KIZIL GÜL OLMAYAYDI
Gece, kapım vuruldu
Acaba kimdi gelen,
-Kimsin
-Ben
Açtım kapıyı
Baktım
Baktım
Hayır, tanıyamadım,
Karanlıktan korkan bir çocuk gibi
Çekildim adım adım,
Belki de ışık azdı,
Yılların ötesinden
Gelen yorgun yolcuyu
Böyle zayıf ışıkta
Tanımak imkânsızdı,
Başımı kaldırınca
Gözlerim bir anda
Gözlerine ulaştı,
Sanki birisi, aniden
Eski, tanış kitabın
Sayfalarını açtı,
Ve birden kapandı kitap
Şimdi yiğitsen, oğul
Bin bir varak içinden
O sayfayı bul,
- Selam
- Selam, buyurun
Sırtında yamalı palto
Başındaki eski şal,
Ne ipekti, ne de yün,
Saçları, ağarmış
Yıllara bağlı kalmış,
Parlaklığını kaybetmiş
Gümüş gibi,
Gözleri, bir çift yıldız
Kuyuya düşmüş gibi,
Malûmdur ki ak saçlar
İnsanları ayıran
Bir işaret, nişan değil,
Ne ipek ne yün olan
Siyah bir şal da…
Karanlık bir gecede
Dalgaların köpüğü
Bir işaret olur mu,
Yolunda gemicinin,
- Paltonu ver, asayım
- Hayır, hayır
Kendim asarım, gardaş,
Kendi astı paltoyu
Sonra da yavaş yavaş
Odada göz gezdirdi
Dudakları titredi,
Ve birden yüzüme baktı
Sanki o an
Oyuncağı kırılan
Bir çocuk gibi
Hıçkıracaktı
Bıraksan
İçli içli
Ağlayacaktı
Bir süre dinlendi,
Sonra hafif bir tebessüm
Kondu dudaklarına,
O an hatıraların
Karmaşık yollarında
Bir fener yanıp söndü
O, aydınlık içinde
Görünen her ne ise
Bana tanış göründü
Bana aziz göründü,
Mümkün müydü, bir ağır
Mezar taşı altından,
Yıllar önce yok olan
Bir insanı kaldırıp
Bu güne getireler
Uzak nisyan denizinin
Soğuk dalgalarından
Çıktı
Geldi,
Karşıma dikildi
Hatıralar,
Yıllar devrildi geri
Hatıralar, yılların
Ardından aştı geldi,
- Siyah saçlar
Hazin, gamlı bakışlar
Bir de
O saçların gölgesinde titreyen
Seni okşayan
Sana sevgi destanı söyleyen
Eller,
Onun elleri,
Bir çocuk gibi ağlamaklı
O zavallının elleri…
- Tanıdınız mı, dedin
- Tanıdım, geç içeri
Bu sen idin
Dilber
Mikail Müşfik’in Dilber’i (*)
Baktım sana
Bilmiyorum, bir saat
Ya da bir an,
Heyecanla
Hayran, hayran,
Sanki
Karşımda canlanan
İnsan değil, suretti
Yarı aydınlık dairede
Sesimizi işitti,
Koşup geldi eşim, şaire de
Görünce seni, birden
Şaşırdı, dondu kaldı
Sonra açıp kollarını,
Kırılmış bir dal gibi
Senin boynuna saldı,
Yüzünü çevirdi yana
Vücudu titredi, esti
Sen de eş oldun ona,
Sanki gözyaşlarınız
Sözün yolunu kesti
Döküldü damla damla
Dert ki oyun oynar
Adamla…
Neden sonra
Sanki dili açıldı,
Kendine geldi
Hayli baktı gözüne
- Hoş geldin Dilber, dedi
Sanki O, da
O sert boranda, karda
Yollarına ebedi
Hicran gölgesi düşmüş
O kederli, korkulu
Ümitli uzaklarda
Bizimle birlikte sevindi
Bizimle kederlendi,
- Gel azizim, dedi, gel
Ömrün vefası budur
Gel, otur
Çöktü ortalığa
Derin bir sükût
Aciz bir düşman gibi
Merhametsiz amansız
Bir sükût
Nihayetsiz, zamansız
Bir sükût
Ah,
Bu sükûtun dili yansın
Yakar bizi köz gibi,
Yakar
Nadan ağızlardan
Çıkan söz gibi
Elime köz alıp ben
Tutabilirim
Bir zaman
Bırakmam kor ateşi
Dişlerimi sıkarım
Ne kadar sızlasa yaram
Ne kadar çok yansa da
Bir iki saniye
Tutup nefesimi
Asla çıkarmam sesimi
Lakin böyle bir sükûta
Ne tabanım var
Ne tavanım
Ne de kararım,
Sanki
Dil dil sesleniyor
Her bir hücremde
Göz göz olan yaralarım,
Konuş
Bir söz olsun
Hiç olmazsa
Sitem et bana,
Kına,
Konuş
Bir şeyler söyle
Kurtar beni bu gamdan
Merhamet eyle,
Gözlerinde nefrete razıyım
Sözlerinde hiddete razıyım
Bakma böyle melül melül
Gözlerini yollara diken
Ümitsiz gibi,
Öfkeni biriktir içinde
Ve çevir en acı sözlere
Bıçak gibi
Sapla göğsüme,
Bir tokat gibi vur
Yüzüme
Bir taş gibi at üstüme
At üstüme deste deste
Duysun herkes
Yeter ki bu sükûtu kes
Konuş,
Söyle…
Susuyor oda
Susuyor hava
Susuyor duvar
Susuyor tavan
Susuyorsun sen de,
Ben derdini biliyorum
Sen söylemesen de,
Istırabı tebessüme çevirip
Uzun yıllar boyunca
Bekledin sen,
Şimdi korkuyorsun
Bütün olup biteni
Hatırlayıp, söylesen
Belki de o sözler
Yakar, dilini kül eder,
Bir kelime olsun söyle,
Sor
Birazcık konuş
Yoksa senin hediyen
Bu hüzünlü sükût mu,
Bu mu gamlı yollardan
Geçirip getirdiğin,
Yoksa mosmor olan
O dudaklarınla sen,
Yılların acısını
Bu taş gibi sükûtun
Ardında mı sakladın
Bu yüzden mi susuyorsun,
Gözyaşına hasret kalalı
Yola bakan o gözlerin
Feryat alevlerinde
Yanıp küle dönmüştür
Tüm arzuların
Ümitlerin
Sözlerin
-Ne olur, diyorum
Ne olur
Bir kez konuşsun
Sorsun,
Yok,
Susuyorsun…
O zaman beni dinle
Sözlerime kulak as
Anla beni ne olur,
Sabret, sözlerim
Dağınık olursa biraz…
Bakü’ye yeni gelmiştim
Yeni işe girmiştim
Başımda köy havası
Bir de her riyadan uzak
Gençlik sevdası,
Hem saf kalpli idim
Hem de gururlu,
Şüphe ile bakardım
Her mini etekli kıza
Her saçı uzun oğlana,
Bir gün tanıştık onunla
Bir yaz sabahı
Genç İşçi’de,
Hemen merhem oldu
Birbirine
Gönlümüzün gözü de
Kalbimizin özü de,
Ben tashih ederdim,
Cildim bozulur diye
Aylarca çay içemeyen
Elif’i, Be’den seçemeyen
Nazik, sekreter hanımın
Birbirine kattığı varakları,
Dışarıda ılık bir güneş
Ağaçlara yaprak yaprak
Çiçek çiçek
Paylıyordu baharı,
Masamın yanına geldi,
Ve elini uzattı, dedi
- Mikail Müşfik,
Sonra ilave etti,
- Şairsen, oğul
Adıma kafiye bul,
Dedim
- Ağırdır bu yük!
