KIZIL GÜL OLMAYAYDI

Gece, kapım vuruldu Acaba kimdi gelen, -Kimsin -Ben Açtım kapıyı Baktım Baktım Hayır, tanıyamadım, Karanlıktan korkan bir çocuk gibi Çekildim adım adım, Belki de ışık azdı, Yılların ötesinden Gelen yorgun yolcuyu Böyle zayıf ışıkta Tanımak imkânsızdı, Başımı kaldırınca Gözlerim bir anda Gözlerine ulaştı, Sanki birisi, aniden Eski, tanış kitabın Sayfalarını açtı, Ve birden kapandı kitap Şimdi yiğitsen, oğul Bin bir varak içinden O sayfayı bul, - Selam - Selam, buyurun Sırtında yamalı palto Başındaki eski şal, Ne ipekti, ne de yün, Saçları, ağarmış Yıllara bağlı kalmış, Parlaklığını kaybetmiş Gümüş gibi, Gözleri, bir çift yıldız Kuyuya düşmüş gibi, Malûmdur ki ak saçlar İnsanları ayıran Bir işaret, nişan değil, Ne ipek ne yün olan Siyah bir şal da… Karanlık bir gecede Dalgaların köpüğü Bir işaret olur mu, Yolunda gemicinin, - Paltonu ver, asayım - Hayır, hayır Kendim asarım, gardaş, Kendi astı paltoyu Sonra da yavaş yavaş Odada göz gezdirdi Dudakları titredi, Ve birden yüzüme baktı Sanki o an Oyuncağı kırılan Bir çocuk gibi Hıçkıracaktı Bıraksan İçli içli Ağlayacaktı Bir süre dinlendi, Sonra hafif bir tebessüm Kondu dudaklarına, O an hatıraların Karmaşık yollarında Bir fener yanıp söndü O, aydınlık içinde Görünen her ne ise Bana tanış göründü Bana aziz göründü, Mümkün müydü, bir ağır Mezar taşı altından, Yıllar önce yok olan Bir insanı kaldırıp Bu güne getireler Uzak nisyan denizinin Soğuk dalgalarından Çıktı Geldi, Karşıma dikildi Hatıralar, Yıllar devrildi geri Hatıralar, yılların Ardından aştı geldi, - Siyah saçlar Hazin, gamlı bakışlar Bir de O saçların gölgesinde titreyen Seni okşayan Sana sevgi destanı söyleyen Eller, Onun elleri, Bir çocuk gibi ağlamaklı O zavallının elleri… - Tanıdınız mı, dedin - Tanıdım, geç içeri Bu sen idin Dilber Mikail Müşfik’in Dilber’i (*) Baktım sana Bilmiyorum, bir saat Ya da bir an, Heyecanla Hayran, hayran, Sanki Karşımda canlanan İnsan değil, suretti Yarı aydınlık dairede Sesimizi işitti, Koşup geldi eşim, şaire de Görünce seni, birden Şaşırdı, dondu kaldı Sonra açıp kollarını, Kırılmış bir dal gibi Senin boynuna saldı, Yüzünü çevirdi yana Vücudu titredi, esti Sen de eş oldun ona, Sanki gözyaşlarınız Sözün yolunu kesti Döküldü damla damla Dert ki oyun oynar Adamla… Neden sonra Sanki dili açıldı, Kendine geldi Hayli baktı gözüne - Hoş geldin Dilber, dedi Sanki O, da O sert boranda, karda Yollarına ebedi Hicran gölgesi düşmüş O kederli, korkulu Ümitli uzaklarda Bizimle birlikte sevindi Bizimle kederlendi, - Gel azizim, dedi, gel Ömrün vefası budur Gel, otur Çöktü ortalığa Derin bir sükût Aciz bir düşman gibi Merhametsiz amansız Bir sükût Nihayetsiz, zamansız Bir sükût Ah, Bu sükûtun dili yansın Yakar bizi köz gibi, Yakar Nadan ağızlardan Çıkan söz gibi Elime köz alıp ben Tutabilirim Bir zaman Bırakmam kor ateşi Dişlerimi sıkarım Ne kadar sızlasa yaram Ne kadar çok yansa da Bir iki saniye Tutup nefesimi Asla çıkarmam sesimi Lakin böyle bir sükûta Ne tabanım var Ne tavanım Ne de kararım, Sanki Dil dil sesleniyor Her bir hücremde Göz göz olan yaralarım, Konuş Bir söz olsun Hiç olmazsa Sitem et bana, Kına, Konuş Bir şeyler söyle Kurtar beni bu gamdan Merhamet eyle, Gözlerinde nefrete razıyım Sözlerinde hiddete razıyım Bakma böyle melül melül Gözlerini yollara diken Ümitsiz gibi, Öfkeni biriktir içinde Ve çevir en acı sözlere Bıçak