çektiği yoksulluk ve yoksunluklar kişiliğini pekiştirmişti.
Ruhsatî uzağı görebilme, olacakları önceden sezebilme, kestirebilme gücünü kazanmış ve buna uygun davranabilmişti. Sağgörülüydü. İhtiras sahibi değildi. Olmayacak şeyler için kendini, için için yiyip bitirmeyen, hırsının
kölesi olup, şükretmeyi ve sabretmeyi unutmayan birisiydi.
"Kimisi naz ider kimisi niyaz
Kimisi gıybet eyler kimisi gammaz
Kimisi kin ider kimisi garaz
Gazâya râzı ol belâya sabır..."
İçinden gerçek anlamda iman etmemiş, dışından Müslüman görünen kimselere, çıkarı uğruna kendini Müslüman göstererek Allah'a, Resûlüne ve müminlere düşmanlığını gizleyenlere, takiyyeciler, münafıklara ve gammazlara
kızar hatta küfrederdi:
"Bir münâfık bir gammazın
Terki salât beynamazın
Üçünün meyyit namazın
Kılanın da avradını..."
Ruhsatî, alçak gönüllüydü. Dünyaya niçin geldiğini, nereye gideceğini
bilenlerdendi. Ölüm olayını ve bundan çıkarılması gereken ibreti hep düşündü.
Bu düşüncede aşırılığa vardığını söyleyebiliriz. Onlarca şiirinde bu konuyu işledi:
"Dünyanın mekrine meylini verme
Sen de kurtulamazsın mevtin elinden
Ben filanım deyi göğsünü germe
Sen de kurtulamazsın mevtin elinden ..."
"...Gördün mü dünyada eğlenip kalmış
Saraylar yaptırıp bermurad olmuş
Bir gün de derler ki Ruhsatî ölmüş
Nice şairanlar gitti gelmedi"
"Aldattı da şu dünyanın geçimi
Kadir Mevlâ'm affeylesin suçumu
Kapıdan çekerler bir gün göçünü
Musallaya uğrar belin bir zaman."
"Can boğaza gelip öldüğüm zaman
Yazıyor ölmüş deyu duyarlar bir gün.
Rahat döşeğine girdiğim zaman
Dünya ziynetini soyarlar bir gün...."
"..Eğer yok ise imanın
Cehenneme varır canın
Semaya çıkar figanın
Yakacaklar unutma ha
Ruhsatî ölüm korkusu
Sen ıslah eden herkesi
Kaldır dünyadan hevesi
Görecekler unutma ha"
Ölmek, teneşire konmak, toprak olmak kabir azabı ile karşı karşıya kalmak, sürekli işlediği konulardandı. Bu gerçeklerin bilinci içinde, gönlünü frenlemesini biliyor, bilmeyenlerin gözünün önündeki gaflet perdesini açmaya çalışıyordu:
"Daha senden gayrı âşık mı yoktur
Nedir bu telâşın ey deli gönül
Hele düşün devr-i Adem'den beri
Neler gelmiş geçmiş say deli gönül
Günde bir yol duman çöker serime
Elim ermez gidem kisb ü kârıma
Kendi bildiğine doğrudur deme
Var iki kâmile uy deli gönül...."
Toprağın, dağların adamıydı. Toprak alçak gönüllüğün simgesiydi. Dağ gibi başını dik tutmazdı. Acıları taşıyabilmekte, yüklenebilmekte, dayanabilmekte toprak gibiydi. Kibirli olmayı sevmezdi:
"..Alçak yürü vezir olma Ruhsatî
Her bir ayba nazar olma Ruhsatî
Pek öyle kibirli olma Ruhsatî
Bir gün olun iki taşlı mezar hey"
Ruhsatî, anlama ve söz dinleme yeteneği olan birisiydi. Haramdan, koğ ve gıybetten kaçınmış; sır saklamasını bilmişti. Kimsenin azına çoğuna karışmamış; kimsenin malına göz dikmemişti. Kanaatkardı. Ezile büzüle, sıkınarak
yörenin zenginlerinden Ahmet Ağa'dan bir hımar yani eşekle bir ayran anası yani inek istemişti:
"Ruhsat'ın çökmeden çürük binası
Ne keşi bulunur ne tarhanası
Ya bir hımar ya bir ayran anası
Bağışlasan almam şal Ahmet Ağa"
Çalışkan olmayı, dürüst olmayı, azimli, sabırlı ve metin olmayı, kendine güvenmeyi öğütlerdi. Seher vakti uyanık olmanın yararlarını, uyumanın
fenalıklarını anlattı. İnançlı olmanın bütün niteliklerini yerine getirendi. Samimi bir Müslüman'dı. İslâm Peygamberini aşk derecesinde sevmişti:
"...Mustafa'nın aşkından Ruhsatî oluyor deli
Mustafa'ya "hu!" çekerler cümle melek hep veli
Ben de bir cân ile başı meydana koydum beli
Dihânı nur hadisi nur Mustafa'dır Mustafa"
Ruhsatî'nin şiirlerinden büyük bir bölümü türlü nasihatlere, yokluk ve yoksulluklara aitti. Fakir olmasından yakınan sayısız şiiri vardı. Yokluğu
hayalleri ile vara çevirip teselli olmasını bilenlerdendi. Tadamadığı ancak
yalnızca hayal ettiği yemeklerle ilgili destanlar düzmüş. Bazen Tanrı ile söyleşmişti:
"Ya ilahi görünmezden bir devlet
Zekatını veremezsem geri al
Helalinden dört öküz ver yarabbi
Koşup çifte süremezsem geri al
Yoksulluğu ezberledim nideyim
Verin aşkın badesini yutayım
Biraz altın ver ki hacca gideyim
Bu kavl üzre duramazsam geri al ..."