- Aferin, aferin diye
Güldü, kendinden geçercesine
Bu beklenmedik kafiyeye,
Sonra arkadaşlarıyla çıkıp gitti,
Dostluğumuz
Böyle başladı
Sonra da yıllar boyu
Şiirin sesi
Şiirin nefesi
Şiirin tadı
Besledi bu dostluğu,
Bahar oldu, kış oldu
Yağmur oldu, yağış oldu
Ayrılmadık bir daha,
O gün
Tanıştığımızda biz
Odada talihi kötü
Bir şair daha vardı
Çabuk öfkelenir,
Çabuk kızardı,
Şimdi yok o şair de,
Fırtınalı yıllar onu
Yaralı av gibi
Önüne kattı,
Ömrünü parça parça
Tike tike koparttı,
‘Vatan haini’ dediler, ona
Bin bir iftira attılar
Bin bir kara çaldılar
Ailesine, ecdadına,
O, genç ömrünü
Kurban etti
Vatan yolunda,
Çiçekli bir bahar akşamı,
Ah, herkes olabilseydi keşke
Onun gibi vatanperver,
Onu yuttu cephede
Lavlar, alevler
Evet,
Hayatın bir diyeti var
Gamlı bir hikâyeti var
Az değildi dostlar
İyisi
Kötüsü
Benim de onun da dost sandığı…
Lakin ağır oluyor güzel dostun
Ölümü, ayrılığı
Dostumuzun biri de
Şakacı bir adamdı
İddiasız, kibirsiz
Yüzü güleç
Kalbi temiz
Ama birazcık hasis
Birazcık diyorum, çünkü
Ondan hasislerini gördüm,
Bir tek kelamı vardı
Cömertlikle paylardı
‘Gam sizden uzak olsun’
Evet, böyle bir dostumuz vardı
Sevinince sevinirdi bizimle
Üzülünce üzülürdü
Sözleri de tatlı, şirin
Ancak tez attı
Taşını şiirin,
Şiir meydanında
Pek göze çapmadı adı
Belki bu da onu
O belalı yılların
Tufanından sakladı,
Duldalandı
Sakin mahallesinde nesirin,
Ömrünü tamamladı
Yel vurdukça sarsılan
Bir kulübede,
Üstünde eski bir hasırın,
Bir daha vardı
Kaşları çatık
Azgın suratlı
Herkes haksız
Bir O haklı,
Yettiğine uzanır
Yetmediğine taş atardı,
Düşman bildiğine, amansız,
Dosta yavaş atardı
Ama atardı,
Hem şaire
Hem romancıya
Hem münekkide…
Dili de tatlıydı,
Sanırsın şekerli badem içi
Şiirimize
İçten yaklaşırdı
Doğru söylese de
Söylemese de
Dediklerine yürekten inanırdı,
Biri daha vardı
Konuşunca
Dili dudağı titrerdi
Ne düşmanlığından korkulurdu
Ne dostluğu muteberdi,
Hem şiiri dillerde gezerdi
Hem adı,
Ne yazık ki
Bir sırrı, bir haberi
Beş dakika olsun
İçinde saklamadı,
Biri daha vardı
Allah göstermesin
Birden aklımdan çıkar
Adını anmadan geçerim,
Onun adını anmazsam
Bu diyardan göçerim,
Muteberdir doğruyu söyleyen insan,
Ne yalan söyleyeyim
Bir tek ondan korkarım yeryüzünde
Bir tek ondan,
Ne gücünden dolayı
Ne bildiğinden
Kötü söylese de
“Can” dese de
Batardı dilindeki iğne
Gün olur yanından
Bismillah deyip uzaklaş
Gün olur, sessiz sakindir
Yaklaş,
Bir de şair yürekli
Bedbaht adam
Adaletsizlik olur
Eğer adını anmasam
Evet, şair idi
Nağmeleri
gah coşkun sel olurdu
Gah deli bir yel olurdu
Gah inlerdi hazin hazin
Savrulmamış harmanıydı şiirimizin
Şiiri, derlerdi, biraz garipti
Biraz da basit kaldı
Yüz adamın çekemeyeceği
Eleştiri yükünü
Tek başına göğüsledi
Kendi boynuna aldı,
Şulesi kendi dibini
Aydınlatmayan adam,
Ağzına kötü söz almadan
Ayağına balta vurmadan
Rahatlamayan
Bedbaht adam,
Gâh dolaştı
Gâh dalaştı
Endişeyle yaşadı,
Gâh dilini yaktı sözü
Gâh gözleri yaşardı
Hadi’ye, Khaadi dedi
Şeytana Çort
Zamanın tekerinden yapışan
Sanço’suz
Rossiant’sız
Don Kişot,
Üstüne çirkef attı
Nice soyu na malûm
Nice içi çürümüş tohum,
Dostlarımız çok idi
Eskisi
Yenisi vardı,
Onlar ki şiiri, sanatı
Çok seven adamlardı,
Yalandır, hayır, yalandır
Dostluk ne üç elmadır
Ne de kabzasından
İki elle kavranmış hançer,
Dostluk asla kırılmaz
Büyük amaç uğruna
Atan, yürek ipiyle
Bağlanmış ise eğer,
Dostluk var ki
Tufanlar, fırtınalar
Deviremez, yıkamaz
Dostluk var ki
Zamanın sınavından çıkamaz,
Dostluklar çeşitli olur
Tıpkı düşmanlık gibi
Dost var ayrılmaz senden
Kemikle ilik gibi,
Dost var, sadece adı dost
Kendi sonbahar yeli
Bahar bulutu gibi
Tez coşar, tezce soğur
Her arzusu, emeli,
Dostluk yanan ocaktır
Gür olursa alevi
Onu daha da coşturur
Aniden çıkan rüzgâr,
Ocak külhana döner,
Közünü kül örterse
Duman bastırırsa alevi
Hafif bir yelde söner,
Küsenler de oldu
İnsan muhabbetine,
Az mı gölge saldılar
İnsan ünsiyetine
İnsan sadakatine,
Namertsiz devir mi var,
Hangi ülkede yok,
İyi ki
Mert insanlar
Namertlerden daha çok,
Hatırladım geçmişi
Dostu
Yarım dostu
Çeyrek dostu,
Kimisi yürek dostuydu
Kimisi ekmek dostu,
O günler şimdi
Geçmişte kaldı
Dağ eteğinde
Kalan taş gibi
Kesek gibi
Tarihte yok bir zirve
Bu güne kadar
İnsanın ulaştığı
Yüksek gibi
Bir zaman geldi ki,
Araya girdi haydutlar
Sanatı yumrukla
İlhamı zindanla korkuttular,
Bir de baktın ki
Elde mühürlü berat
Geldi edebiyat zorbaları,
Bağırdılar,
- Hey, fe-ra-gat…
Kim sıraya dizilmedi
Yaranmanın kirli dilini bilmedi
Bin bir bela geldi başına,
Nice mert oğulların
Adı silindi
Dirilerin bağından,
Yetmiş günah astılar
Her bir ayağından,
Belki şimdi bile
Bu dert dolu sözlere
Farklı anlamlar vermek
İsteyenler bulunur,
Çevirip asıl amacın
Önünü arkasını
Bağlarlar dilini, elini
Top ateşine tutarlar
Asil insan emelini
Güzel insan hayalini,
Sınırlarımızdan öte yanda
Kirli arzularını
Kanlı ümitlerini
Bir yarasa gibi
Döküp ortaya
Ah, vah eden ağalar!