gibi Sapla göğsüme, Bir tokat gibi vur Yüzüme Bir taş gibi at üstüme At üstüme deste deste Duysun herkes Yeter ki bu sükûtu kes Konuş, Söyle… Susuyor oda Susuyor hava Susuyor duvar Susuyor tavan Susuyorsun sen de, Ben derdini biliyorum Sen söylemesen de, Istırabı tebessüme çevirip Uzun yıllar boyunca Bekledin sen, Şimdi korkuyorsun Bütün olup biteni Hatırlayıp, söylesen Belki de o sözler Yakar, dilini kül eder, Bir kelime olsun söyle, Sor Birazcık konuş Yoksa senin hediyen Bu hüzünlü sükût mu, Bu mu gamlı yollardan Geçirip getirdiğin, Yoksa mosmor olan O dudaklarınla sen, Yılların acısını Bu taş gibi sükûtun Ardında mı sakladın Bu yüzden mi susuyorsun, Gözyaşına hasret kalalı Yola bakan o gözlerin Feryat alevlerinde Yanıp küle dönmüştür Tüm arzuların Ümitlerin Sözlerin -Ne olur, diyorum Ne olur Bir kez konuşsun Sorsun, Yok, Susuyorsun… O zaman beni dinle Sözlerime kulak as Anla beni ne olur, Sabret, sözlerim Dağınık olursa biraz… Bakü’ye yeni gelmiştim Yeni işe girmiştim Başımda köy havası Bir de her riyadan uzak Gençlik sevdası, Hem saf kalpli idim Hem de gururlu, Şüphe ile bakardım Her mini etekli kıza Her saçı uzun oğlana, Bir gün tanıştık onunla Bir yaz sabahı Genç İşçi’de, Hemen merhem oldu Birbirine Gönlümüzün gözü de Kalbimizin özü de, Ben tashih ederdim, Cildim bozulur diye Aylarca çay içemeyen Elif’i, Be’den seçemeyen Nazik, sekreter hanımın Birbirine kattığı varakları, Dışarıda ılık bir güneş Ağaçlara yaprak yaprak Çiçek çiçek Paylıyordu baharı, Masamın yanına geldi, Ve elini uzattı, dedi - Mikail Müşfik, Sonra ilave etti, - Şairsen, oğul Adıma kafiye bul, Dedim - Ağırdır bu yük! - Aferin, aferin diye Güldü, kendinden geçercesine Bu beklenmedik kafiyeye, Sonra arkadaşlarıyla çıkıp gitti, Dostluğumuz Böyle başladı Sonra da yıllar boyu Şiirin sesi Şiirin nefesi Şiirin tadı Besledi bu dostluğu, Bahar oldu, kış oldu Yağmur oldu, yağış oldu Ayrılmadık bir daha, O gün Tanıştığımızda biz Odada talihi kötü Bir şair daha vardı Çabuk öfkelenir, Çabuk kızardı, Şimdi yok o şair de, Fırtınalı yıllar onu Yaralı av gibi Önüne kattı, Ömrünü parça parça Tike tike koparttı, ‘Vatan haini’ dediler, ona Bin bir iftira attılar Bin bir kara çaldılar Ailesine, ecdadına, O, genç ömrünü Kurban etti Vatan yolunda, Çiçekli bir bahar akşamı, Ah, herkes olabilseydi keşke Onun gibi vatanperver, Onu yuttu cephede Lavlar, alevler Evet, Hayatın bir diyeti var Gamlı bir hikâyeti var Az değildi dostlar İyisi Kötüsü Benim de onun da dost sandığı… Lakin ağır oluyor güzel dostun Ölümü, ayrılığı Dostumuzun biri de Şakacı bir adamdı İddiasız, kibirsiz Yüzü güleç Kalbi temiz Ama birazcık hasis Birazcık diyorum, çünkü Ondan hasislerini gördüm, Bir tek kelamı vardı Cömertlikle paylardı ‘Gam sizden uzak olsun’ Evet, böyle bir dostumuz vardı Sevinince sevinirdi bizimle Üzülünce üzülürdü Sözleri de tatlı, şirin Ancak tez attı Taşını şiirin, Şiir meydanında Pek göze çapmadı adı Belki bu da onu O belalı yılların Tufanından sakladı, Duldalandı Sakin mahallesinde nesirin, Ömrünü tamamladı Yel vurdukça sarsılan Bir kulübede, Üstünde eski bir hasırın, Bir daha vardı Kaşları çatık Azgın suratlı Herkes haksız Bir O haklı, Yettiğine uzanır Yetmediğine taş atardı, Düşman bildiğine, amansız, Dosta yavaş atardı Ama atardı, Hem şaire Hem romancıya Hem münekkide… Dili de tatlıydı, Sanırsın şekerli badem içi Şiirimize İçten