Görüldüğü gibi Ruhsatî her konuda şiirler söylemişti. Ramazaniyeleri olan
ender şairlerden biriydi. Bir ramazana daha kavuşmanın sevincini yaşayan ve
şükredenlerdendi:
"On bir ayın serfirâzı Ramazan
Eriştirdi Rahman elhamdülillah
Firak-ı hasretin yaktı el -aman
Kavuşturdu Rahman elhamdülillah
Tutalım orucu vurunak tacı
Kılalım salatı geçelim sacı
Yetirip ta'amı olalım hacı
Kavuşturdu Rahman elhamdülillah.."
Pek çok âşıkta rastladığımız gibi, aşk, doğa, öğüt, taşlama ve tenkit, mistik
düşünce fanilik olmak üzere dert, şikâyet, dilek ve gurbet konularındaki şiirleri çoğunluktaydı.. Gurbet şiirlerinde turnaların ayrı bir önemi vardı.
Çünkü onlar sılâyı gören ve haber getirenlerdi:
Telli turnam gelişiniz nereden
Yâr köyüne uğradı mı yolunuz
Bir haber isterim gül yüzlü yârdan
Kerem eyle lâl olmasın diliniz ..."
Fakirliğin ve züğürtlüğün en gerçekçi destanını yazan âşıkların başında Ruhsatî geliyordu. Zengin ve züğürdün arasındaki farkları güzel örneklerle
gözler önüne serdi. Sivas Valisi'ne yazdırdığı dilekçede bakın durumunu nasıl
anlatmıştı. Bu durum yalnız kendisinin değil, bütün bölge insanlarının durumuydu:
"Paşam aratmışsın kemter kulunu
Gice gündüz bekliyordum yolunu
Bir lira "taksidin" bir kaç pulunu
Bile bulamadan geldim efendim
Bülbül figan eder gülistan ağlar
Yedi baş külfet var gözü kan ağlar
"Öküzüm" tek kaldı meydanda ağlar
Ne yaman dertlerde kaldım efendim ..."
Ruhsatî'nin yaşadığı yerler kış mevsiminin uzun, ürünün ekilip biçileceği ve hasadın alınacağı bahar ve yaz mevsimi oldukça kısaydı. Başka yerlerin ilkbahar ve sonbahar mevsimlerinin yarısı, Kangal ve Deliktaş köylerinde kış
mevsimine eklenmiş gibiydi. Bu nedenle bahara, yaza erişebilmek, yöre insanına sevinçlerin en büyüğünü yaşatırdı. Artık açlıktan telef olmak üzere olan hayvanlarını otlaklara çıkarabilecekler, gözleri yeşile doyacaktı. Bu
nedenle Ruhsatî kış aylarından kurtuluşu bir çok şiirinde dile getirmiş, sevincini mısralarda yansıtmıştı:
"Göller dalgalanup kazı gözlerdi
Gönül allı pullu kızı gözlerdi
Sevda çekenler de yazı gözlerdi
Şükür Yaradan'a yine yaz geldi
Vakit yeli esti karlar eridi
Hicâbından kar çiçeği farıdı
Nergiz yaprağını çekti yürüdü
Şükür Yaradan'a yine yaz geldi"
Karakışın eksik olmaz dumanı
Zemheri de hiç vermiyor amanı
Yine mart ayının vardır imanı
Gözyaşı dökerek selli yaz geldi
Misafir alıyor dağların başı.
Şükür gitti evden kışın telaşı
Yaz çiçeği çiğdem gösterir başı
Usul boylu ince belli yaz geldi..."
Ruhsatî Anadolu insanının sorunlarını, dünyasını, gerçekleriyle yansıttı.
Gerek halk şiiri geleneğini koruyarak söylediği koşmalar içinde, gerek
destanlarında toplum adına taşlamalar, iğnelemeler vardı. Salgınları, kıtlıkları,
savaşlar karşısında bölge halkının düştüğü sıkıntıları dile getirdi. Bunları
yerine getirirken tarih belirtmeyi ihmal etmedi.
AHMET ÖZDEMİR
Âşık Ruhsatî, S. 117-122

ŞİİRLERİ