Bizi aldatamaz artık
Şüpheli gözyaşları
O, bestesi sahte
Mersiyeler, ağıtlar,
Sırıtarak, gülerek
Kuyruk takmayın
Şairin her sözüne,
Düşüncesine
“- İşte
Zavallı şikâyet ediyor
Hayatından, zor gününden
Bahsediyor bak,
Istıraplı yıllardan
Ölümden, sömürgeden
Hi... Hi…
Edebiyat zorbaları
Sağır olsaydık, işitmeseydik bari”
Hayır, hayır
Biz deyince “zorbalar”
Dudak bükmeyin ağalar
Kaşlarınızı çatıp
Söze söz katıp
Telaş etmeyin,
Olan bitene göz yumup
Alıp başınızı gitmeyin,
Bu zorbalar,
Rütbe uğruna yorgalar
Takla atarlar,
İçki meze dostundan
Bir de resmi postundan
Başka
Kimseyi temsil etmeyen
Hayata, insana
Sanata
At gözlüğüyle bakan,
Komşunun suyunu çalıp
Kendi bağına
Su bırakan
Soysuzlardı,
Mesleksiz, eli boş
Avare yurtsuzlardı,
Biz “zorbalar” derken
Dili vatan, halk demekten
Nasır tutan (!)
Güçlüye kuyruk sallayıp
Güçsüzü yılan gibi sokan,
Yüksek rütbeliler karşısında
Alçaldıkça alçalan,
Vicdanı da kalbi gibi
Yağ bağlayan,
Veli nimetinin
Her sözüne alkış çalan
Yaramazları diyoruz,
Güzel insanlar arasında
Ayrık gibi kök salan,
O, aklı güdükleri
Budaklı kütükleri
Madrabazları diyoruz,
Bizi sanat cephesine
Kendi halkımız gönderdi,
Biz iyi biliyorduk
Zorbalar, soysuzlar
Gelip geçerdi,
Evet, işte böyleleri
Aramızda tek tekti,
Tarlada diken gibi seyrekti
Ancak diken az olsa da
Bu bağda, bu bahçede
Kime, neye gerekti,
Yazık
Yazık ki
Kökü kurutulamadı daha
Cüzamın
Kanserin
Vebanın
Kökü kurutulamadı daha
Namerdin
Rüşvetçinin
Riyakârın,
Neylersin
“İnsan” diye bilinir
Beşerin, kötüsü de hası da
Rutubetli meclislerin
Maskara İblisi de,
Söz uzadı galiba
Maksattan uzak düştük
Kulak as
Dinle bacım,
Gamlı söz intizarsız olmaz
Sinede kanarsa yara
Dolu olursa yürek
Anlatıp boşaltmak gerek,
Dedim ya
Bir yaz sabahında
Tanıştık onunla
Dedik, ömrümüze
Nurlu seher doğacak
Sevincimiz büyüyüp
Nehir olacak
Ne bileydik
Nerden bileydik ki
Uzun yıllardan sonra
Gün gelecek,
Yediğimiz, içtiğimiz
Zehir olacak,
Evet, bir yaz günü
Tanıştık onunla
Bahar oldu
Kış oldu
Bir daha ayrılmadık
Yarım ekmeğimizi
Böldük de yedik,
Şiirler okuduk
Türkü söyledik,
Cebimiz paradan azattı
Gönlümüz gamdan,
Ben onun akıcı şiirinden
Haz alırdım,
O benim nağmemden,
Ne hayatın yakıcı güneşinden
Kaçıp gölge aradık
Ne çekti bizi
Sakin, tufeyli hayatı
Yosunun,
Biz emir eriydik
Bir ülkü ordusunun,
Usta değildik daha
Sanatta, şairlikte
İlhamımız hayattaydı
Gücümüz birlikte,
O, herkesten sadeydi
Herkesten açık yürek,
Küçük çocuk gibi inanan
Bir yetim gibi ürkek,
Dilindeydi çoğu zaman
Öfkesi, hiddeti
Hem incecik, nazikti
Hem de hayli asabi,
Bazen
Ateşten diliyle
Rakibini dağlardı
Bazen
Bir acı sözden incinir
Çekilip köşesine
Sessiz sessiz ağlardı,
Bazen kızıp
Bir tek diken için
Bütün bağa söverdi
Bazen
Sahte bir gülüşe inanır
Düşmanını överdi,
Dostuna sadakatli
Yüreği yumuşak idi
Bilmem nasıl anlatayım
Yaşlı bir uşak idi,
Sık sık şiir okumaya
Çağırırlardı, giderdik
Mektebe, fabrikaya
Köylere, kasabaya,
Salon donup kalırdı
Keskin, kılıçtan ince
Alevli mısraları
O, meclise dökünce,
“Oku tar, oku tar,
Seni kim unudar”
O ateşten mısrayı
Tekrarlasak yeri var
“Seni kim unudar,”
Gözlerini yumardı
(Böyle bir huyu vardı)
Okurdu ezberinden
Bir kelime unutmadan,
Hayran kalırdı insan,
“Fikrim, hissim, hayalim
O kadar yükseldi ki
Bizden evvel ne gök
Ne yer ne toprak olmuş
Ne ağaç dallarında
Bir yeşil yaprak olmuş,”
Şiiri ahenkli, akıcı
Sözleri aydın, açık,
Belki o, böyle güçlü
Bir şair olamazdı,
Bu halk
Bu toprak
O yeşil yaprak
O aydınlık seher
Bir de sen,
Dilber
Bir de sen, olmasaydın,
Severdi onu
Şehirli, köylü
İşçi, amele,
Bu gün olmuş gibi
Gözümün önündedir hele
Bir şiir gecesinde
O, şiir okuduktan sonra
Bir ihtiyar petrol işçisi
Çıktı sahneye
Yaklaştı ona
Gözlerine hayli baktı
Sonra bağrına bastı onu
Dedi
- Sağ ol, ay bala,
Elinin tersiyle sildi
Sevinçten ıslanan gözlerini
Ve tekrar etti onun sözlerini
“Oku tar, oku tar
Seni kim unudar”
Ömrümüzün sayfaları
Aynı renkte kalmadı
Nağmeler aynı demde
O ahenkte kalmadı
Sevincimiz de oldu
Kederimiz de
İnsandık biz de,
Aklımdadır
Penceresi, döşemeden
Bir karış yukarda
Bir oda,
El vurunca tay gibi
Kişnerdi kapıları,
Bir kazma vursan
Temelden sökülürdü
Sokaktan geçse biri
Sıvası dökülürdü,
Açılırdı kapısı
Dokunsa seher yeli
Otururduk odada
Müşfik deli
Ben deli,
Bazen sabahlara dek
Şiir okurduk
Neşeli, neşeli
O deli
Ben deli
En zengin soframızdı
Bir parça köy ekmeği
Bir dilim
Reyhan kokulu