yaklaşırdı Doğru söylese de Söylemese de Dediklerine yürekten inanırdı, Biri daha vardı Konuşunca Dili dudağı titrerdi Ne düşmanlığından korkulurdu Ne dostluğu muteberdi, Hem şiiri dillerde gezerdi Hem adı, Ne yazık ki Bir sırrı, bir haberi Beş dakika olsun İçinde saklamadı, Biri daha vardı Allah göstermesin Birden aklımdan çıkar Adını anmadan geçerim, Onun adını anmazsam Bu diyardan göçerim, Muteberdir doğruyu söyleyen insan, Ne yalan söyleyeyim Bir tek ondan korkarım yeryüzünde Bir tek ondan, Ne gücünden dolayı Ne bildiğinden Kötü söylese de “Can” dese de Batardı dilindeki iğne Gün olur yanından Bismillah deyip uzaklaş Gün olur, sessiz sakindir Yaklaş, Bir de şair yürekli Bedbaht adam Adaletsizlik olur Eğer adını anmasam Evet, şair idi Nağmeleri gah coşkun sel olurdu Gah deli bir yel olurdu Gah inlerdi hazin hazin Savrulmamış harmanıydı şiirimizin Şiiri, derlerdi, biraz garipti Biraz da basit kaldı Yüz adamın çekemeyeceği Eleştiri yükünü Tek başına göğüsledi Kendi boynuna aldı, Şulesi kendi dibini Aydınlatmayan adam, Ağzına kötü söz almadan Ayağına balta vurmadan Rahatlamayan Bedbaht adam, Gâh dolaştı Gâh dalaştı Endişeyle yaşadı, Gâh dilini yaktı sözü Gâh gözleri yaşardı Hadi’ye, Khaadi dedi Şeytana Çort Zamanın tekerinden yapışan Sanço’suz Rossiant’sız Don Kişot, Üstüne çirkef attı Nice soyu na malûm Nice içi çürümüş tohum, Dostlarımız çok idi Eskisi Yenisi vardı, Onlar ki şiiri, sanatı Çok seven adamlardı, Yalandır, hayır, yalandır Dostluk ne üç elmadır Ne de kabzasından İki elle kavranmış hançer, Dostluk asla kırılmaz Büyük amaç uğruna Atan, yürek ipiyle Bağlanmış ise eğer, Dostluk var ki Tufanlar, fırtınalar Deviremez, yıkamaz Dostluk var ki Zamanın sınavından çıkamaz, Dostluklar çeşitli olur Tıpkı düşmanlık gibi Dost var ayrılmaz senden Kemikle ilik gibi, Dost var, sadece adı dost Kendi sonbahar yeli Bahar bulutu gibi Tez coşar, tezce soğur Her arzusu, emeli, Dostluk yanan ocaktır Gür olursa alevi Onu daha da coşturur Aniden çıkan rüzgâr, Ocak külhana döner, Közünü kül örterse Duman bastırırsa alevi Hafif bir yelde söner, Küsenler de oldu İnsan muhabbetine, Az mı gölge saldılar İnsan ünsiyetine İnsan sadakatine, Namertsiz devir mi var, Hangi ülkede yok, İyi ki Mert insanlar Namertlerden daha çok, Hatırladım geçmişi Dostu Yarım dostu Çeyrek dostu, Kimisi yürek dostuydu Kimisi ekmek dostu, O günler şimdi Geçmişte kaldı Dağ eteğinde Kalan taş gibi Kesek gibi Tarihte yok bir zirve Bu güne kadar İnsanın ulaştığı Yüksek gibi Bir zaman geldi ki, Araya girdi haydutlar Sanatı yumrukla İlhamı zindanla korkuttular, Bir de baktın ki Elde mühürlü berat Geldi edebiyat zorbaları, Bağırdılar, - Hey, fe-ra-gat… Kim sıraya dizilmedi Yaranmanın kirli dilini bilmedi Bin bir bela geldi başına, Nice mert oğulların Adı silindi Dirilerin bağından, Yetmiş günah astılar Her bir ayağından, Belki şimdi bile Bu dert dolu sözlere Farklı anlamlar vermek İsteyenler bulunur, Çevirip asıl amacın Önünü arkasını Bağlarlar dilini, elini Top ateşine tutarlar Asil insan emelini Güzel insan hayalini, Sınırlarımızdan öte yanda Kirli arzularını Kanlı ümitlerini Bir yarasa gibi Döküp ortaya Ah, vah eden ağalar! Bizi aldatamaz artık Şüpheli gözyaşları O, bestesi sahte Mersiyeler, ağıtlar, Sırıtarak, gülerek Kuyruk takmayın Şairin her sözüne, Düşüncesine “- İşte Zavallı şikâyet ediyor Hayatından, zor gününden Bahsediyor