Gence peyniri,
Çizmemizde bağ yerine
Adi Zive kendiri,
Bir liraya kurtarırdık günlerimizi
Gıdamız
Şiir idi
Ben söylerdim
O söylerdi,
Fuzuli, Nedim, Puşkin
Bayron Sabir Natevan
Başımızın üstünde
Kılıç gibi
Sallanırdı tavan,
Çay şekersiz
Ekmek yavan,
Kâğıtlar tomar tomar
Top top
Gözlerimizi dikerdik varaklara,
Masamızın üstünde
Lermantov,
Demon: Tamara
Bir de Ruhulla
Greh: Günah
Greşniy: Günahkâr
Sonm: Güruh
Duh: Ruh
Söyleyip
Türkçe konuştukça İblis
Çocuk gibi alkışlar
Gülüşürdük biz,
Ümidimiz gerçekleşince,
Böyle geçerdi günlerimiz,
Ben çay tiryakisiydim
O da, sigara,
Bir satırı bitirir bitirmez
Yüzüme bakardı
Bakardı, gözlerinde sevinç
- Yorulmadın mı hiç?
Ben anlardım halinden
- Tamam, haydi bir sigara iç,
Ama sen
Söz vermiştin
Artık içmeyecektin
- Kendime söz verdim, yarın
Bırakıyorum, tamam
- Peki, niye yarın?
Bu gün olmaz mı, diye
Sorardım,
O gülerek
- Yarın, derdi, yarın,
O, her gün
- Yarın bırakacağım, derdi
Sigara içenler bilir
Bu bir aldanıştır
Bir büyük tesellidir,
Sigaranın dumanı
Tavana çıkardı
Kıvrıla, kıvrıla
O, sayfaları karalardı hep
Duyulmuş mu şair eli
Şiir yazmaktan yorula,
Günlerimiz bir demde geçmedi
İyisi de oldu kötüsü de
Sefili, ayıbı da
Gönlün kazancı da oldu
Ömrün kaybı da
Tartıştığımız da oldu
Söyleştiğimiz de
Çünkü
İnsandık ikimiz de,
Ömrün çetin yollarında
Tereddütsüz bölüştük
Sevinci, ihtiyacı
Anama “Ana” dedi
Bacıma “bacı”
Dostları çoktu
Bütün iyi insanlar gibi
Yüreği temiz,
Gönlü zengindi
Bahar gibi
Ulaşılmaz değildi
Şairlerden biri,
İyi insanlardan
Biriydi,
Her şeyden daha çok
Şiire bağlı
Şiirin esiriydi,
Rüyasında da şiir yazardı
(Kendi söylerdi bunu
Şiire kul olduğunu)
Otururken, gezerken de,
Gönlü dolu olurdu
Dudağı hep şiirli
Bir yoldaş, bir dost idi
İtibarlı, sevgili
Meyleder dosta,
İhtiyaç duyar insanlar
Araya girmese keşke
Hal bilmezler, nadanlar,
Bir akşamüstü
Vedalaşıp ayrıldık
Yarın görüşürüz, diye
Yarın geldi
O, gelmedi
Niçin tutmadı verdiği sözü
Fincandaki çaydan
Kıvrıla kıvrıla
Yukarı çıkan
Buharlar kesildi
O, gelmedi,
Anam gözlerini
Kaç kez
Elinin tersi ile sildi
O, gelmedi,
Pencereden düşen ışık
İndi duvardan, döşemeye
O, gelmedi
Sinemde yüreğim
Başladı üşümeye
O, gelmedi,
Aklım fikrim karıştı
Düşüncelerim
Oldu düğüm, düğüm
O, gelmedi
Gözlerim kapıda kaldı
Gözlerim bütün gün,
O, gelmedi,
Camdan içeri düşen
Gurub ışığı
Yavaş yavaş
Döşemeden duvara vurdu,
Dişlerimi sıkıp sabrettim,
Köz gibi yakan
Ağrılara,
Uzak bulutlarda
Söndü ufkun kızıllıkları
O, gelmedi,
Karanlığa gömüldü
Kalbimdeki
Ümit
Acı
İntizar
O, gelmedi,
Evinize gitmedim
Bunun ne gereği vardı,
Gece yola çıkanı
Kim arar, kim sorardı,
O, gelmedi,
Demek ki gelemedi
Bunu anlamak
Elbette zor değildi
Kim bilir kaç ananın
Bir gecede
Saçı ağardı, beli eğildi
Gedenlerin nicesi
Akşam evinde yatıp
Gece gitti,
Gidenler bilir, giden
Giderken nasıl gitti,
Onlar
Bir anda
‘Yoldaş’lıktan çıkıp
Sade vatandaş oldular
Civanlar vardı ki,
Kaynar suya düşmüş
Çiçek gibi soldular,
Yaşlıları sorma hiç
Nasıl söyleyim
Eğdiler eğim eğim,
Kimisi gitti
Bir daha dönmedi geri
Siyah arabaya binip
Kimisi ucuz kurtuldu
Aklını fikrini yitirip
Ne deyim,
Gitmesi gerekenler de vardı
“Yaşasın, yaşasın” diyen
Bizi, kurt gibi içerden yiyen
Gece gündüz kan emen
Sülükler vardı,
Halkın sarsılmaz eli
Onların nicesini
Binlercesini
Vatanın sinesinden kopardı,
Ancak kurunun ateşi
Elbet yaşı da yakardı,
Nice meyveli dalı
Sert tufanlar kopardı,
Geçti günler
Ağır ağır
Telaş, endişe dolu,
Kıldan köprüydü sanki
Hayat yolu,
Anadan yeni doğmuş gibi
Çırpınırdı yürek,
Anadan yeni doğmuş gibi
Sakinleşirdi insan
Vurulan kapı
Onun kapısı değilse,
Lakin sıcak ocak başında
Mum gibi erirdi
Teselli dakikaları,
Korkunun kara düşünceleri
Bir sivrisinek gibi
Gider, gider
Birden dönerdi geri,
Bazen ümit
Paslı bir anahtara döner
Uymazdı yuvasına,
Açamazdı kapıları
Geleceğin arzular dünyasına,
Bu korku içinde
Seslenirdi İMAN
“Sağlam dur! Ey insan
Ben senin itibarlı dostunum
Dayan,
Çalınan kapılar
Senin değilse bile
Bir gün
Senin kapın dövülse de
Kaybetme, itibarı, inancı
Neye kurban vereceksin
Ümidini, arzunu
Gönül hasretine mi,
Yürek ağrısına mı,
Hangi yüce amacı,
Bu çetin günler,
Tekrar tekrar sınamıyor,
Sağlam tut, sadakati, inancı,
Günler geçti neşeli, gamlı
Dizilip yılların
Görünmeyen ipine,
Yaşadık, yazdık
Vatana muhabbetimizin
Hakka imanımızın gücüyle,
Sığındık ümidimizin
Kalbimizin gölgesine,
Senden ne saklayayım.
O acı günden sonra,
Doğrudur, dostluğumuzun
Arkasından atmadım,
Ama hem inandım
Hem inanmadım,
Uzun zaman
İçimi kemiren
Kara şüpheler
Beni incitti yaman,
Lakin aklın yolu birdi
Dedim,
“Herhalde götürdüler,
Demek suçluydu”
Bu karara varınca ben
Bir feryat kopardı sinemden
“Peki, suçu nedir?
Peki, kusuru ne?”
Bu cevapsız sorular
Şimdi bile aziz bacım
Tuz basılmış yara gibi
Yüreğimi inletir,
Düşünürdüm ben de
Binlerce düşünen gibi
“Suçluysa eğer
Cezasını çeker”
Bu sonuca varınca ben
Bir feryat kopardı sinemden
“Çeksin, fakat
Suçluysa eğer
Niçin halkın önünde kurulmaz
Mahkemesi,
Niçin yedi duvar arkasına saklanır
Adalet hükmü
Hakikat sesi”
Bin kez ispat et
Getir bin delil,
Aklın kesmediğine
Yürek inanası değil,
Halkın gözünden ırak
Ne adalet olur
Ne hak,
Gündüz böyle düşün
Böyle düşün geceler
Yormaz mı beynini
Kırmaz mı iradeni
Fikirler, düşünceler,
Doğrudur
Ona namert sillesi gibi vurulan
İmzalar içinde
Benim imzam olmadı,
Kimse benden asla imza almadı,
Lakin içim kan ağlamadan
Nasıl söyleyeyim ki,
Ben, o acı günden sonra
Avazım çıktığı kadar bağırmadım
Halkı, bu adaletsiz hükmü bozmaya
Çağırmadım,
Şimdi sakince söylüyorum bu sözü
Bilmiyorum doğrusu
Bağırmak mümkün müydü
Çağırmak mümkün müydü,
Bir acayip zaman ki,
Baş cellât cellâdın elini sıkıp
Hakka, adalete karşı çıkıp
Kanunu nizamı ateşte yakıp
Devran sürerdi,
Bir acayip zaman ki,
Cinayetin kanlı ayak izlerini
Cinayetler temizlerdi,
Bağırmak mümkün müydü
Öyle bir günde,
Bir gün ki
Horenler iş başındaydı,
Ruhullalar zindanda
Can telaşındaydı,
Bir zaman ki
Üst katlarda
Pencereleri kalın perdeli odalarda
Dudaklarında sigara
Önlerinde limonlu çay
Masada imza bekleyen
“Ölüm kararı” yazılı kâğıt,
Söyleyip gülerdi Selim Petroviçler
Topuridzeler, Markaryanlar
Keyifleri o biçim,
Ancak
Aşağıda, bodrum katında
Cuvarlı tutsak
Anaşkin tutsak
Seyid Hüseyn tutsak
Cavad tutsak,
Bir acayip zaman ki
Zindanlarda boğulurdu,
Sırtlarda çizgi çizgi
Yaralar açan
Kırbaçların
Gece gündüz yarı beline kadar
Suyun içinde kalan açların
Sesi,
İş yerinde ise
Hastalıktan korunmak için
Günde yedi hap içerdi
Lanetli
Yemilyan’ın nevesi,
Bir acayip zaman ki
Güzellik ve sevgiye
Tapan Cavid
“Halk düşmanı” oluyordu
Borşovların gayretiyle
Zindanlar bir boşalıp
Bir doluyordu,
Doğrudur,
“Müşfik’i götürdüler” deyip
Kitaplarını
Köşe bucak kaçırtmadım,
Resmini, mektubunu
Yırtmadım,
Ancak topladım onları
Vitrininden kitaplığımın
Sakladım,
Mühürü gözyaşından
Çay taşı gibi parlayan
Eski namazlığında anamın,
Bilirim
Kahramanlar var şimdi
Sırıtarak bakarlar
Her işe bir kulp takarlar
Suyun başını kesip şimdi
Çalışırlar
Hiç hatırlayan olmasın
O günleri
Ki, bir zaman
Her nimet onlara nasip idi
İddiaları büyük
Yürekleri küçük,
Onların her türlüsünü
Her şeklini gördük,
Şeytan kulağına kurşun
Galiba alıp başını gitti
Belagat kuşum,
Öyle biri daha vardı ki
Bu işlerde, ne ileri gitti
Ne durdu geri
Sükût onun için
Sığınak yeri,
Onun da yüreği
Damarıyla, kanıyla
Bildiğimiz yürekti,
Ama yüzünde sivilce çıksa
Ah edip sızlanırdı
Çocuk gibi nazlanırdı,
Güneşten, havadan
Bol bol faydalanan
Ayda iki kez
Bordroya imza atıp
Maaşını alan
Konuşmaz, söylemez
Onlar nasıl, pes…
Bilirim, onların adı
Nüfus kayıtlarında
Halkın listesinde
Olsa da,
Onlar
Bukalemunlar
Halk değildi,
Dedikleri, hakikat
Tuttukları, Hak değildi,
Evet, onlar da insan adını taşırdı
Onlarda da vardı
İnsan sıfatı
Şimdi de kulaklarımıza gelir
Onların öğüdü, nasihati,
“Olanla, ölene
Çare bulunmaz”
Böylesi bir değil iki değil
Arasan, milyonlar içinde
Yüzlerce, binlerce vardır,
Onlarda ne ut ne hayâ olur
Ne de yüzleri utanır,
Evet, böyleleri de vardı
Vardı,
Çok olmasa da,
Ama sinek mide bulandırdı
Göründü billur sulu kâsede…
Güzel insanlar
İyi insanlar arasında
Bu kem nazarlar,
Gök ekinli tarlada
Kangal gibi uzarlar,
Ben söylemiyorum
Bunları ben
İnanıyorum ‘Haktır’ diyecek
Her namuslu, işiten,
Ben sade bir vatandaşıyım
Bu yerin
Cebimde süresiz pasaportu var
S.S.C.B’nin
Şairim, adım var
Köylerinde, şehirlerinde,
Sesim var,
Bin bir dudakta gezen
Nağmelerinde,
Zaman oldu ki
Bütün gün aç susuz
Sabahlara kadar uykusuz,
Endişeli kalbimle
Baş başa yatıp
Sesimi içime atıp
Sessiz sessiz ağladım,
Görenlere hastayım
Üşütmüşüm deyip
Gizledim hep derdimi,
Çekindim, yâdlar duyar,
Öyle bir zaman ki
Gidenlerin arkasından
Ağlayan
Edebilir miydi?