bak, Istıraplı yıllardan Ölümden, sömürgeden Hi... Hi… Edebiyat zorbaları Sağır olsaydık, işitmeseydik bari” Hayır, hayır Biz deyince “zorbalar” Dudak bükmeyin ağalar Kaşlarınızı çatıp Söze söz katıp Telaş etmeyin, Olan bitene göz yumup Alıp başınızı gitmeyin, Bu zorbalar, Rütbe uğruna yorgalar Takla atarlar, İçki meze dostundan Bir de resmi postundan Başka Kimseyi temsil etmeyen Hayata, insana Sanata At gözlüğüyle bakan, Komşunun suyunu çalıp Kendi bağına Su bırakan Soysuzlardı, Mesleksiz, eli boş Avare yurtsuzlardı, Biz “zorbalar” derken Dili vatan, halk demekten Nasır tutan (!) Güçlüye kuyruk sallayıp Güçsüzü yılan gibi sokan, Yüksek rütbeliler karşısında Alçaldıkça alçalan, Vicdanı da kalbi gibi Yağ bağlayan, Veli nimetinin Her sözüne alkış çalan Yaramazları diyoruz, Güzel insanlar arasında Ayrık gibi kök salan, O, aklı güdükleri Budaklı kütükleri Madrabazları diyoruz, Bizi sanat cephesine Kendi halkımız gönderdi, Biz iyi biliyorduk Zorbalar, soysuzlar Gelip geçerdi, Evet, işte böyleleri Aramızda tek tekti, Tarlada diken gibi seyrekti Ancak diken az olsa da Bu bağda, bu bahçede Kime, neye gerekti, Yazık Yazık ki Kökü kurutulamadı daha Cüzamın Kanserin Vebanın Kökü kurutulamadı daha Namerdin Rüşvetçinin Riyakârın, Neylersin “İnsan” diye bilinir Beşerin, kötüsü de hası da Rutubetli meclislerin Maskara İblisi de, Söz uzadı galiba Maksattan uzak düştük Kulak as Dinle bacım, Gamlı söz intizarsız olmaz Sinede kanarsa yara Dolu olursa yürek Anlatıp boşaltmak gerek, Dedim ya Bir yaz sabahında Tanıştık onunla Dedik, ömrümüze Nurlu seher doğacak Sevincimiz büyüyüp Nehir olacak Ne bileydik Nerden bileydik ki Uzun yıllardan sonra Gün gelecek, Yediğimiz, içtiğimiz Zehir olacak, Evet, bir yaz günü Tanıştık onunla Bahar oldu Kış oldu Bir daha ayrılmadık Yarım ekmeğimizi Böldük de yedik, Şiirler okuduk Türkü söyledik, Cebimiz paradan azattı Gönlümüz gamdan, Ben onun akıcı şiirinden Haz alırdım, O benim nağmemden, Ne hayatın yakıcı güneşinden Kaçıp gölge aradık Ne çekti bizi Sakin, tufeyli hayatı Yosunun, Biz emir eriydik Bir ülkü ordusunun, Usta değildik daha Sanatta, şairlikte İlhamımız hayattaydı Gücümüz birlikte, O, herkesten sadeydi Herkesten açık yürek, Küçük çocuk gibi inanan Bir yetim gibi ürkek, Dilindeydi çoğu zaman Öfkesi, hiddeti Hem incecik, nazikti Hem de hayli asabi, Bazen Ateşten diliyle Rakibini dağlardı Bazen Bir acı sözden incinir Çekilip köşesine Sessiz sessiz ağlardı, Bazen kızıp Bir tek diken için Bütün bağa söverdi Bazen Sahte bir gülüşe inanır Düşmanını överdi, Dostuna sadakatli Yüreği yumuşak idi Bilmem nasıl anlatayım Yaşlı bir uşak idi, Sık sık şiir okumaya Çağırırlardı, giderdik Mektebe, fabrikaya Köylere, kasabaya, Salon donup kalırdı Keskin, kılıçtan ince Alevli mısraları O, meclise dökünce, “Oku tar, oku tar, Seni kim unudar” O ateşten mısrayı Tekrarlasak yeri var “Seni kim unudar,” Gözlerini yumardı (Böyle bir huyu vardı) Okurdu ezberinden Bir kelime unutmadan, Hayran kalırdı insan, “Fikrim, hissim, hayalim O kadar yükseldi ki Bizden evvel ne gök Ne yer ne toprak olmuş Ne ağaç dallarında Bir yeşil yaprak olmuş,” Şiiri ahenkli, akıcı Sözleri aydın, açık, Belki o, böyle güçlü Bir şair olamazdı, Bu halk Bu toprak O yeşil yaprak O aydınlık seher Bir de sen, Dilber Bir de sen, olmasaydın, Severdi onu Şehirli, köylü İşçi, amele, Bu gün olmuş gibi Gözümün önündedir hele Bir şiir gecesinde O, şiir okuduktan sonra Bir ihtiyar petrol işçisi Çıktı sahneye Yaklaştı ona Gözlerine hayli baktı Sonra bağrına bastı onu Dedi - Sağ ol, ay bala, Elinin tersiyle sildi Sevinçten ıslanan gözlerini Ve tekrar etti onun sözlerini “Oku tar, oku tar Seni kim unudar” Ömrümüzün sayfaları Aynı renkte kalmadı Nağmeler aynı demde O ahenkte kalmadı Sevincimiz de oldu Kederimiz de İnsandık biz de, Aklımdadır Penceresi, döşemeden Bir karış yukarda Bir oda, El vurunca tay gibi Kişnerdi kapıları, Bir kazma vursan Temelden sökülürdü Sokaktan geçse biri Sıvası dökülürdü, Açılırdı kapısı Dokunsa seher yeli Otururduk odada Müşfik deli Ben deli, Bazen sabahlara dek Şiir okurduk Neşeli, neşeli O deli Ben deli En zengin soframızdı Bir parça köy ekmeği Bir dilim Reyhan kokulu Gence peyniri, Çizmemizde bağ yerine Adi Zive kendiri, Bir liraya kurtarırdık günlerimizi Gıdamız Şiir idi Ben söylerdim O söylerdi, Fuzuli, Nedim, Puşkin Bayron Sabir Natevan Başımızın üstünde Kılıç gibi Sallanırdı tavan, Çay şekersiz Ekmek yavan, Kâğıtlar tomar tomar Top top Gözlerimizi dikerdik varaklara, Masamızın üstünde Lermantov, Demon: Tamara Bir de Ruhulla Greh: Günah Greşniy: Günahkâr Sonm: Güruh Duh: Ruh Söyleyip Türkçe konuştukça İblis Çocuk gibi alkışlar Gülüşürdük biz, Ümidimiz gerçekleşince, Böyle geçerdi günlerimiz, Ben çay tiryakisiydim O da, sigara, Bir satırı bitirir bitirmez Yüzüme bakardı Bakardı, gözlerinde sevinç - Yorulmadın mı hiç? Ben anlardım halinden - Tamam, haydi bir sigara iç, Ama sen Söz vermiştin Artık içmeyecektin - Kendime söz verdim, yarın Bırakıyorum, tamam - Peki, niye yarın? Bu gün olmaz mı, diye Sorardım, O gülerek - Yarın, derdi, yarın, O, her gün - Yarın bırakacağım, derdi Sigara içenler bilir Bu bir aldanıştır Bir büyük tesellidir, Sigaranın dumanı Tavana çıkardı Kıvrıla, kıvrıla O, sayfaları karalardı hep Duyulmuş mu şair eli Şiir yazmaktan yorula, Günlerimiz bir demde geçmedi İyisi de oldu kötüsü de Sefili, ayıbı da Gönlün kazancı da oldu Ömrün kaybı da Tartıştığımız da oldu Söyleştiğimiz de Çünkü İnsandık ikimiz de, Ömrün çetin yollarında Tereddütsüz bölüştük Sevinci, ihtiyacı Anama “Ana” dedi Bacıma “bacı” Dostları çoktu Bütün iyi insanlar gibi Yüreği temiz, Gönlü zengindi Bahar gibi Ulaşılmaz değildi Şairlerden biri, İyi insanlardan Biriydi, Her şeyden daha çok Şiire bağlı Şiirin esiriydi, Rüyasında da şiir yazardı (Kendi söylerdi bunu Şiire kul olduğunu) Otururken, gezerken de, Gönlü dolu olurdu Dudağı hep şiirli Bir yoldaş, bir dost idi İtibarlı, sevgili Meyleder dosta, İhtiyaç duyar insanlar Araya girmese keşke Hal bilmezler, nadanlar, Bir akşamüstü Vedalaşıp ayrıldık Yarın görüşürüz, diye Yarın geldi O, gelmedi Niçin tutmadı verdiği sözü Fincandaki çaydan Kıvrıla kıvrıla Yukarı çıkan Buharlar kesildi O, gelmedi, Anam gözlerini Kaç kez Elinin tersi ile sildi O, gelmedi, Pencereden düşen ışık İndi duvardan, döşemeye O, gelmedi Sinemde yüreğim Başladı üşümeye O, gelmedi, Aklım fikrim karıştı Düşüncelerim Oldu düğüm, düğüm O, gelmedi Gözlerim kapıda kaldı Gözlerim bütün gün, O, gelmedi, Camdan içeri düşen Gurub ışığı Yavaş yavaş Döşemeden duvara vurdu, Dişlerimi sıkıp sabrettim, Köz gibi yakan Ağrılara, Uzak bulutlarda Söndü ufkun kızıllıkları O, gelmedi, Karanlığa gömüldü Kalbimdeki Ümit Acı İntizar O, gelmedi, Evinize gitmedim Bunun ne gereği vardı, Gece yola