Bu sırrını aşikâr,
Evet, günlerimiz böyle geçti
Riyakârca özür dilemek
Neye yarar,
Bu gamlı yüreğimde
O günlerden kalan
Yüzlerce düğüm
Binlerce yara var,
Evet, bu ne beraattır
Ne de ittiham
Üvey ana elinde bir çocuk gibi
Kısılıp bir köşeye
Sustu ilham,
Gözlerimin önünde
Vatanın terakkisi
Hatıralar yaratan halkın
Mukadderatı
Bakıp bakıp
Anlamak isterdim
Bu karmaşık, korkulu
Tezatlarla dolu hayatı,
Neden bir ben,
O, sen, onlar…
Ülkenin her yükünü
Meşakkatini
Omzunda taşıyan milyonlar,
Bağlı kaldık
Dünyanın, itibarın
Görünmeyen zincirinde,
Karıştırdık rengini
Aşikârın da gizlinin de,
Zannetme ki ben
Özümü düşünürdüm
Hayır, ben
Sahrada yalnız kalıp bağıran
Feryat edip çağıran
Bir yitik gibi
Çaresiz kalacak olan
Sözümü düşünürdüm,
Evim barkım bucağım,
Sıcacık ocağım,
Çevresinde çocuklarımın toplandığı
Fakir sofram,
Ferah odam
Azizdi benim için,
Ancak ben
Bir tüccar saadeti
Bir kul sadakati
Bir zengin hayatı
Düşünmüyordum,
Hayır,
Namusumla kazanacağım
Bir parça ekmek,
Beni ömrün son kapısına kadar
Götürecek,
Lekesiz
Temiz bir yürek,
Sibirya’da, ayazlar saltanatında
Kabuğu sivri taş gibi
İnsan vücudunu delen
Ağaçlardan
Yağır olmayan bir kürek,
Sağ iken
Gözlerim bakarken
Damarımdaki kan
Sıcak sıcak akarken,
Anahtarı tesadüfen eline verilmiş
Bir sürgünde ölmemek,
Yâd ele gömülmemek,
Evet, namusumla kazanacağım
Bir parça ekmek,
Ve sürgünlerde yitmemek…
Bunları düşünüyordum,
Gözlerinde korku, endişe gezen
Titrek dudaklarındaki her suali
Yüreğimi ezen
Evlatlarımı düşünüyordum,
Ben
Her cefaya göğüs gererdim,
Kızıl köz üstünde bile
Yalınayak gezerdim,
Lakin suçsuz günahsız evlatlarıma
Niçin ‘Düşman balası’ desinler
Üstelik “halk düşmanı”
Çünkü biz
Canımızdan fazla seviyorduk
Bu halkı, bu vatanı,
Ben
Her azaba göğüs gererdim
Ama
Ölümün karşı kıyısında
Müphem bir dünya gibi
Sürgünler vardı
Giden gelmez
Sırrı bilinmez
Yollar vardı,
Bu tasavvura sığmayan
Bir dehşet idi,
Efsane değildi
Hakikat idi,
Çünkü biz
Canımızdan fazla seviyorduk
Bu halkı, bu vatanı,
Dilim yansın
Böyle değilse eğer,
Nasıl reva göreydim ki
Evladıma bir ömür boyu
“Düşman balası” desinler
Yurdumuzun süsü, insanları
Her gün insan elinden doğan
Efsaneleri, destanları
Çiçekleri, baharı
Gök dumanlı dağları
Bir daha görememek korkusu
Sallanıyordu başım üstünde,
Kınından sıyrılmış bir kılıç gibi
Hayatta kalmak
Ebedi susmak korkusu
Bağlamıştı dilimi,
Ah!