çıkanı Kim arar, kim sorardı, O, gelmedi, Demek ki gelemedi Bunu anlamak Elbette zor değildi Kim bilir kaç ananın Bir gecede Saçı ağardı, beli eğildi Gedenlerin nicesi Akşam evinde yatıp Gece gitti, Gidenler bilir, giden Giderken nasıl gitti, Onlar Bir anda ‘Yoldaş’lıktan çıkıp Sade vatandaş oldular Civanlar vardı ki, Kaynar suya düşmüş Çiçek gibi soldular, Yaşlıları sorma hiç Nasıl söyleyim Eğdiler eğim eğim, Kimisi gitti Bir daha dönmedi geri Siyah arabaya binip Kimisi ucuz kurtuldu Aklını fikrini yitirip Ne deyim, Gitmesi gerekenler de vardı “Yaşasın, yaşasın” diyen Bizi, kurt gibi içerden yiyen Gece gündüz kan emen Sülükler vardı, Halkın sarsılmaz eli Onların nicesini Binlercesini Vatanın sinesinden kopardı, Ancak kurunun ateşi Elbet yaşı da yakardı, Nice meyveli dalı Sert tufanlar kopardı, Geçti günler Ağır ağır Telaş, endişe dolu, Kıldan köprüydü sanki Hayat yolu, Anadan yeni doğmuş gibi Çırpınırdı yürek, Anadan yeni doğmuş gibi Sakinleşirdi insan Vurulan kapı Onun kapısı değilse, Lakin sıcak ocak başında Mum gibi erirdi Teselli dakikaları, Korkunun kara düşünceleri Bir sivrisinek gibi Gider, gider Birden dönerdi geri, Bazen ümit Paslı bir anahtara döner Uymazdı yuvasına, Açamazdı kapıları Geleceğin arzular dünyasına, Bu korku içinde Seslenirdi İMAN “Sağlam dur! Ey insan Ben senin itibarlı dostunum Dayan, Çalınan kapılar Senin değilse bile Bir gün Senin kapın dövülse de Kaybetme, itibarı, inancı Neye kurban vereceksin Ümidini, arzunu Gönül hasretine mi, Yürek ağrısına mı, Hangi yüce amacı, Bu çetin günler, Tekrar tekrar sınamıyor, Sağlam tut, sadakati, inancı, Günler geçti neşeli, gamlı Dizilip yılların Görünmeyen ipine, Yaşadık, yazdık Vatana muhabbetimizin Hakka imanımızın gücüyle, Sığındık ümidimizin Kalbimizin gölgesine, Senden ne saklayayım. O acı günden sonra, Doğrudur, dostluğumuzun Arkasından atmadım, Ama hem inandım Hem inanmadım, Uzun zaman İçimi kemiren Kara şüpheler Beni incitti yaman, Lakin aklın yolu birdi Dedim, “Herhalde götürdüler, Demek suçluydu” Bu karara varınca ben Bir feryat kopardı sinemden “Peki, suçu nedir? Peki, kusuru ne?” Bu cevapsız sorular Şimdi bile aziz bacım Tuz basılmış yara gibi Yüreğimi inletir, Düşünürdüm ben de Binlerce düşünen gibi “Suçluysa eğer Cezasını çeker” Bu sonuca varınca ben Bir feryat kopardı sinemden “Çeksin, fakat Suçluysa eğer Niçin halkın önünde kurulmaz Mahkemesi, Niçin yedi duvar arkasına saklanır Adalet hükmü Hakikat sesi” Bin kez ispat et Getir bin delil, Aklın kesmediğine Yürek inanası değil, Halkın gözünden ırak Ne adalet olur Ne hak, Gündüz böyle düşün Böyle düşün geceler Yormaz mı beynini Kırmaz mı iradeni Fikirler, düşünceler, Doğrudur Ona namert sillesi gibi vurulan İmzalar içinde Benim imzam olmadı, Kimse benden asla imza almadı, Lakin içim kan ağlamadan Nasıl söyleyeyim ki, Ben, o acı günden sonra Avazım çıktığı kadar bağırmadım Halkı, bu adaletsiz hükmü bozmaya Çağırmadım, Şimdi sakince söylüyorum bu sözü Bilmiyorum doğrusu Bağırmak mümkün müydü Çağırmak mümkün müydü, Bir acayip zaman ki, Baş cellât cellâdın elini sıkıp Hakka, adalete karşı çıkıp Kanunu nizamı ateşte yakıp Devran sürerdi, Bir acayip zaman ki, Cinayetin kanlı ayak izlerini Cinayetler temizlerdi, Bağırmak mümkün müydü Öyle bir günde, Bir gün ki Horenler iş başındaydı, Ruhullalar zindanda Can telaşındaydı, Bir zaman ki Üst katlarda Pencereleri