Gönlümde ne çok sözüm vardı
Bu halka denilesi,
Kalbimde beslenirdi
Güzel günler hevesi,
Göğsümde sanki bir taş vardı
Uyanıkken, uykuda
Yüreğimi, sinemi
Silindir gibi ezerdi,
Bir canlı insan gibi
Basit, sade korku da…
Lakin koy
Devranın adına yazmasınlar
Bu acı, tezat hakikati,
Çünkü biz
Dayanıp her mihnete
Her derde
O çetin yıllarda,
O ağır günlerde
Yine de eserler yaratıyorduk,
Yarınları soruyorduk,
Yurdumuzu
Gözbebeğimiz gibi koruyorduk,
Petrol çıkarırdık
Çiçek ekerdik,
Okul yapar
Resim çekerdik,
Şiir yazardık
Biz ki her zahmete
Her fedakârlığa hazırdık…
Düşün, kimdi
Eserler yazan, yaratan,
Ne yapalım,
Adalete
Hakikate
İnsan saadetine
Düşman çıktıysa devran,
Günlerimiz ağır
İşlerimiz çetindi,
Yolumuzun eğrisini, doğrusunu
Açıkça görüyoruz şimdi,
Heyhat! Olan oldu,
Yazdık, eserler yarattık
Bir bir engelleri aştık
Tarihe, silinmez yeni sayfalar açtık,
Lakin kurbanlarımız da oldu
Hem de hiç az olmadı
Ömrümüzün yolları
Hep hoş kokulu, çiçekli
Her zaman, yaz olmadı,
Onlar gitti,
Adları silindi
Hayatın tufanında
Kum üstündeki izler gibi yitti,
Evet, onlar gitti
Suçsuz günahsız gitti,
Peki, günah kimdeydi,
Düşüncelerimi
Gözümden okumuş gibi
Dedin,
“- Ben gözümle ateşleri üfledim
Hüzün dolu bir aşkın acısı
Hala yüreğimdedir,
Ya kırılan ümitlerin,
Ya intizar gözlerin,
Ya zulmet gündüzlerin,
Sebebi kimdir,
Kardeş,
Sen söyle, kimdir,”
Sözlerin hakikat idi
Acı, olduğu kadar,
Senin gibi niceleri var,
Gönlü kırık
Saadeti derbeder,
Sen ne hikayet
Ne sohbet
Ne rivayet idin,
Sen, bütün ıstırabı
Derdi, gamı ile
Karşımda duran
Hakikat idin,
Cevabı benden beklemiyordun
Soruyu bana yöneltsen de,
Kaç kederli arzunun
Hüznü var idi sende,
Hayal çekip götürdü beni
…diken üstü gecelere
Korkun günlere…
Bir yanda sevinç, nağme
Bir yanda hıçkırıklar, sürgünler,
Bana öyle geldi ki, sen
Titreyen ellerinle
Eski bir defter çıkardın koynundan
“- Ondan bize kalan yadigâr,
Bu defterler,
Bu sayfalardır, dedin
Bana öyle geldi ki
Bu ses
O uzak günlerden gelir,
Hem tanıdık, hem yâd,
Hem sevgi dolu
Hem feryat,
Kulaklarımda, senin sesinden
Çırpınıp ayrılan bu ses,
Onun sesi,
Yüreğimde, yaralı sözlerin
Perişan nefesi,
Gözlerimde canlandı
Mavi ciltli
Çizgili
Defter,
Sayfalar
Satırlar
Dertler, dertler, dertler…
Bir çift uzun belik
Bir ipekli başörtüsü
İki kara göz
Birinci sayfada,
İkinci sayfa, bembeyaz
Üçüncü sayfada
“Bakü” şiiri
“Hazar’ın aylı gecesi,
Balık pulu,
Sam yeli mülayim
Poyrazı, deli dolu
Hazar’ım,
Firuze gözlü Hazar’ım
Dalgaları hüzünlü
Sahili altın yüzlü Hazar’ım,
Bakü, gönlümün kuşu,
Ne güzeldir sinende
Asırların koyun koyuna duruşu,
Geniş pencereli
Yüksek binalar
Yıkık mescit
Kale, surlar
Pencerelere tırmanan
Taze sarmaşıklar
Ve Kız Kalesi,
Bu günün nefesi
İnsan sesi
Araba sesi,
Geceleri sokaklarında sanki
Dinlenir ışık kervanları,
Bakü, övünç kaynağım
Ümit çırası atamın,
Arzuların habercisi vatanımın”
… Diğer sayfada
Kırılmış kalem ucunun
Kâğıtta yeri kalmış,
Bitmemiş bir şiirin
Dağınık dizeleri kalmış,
“Yeşili giyinip
Gelmiştir bahar
Taze yapraklardan
Nasıl geçeyim,
Pencereme konar
Nağmeli kuşlar,
Doğduğum topraklardan
Nasıl geçeyim,
Emretse Azrail
Ömründen geçer,
Bakışları, yanık
Gönlümden geçer,
Nedendir sevgilim
Kenardan geçer,
Ben o nazlı yardan
Nasıl geçeyim,
Daha baharımın
Gülü goncadır,
Daha menekşemin
Beli incedir,
Ya nadanlar beni
Neden incitir,
Ben bu hoş bahardan
Nasıl geçeyim”
Diğer sayfada
“Ana” şiiri
“Bu gün şiirimi gördüm
Yayımlanmış ‘Genç İşçi’de’
Başlığı büyükçe,
Tamamı üç sütun,
İlk kelimesi anadır,
Ana, sevgili ana,
Seni unutur muyum,
Yarın telif parasıyla
Bir deste gül alırım,
Mezarına yüz sürüp
Bütün gün orda kalırım,
Gökte güneş batınca
Yıldızlar görününce
Ay, sarı yağlığını
Dalgaların üstüne atınca
Güneşin şafakları
Bir ufuktan kaybolup
Diğerinden dönünce,
Kabrinde döne döne
Baş taşını öper, öper ağlarım,
Ben ağlamaktan usanmam
Anam
Gözyaşıyla sağalır benim yaram,
Düşlerim gezdi, gezdi
Uzun yollar dolaştı
Çok diyarlar dolaştı,
Eski mahallemize
Düşünce yolum ana,
Birden gözüm karardı
Tepemden duman çıktı,
Rüyama da gelmiyorsun,
Kurban olayım ana
Gönlüm seni istiyor,
Gönlüm, bu gün sırçadır
Kalbim kırık, kederli
Parça parçadır,
Sensiz çok zor geçiyor,
İnan, her günüm ana
Bir kere gel, rüyama
Başına dönüm ana,
Ayaz yaman kesiyor,
Üşüyor parmaklarım
Bilmem hasrettendir
Bilmem gamdandır
Sızlıyor şakaklarım,
Sevincimi alıp gittin
Bekledim, gelir, dedim
Bir gün son bulur, hüzün
Bu keder biter, dedim
Anasız çocuk gibi özledim seni
Hiç insafın yok mu,
Bırakıp gittin beni,
Ağzım dilim kursun
Bakın neler söyledim,
Sensiz çok zor geçiyor
İnan, her günüm anan
Bir kere gel, rüyama
Başına dönüm ana,
Siyah mı, ela mıydı
Unuttum gözlerini,
Gözlerin gecelerce savurdu beni
Derdin köz döktü kalbime
Yaktı, kavurdu beni,
Unuttum saçlarını
Bilmem uzundu
Bilmem kısaydı,
Bir gün
Tek bir gün
Senin yüzünü görmek
Bana nasip olsaydı,
Gönlüm muhabbet, acı
Kalbim şefkate hasrettir,
Anasız yaşamak
Bilsen ne büyük derttir,
Neden yüzünü hatırlayıp
Hayale dalamıyorum,
Neden hayalinle
Baş başa kalamıyorum,
Ne kadar düşünsem de
Bir karanlık ev
Bir gölgeli akşam
Bir de gözyaşları
Geliyor aklıma,
Ne sevgiye kandım
Ne doyasıya içtim
Ana sütünden,
Çocukluk sevinci
Bir beyaz bulut gibi
Geçti başımın üstünden,
Uzak
Hasretli
Dağınık
Göçebe
Seyrek
Mümkün olsaydı, çıkarıp seni
Gezdirirdim doyunca ana,
Saçların, gözlerin, sözlerin
Ne çok yakışırdı, Azerbaycan’a
Azerbaycan da anamdır benim
Aziz, sevinçli, dertli
Büyük, kadim vatanım…”
Sonraki sayfalar
Aldığı notlar idi
Uzun, kısa…
“Dün bir nadan
Bana hayli ders verdi
Bahsetti lirik şiirden,
Sözünün başı da ‘Ben’ idi
Ortası da, sonu da
Allah bildiği gibi yapsın
Onu da,
“Dilber Gence’ye gitmiş
Niçin gider, niye gitmiş
Ben ki onsuz,
Bir gün bile kalamıyorum
Gözümde keder
Dilber
Sensiz olamıyorum”
“Dostlar nerede kaldı
Saat sekizi geçti,
Ben mi sabırsızım
Yoksa dostlar mı değişti”
“Bitti üç paket sigara
Kül oldu papiroslar
Ah, nerede dostlar”
“Yalnızlık ne yamandır!