kalın perdeli odalarda Dudaklarında sigara Önlerinde limonlu çay Masada imza bekleyen “Ölüm kararı” yazılı kâğıt, Söyleyip gülerdi Selim Petroviçler Topuridzeler, Markaryanlar Keyifleri o biçim, Ancak Aşağıda, bodrum katında Cuvarlı tutsak Anaşkin tutsak Seyid Hüseyn tutsak Cavad tutsak, Bir acayip zaman ki Zindanlarda boğulurdu, Sırtlarda çizgi çizgi Yaralar açan Kırbaçların Gece gündüz yarı beline kadar Suyun içinde kalan açların Sesi, İş yerinde ise Hastalıktan korunmak için Günde yedi hap içerdi Lanetli Yemilyan’ın nevesi, Bir acayip zaman ki Güzellik ve sevgiye Tapan Cavid “Halk düşmanı” oluyordu Borşovların gayretiyle Zindanlar bir boşalıp Bir doluyordu, Doğrudur, “Müşfik’i götürdüler” deyip Kitaplarını Köşe bucak kaçırtmadım, Resmini, mektubunu Yırtmadım, Ancak topladım onları Vitrininden kitaplığımın Sakladım, Mühürü gözyaşından Çay taşı gibi parlayan Eski namazlığında anamın, Bilirim Kahramanlar var şimdi Sırıtarak bakarlar Her işe bir kulp takarlar Suyun başını kesip şimdi Çalışırlar Hiç hatırlayan olmasın O günleri Ki, bir zaman Her nimet onlara nasip idi İddiaları büyük Yürekleri küçük, Onların her türlüsünü Her şeklini gördük, Şeytan kulağına kurşun Galiba alıp başını gitti Belagat kuşum, Öyle biri daha vardı ki Bu işlerde, ne ileri gitti Ne durdu geri Sükût onun için Sığınak yeri, Onun da yüreği Damarıyla, kanıyla Bildiğimiz yürekti, Ama yüzünde sivilce çıksa Ah edip sızlanırdı Çocuk gibi nazlanırdı, Güneşten, havadan Bol bol faydalanan Ayda iki kez Bordroya imza atıp Maaşını alan Konuşmaz, söylemez Onlar nasıl, pes… Bilirim, onların adı Nüfus kayıtlarında Halkın listesinde Olsa da, Onlar Bukalemunlar Halk değildi, Dedikleri, hakikat Tuttukları, Hak değildi, Evet, onlar da insan adını taşırdı Onlarda da vardı İnsan sıfatı Şimdi de kulaklarımıza gelir Onların öğüdü, nasihati, “Olanla, ölene Çare bulunmaz” Böylesi bir değil iki değil Arasan, milyonlar içinde Yüzlerce, binlerce vardır, Onlarda ne ut ne hayâ olur Ne de yüzleri utanır, Evet, böyleleri de vardı Vardı, Çok olmasa da, Ama sinek mide bulandırdı Göründü billur sulu kâsede… Güzel insanlar İyi insanlar arasında Bu kem nazarlar, Gök ekinli tarlada Kangal gibi uzarlar, Ben söylemiyorum Bunları ben İnanıyorum ‘Haktır’ diyecek Her namuslu, işiten, Ben sade bir vatandaşıyım Bu yerin Cebimde süresiz pasaportu var S.S.C.B’nin Şairim, adım var Köylerinde, şehirlerinde, Sesim var, Bin bir dudakta gezen Nağmelerinde, Zaman oldu ki Bütün gün aç susuz Sabahlara kadar uykusuz, Endişeli kalbimle Baş başa yatıp Sesimi içime atıp Sessiz sessiz ağladım, Görenlere hastayım Üşütmüşüm deyip Gizledim hep derdimi, Çekindim, yâdlar duyar, Öyle bir zaman ki Gidenlerin arkasından Ağlayan Edebilir miydi? Bu sırrını aşikâr, Evet, günlerimiz böyle geçti Riyakârca özür dilemek Neye yarar, Bu gamlı yüreğimde O günlerden kalan Yüzlerce düğüm Binlerce yara var, Evet, bu ne beraattır Ne de ittiham Üvey ana elinde bir çocuk gibi Kısılıp bir köşeye Sustu ilham, Gözlerimin önünde Vatanın terakkisi Hatıralar yaratan halkın Mukadderatı Bakıp bakıp Anlamak isterdim Bu karmaşık, korkulu Tezatlarla dolu hayatı, Neden bir ben, O, sen, onlar… Ülkenin her yükünü Meşakkatini Omzunda taşıyan milyonlar, Bağlı kaldık Dünyanın, itibarın Görünmeyen zincirinde, Karıştırdık rengini Aşikârın da gizlinin de, Zannetme ki ben Özümü düşünürdüm Hayır, ben Sahrada yalnız