Kızılgül olmayaydı
Ah, keşke olmayaydı
Sararıp solmayaydı
Ne olur, solmayaydı
Bir ayrılık, bir ölüm
Bir de yaralı gönlüm
Hiçbiri olmayaydı”
Hayali defteri kapatıp büktüm
Beş kat arttı mihnet yüküm
Nerde sayfalar
Satırlar hani
Çekildi gözlerimden
Hayal âleminin
Renkli dumanı,
Yine gözlerin sulanır
Bakışların kalbimi acıtır
Dilber, kalbimi acıtır,
Soruların ağırdır,
Kendi kendime düşündüm
Şöyle yazmıştım bir zaman
“Mücadele bu gün de var
Yarın da,
Ben de
Onun en ön saflarında”
Peki, ne oldu,
Niye kesildi sesim
Yoksa verdiğim söze
İhanet mi ettim,
Yoksa sakin bir köşeye
Çekilip rahat mı ettim,
Peki nerde adalet
Hani intikam
“Ben… Ben…” diyorum
Ne farkım var onlardan,
Hayır, yükseltmedik sesimizi
Çünkü, düşman aldattı bizi
Aldattı, yaman aldattı,
Dost kılığına büründü
Gözümüze dost göründü,
Bak nasıl yana yakıla konuşuyoruz
O günleri şimdi,
Biz inanmıştık ki
Devrim için öyle gerektir
Kim yolumuza engel olursa
Adı yeryüzünden silinecektir,
Adalet işte budur
Öyle gerektir,
Budur ağır derdimiz,
Olanların hepsi
İnsanların saadeti için oluyor diye
Göz yumduk her faciaya,
Bizlerden kim,
Korumak için Devrimi,
Korumak için vatanın
Toprağını taşını,
Kurban vermezdi canını,
Eşini
Kardeşini,
Evet, onlar gitti
Belki de bu felaket
Kalbimizde imanı,
Sadakati berkitti,
Ya ihanet edenler,
Bu felakete
Sebebiyet verenler,
Onlar neredeler,
Onlar çekmesin mi cezasını,
Bırak namertler tutsun
Namertlerin yasını,
Sen buna intikam de,
Ben intikam demiyorum
Çünkü onlar
Sonradan kuzu görünen
Eski zaman Firavunları
İntikam alınacak adam değiller,
Şimdi onlar
“Biz bilmiyorduk” diyorlar
Lakin halk bilsin,
Tanısın dostu düşmanı
Nefretle damgalasın
O, eli kanlıları,
Yaralar sağalmasa da
Acıları azalır,
Hiç olmazsa
Bütün bu facianın
Kanayan yarasından
Halklar bir şey kazansın
Bunların tekrarına
Artık vermesin imkân,
Gece bitti
Seher uyandı, Dilber,
Bu inleyen, kalbimdir
Kalbim yandı Dilber
Koy yanan kalbimin ışığında
Arayayım dumanları, sisleri,
Şimdi gece bitti Dilber,
Ufuklar lale renginde
Kızıl, sarı
Bir serinlik getirdi
Sabah rüzgârı,
Cevaplarım tam değil
Biliyorum,
Bu izah, intikam değil
Biliyorum,
Kalbin derin acısına
Şifa değil söz merhemi
Bin bir mutluluk, bayram
Dağıtır mı bir hasretten
Bir ölümden doğan kederi,
Bak, şafak söküyor bacım
Şafak söküyor,
Yollara, sokaklara
Işık döküyor bacım
Kızıl ışık döküyor,
Hakkın yolu, ne kadar
Uzun olsa da
Geçtik bu yolu
Sayemizde vatandaşlık aldı
Nice namuslu Vatan oğlu,
Nice ev, nice ocak
Temizlendi lekeden
Ağır günlerin korkusu,
Gün gelir
Bir cani gibi kovulur
Bu ülkeden,
O da bir günlüğüne
Gelebilseydi şimdi
Görürdü ki
Fırtınalar dinmiş
Hava ısınmış,
Görürdü şiirleri
Nasıl diller ezberi olmuş
Sevdiği Bakü ne güzel
Yeşilin şehri olmuş,
Ülkemizin insanlarını görür,
Bu günlere ererdi,
Kendi eliyle vatan bağrından
Güller dererdi,
Yüreği neşeyle dolardı
Gözlerinde aydınlık, sevinç
Şiirler yazardı
Sakin ve dinç,
Ne dilinde şikâyet kalırdı
Ne gözlerinde keder,
Okşardı gönlünü
Dilden dile dolaşan
Mikayil Müşfik imzalı
Nağmeler,
İnanıyorum bir gün
Aydınlık gelecekte
Onu okuyan yeni nesiller,
Çiçeklerle bezeyecek
Müşfik’in heykelini
…Ancak
Vatanın kederli gelini,
Kızılgül olmayaydı
Sararıp solmayaydı.
Resul Rıza ( 1910 - 1981 )
( Azerbaycan )
Çeviri : İmdat Avşar
(*) Azerbaycanlı şair, çevirmen ve pedagog Mikail Müşfik (1908-1939) milliyetçi görüşleri nedeniyle 1937 yılında "devlet düşmanı" olarak ihanetle suçlanıp tutuklandı ve Bakü yakınlarındaki Bayıl cezaevinde 1939 yılında idam edildi. Eşi Dilber Ahundzade Mikail Müşfik'in eşi olduğu için kendisi de hapse mahkum edildi fakat 1939'da geçirdiği bir hastalık nedeniyle serbest bırakıldı.
|
Gecenin Suskun Nağmesi,
Seçilmiş Şiirler, S. 137-173
|