kalıp bağıran Feryat edip çağıran Bir yitik gibi Çaresiz kalacak olan Sözümü düşünürdüm, Evim barkım bucağım, Sıcacık ocağım, Çevresinde çocuklarımın toplandığı Fakir sofram, Ferah odam Azizdi benim için, Ancak ben Bir tüccar saadeti Bir kul sadakati Bir zengin hayatı Düşünmüyordum, Hayır, Namusumla kazanacağım Bir parça ekmek, Beni ömrün son kapısına kadar Götürecek, Lekesiz Temiz bir yürek, Sibirya’da, ayazlar saltanatında Kabuğu sivri taş gibi İnsan vücudunu delen Ağaçlardan Yağır olmayan bir kürek, Sağ iken Gözlerim bakarken Damarımdaki kan Sıcak sıcak akarken, Anahtarı tesadüfen eline verilmiş Bir sürgünde ölmemek, Yâd ele gömülmemek, Evet, namusumla kazanacağım Bir parça ekmek, Ve sürgünlerde yitmemek… Bunları düşünüyordum, Gözlerinde korku, endişe gezen Titrek dudaklarındaki her suali Yüreğimi ezen Evlatlarımı düşünüyordum, Ben Her cefaya göğüs gererdim, Kızıl köz üstünde bile Yalınayak gezerdim, Lakin suçsuz günahsız evlatlarıma Niçin ‘Düşman balası’ desinler Üstelik “halk düşmanı” Çünkü biz Canımızdan fazla seviyorduk Bu halkı, bu vatanı, Ben Her azaba göğüs gererdim Ama Ölümün karşı kıyısında Müphem bir dünya gibi Sürgünler vardı Giden gelmez Sırrı bilinmez Yollar vardı, Bu tasavvura sığmayan Bir dehşet idi, Efsane değildi Hakikat idi, Çünkü biz Canımızdan fazla seviyorduk Bu halkı, bu vatanı, Dilim yansın Böyle değilse eğer, Nasıl reva göreydim ki Evladıma bir ömür boyu “Düşman balası” desinler Yurdumuzun süsü, insanları Her gün insan elinden doğan Efsaneleri, destanları Çiçekleri, baharı Gök dumanlı dağları Bir daha görememek korkusu Sallanıyordu başım üstünde, Kınından sıyrılmış bir kılıç gibi Hayatta kalmak Ebedi susmak korkusu Bağlamıştı dilimi, Ah! Gönlümde ne çok sözüm vardı Bu halka denilesi, Kalbimde beslenirdi Güzel günler hevesi, Göğsümde sanki bir taş vardı Uyanıkken, uykuda Yüreğimi, sinemi Silindir gibi ezerdi, Bir canlı insan gibi Basit, sade korku da… Lakin koy Devranın adına yazmasınlar Bu acı, tezat hakikati, Çünkü biz Dayanıp her mihnete Her derde O çetin yıllarda, O ağır günlerde Yine de eserler yaratıyorduk, Yarınları soruyorduk, Yurdumuzu Gözbebeğimiz gibi koruyorduk, Petrol çıkarırdık Çiçek ekerdik, Okul yapar Resim çekerdik, Şiir yazardık Biz ki her zahmete Her fedakârlığa hazırdık… Düşün, kimdi Eserler yazan, yaratan, Ne yapalım, Adalete Hakikate İnsan saadetine Düşman çıktıysa devran, Günlerimiz ağır İşlerimiz çetindi, Yolumuzun eğrisini, doğrusunu Açıkça görüyoruz şimdi, Heyhat! Olan oldu, Yazdık, eserler yarattık Bir bir engelleri aştık Tarihe, silinmez yeni sayfalar açtık, Lakin kurbanlarımız da oldu Hem de hiç az olmadı Ömrümüzün yolları Hep hoş kokulu, çiçekli Her zaman, yaz olmadı, Onlar gitti, Adları silindi Hayatın tufanında Kum üstündeki izler gibi yitti, Evet, onlar gitti Suçsuz günahsız gitti, Peki, günah kimdeydi, Düşüncelerimi Gözümden okumuş gibi Dedin, “- Ben gözümle ateşleri üfledim Hüzün dolu bir aşkın acısı Hala yüreğimdedir, Ya kırılan ümitlerin, Ya intizar gözlerin, Ya zulmet gündüzlerin, Sebebi kimdir, Kardeş, Sen söyle, kimdir,” Sözlerin hakikat idi Acı, olduğu kadar, Senin gibi niceleri var, Gönlü kırık Saadeti derbeder, Sen ne hikayet Ne sohbet Ne rivayet idin, Sen, bütün ıstırabı Derdi, gamı ile Karşımda duran Hakikat idin, Cevabı benden beklemiyordun Soruyu bana yöneltsen de, Kaç kederli arzunun Hüznü var idi sende, Hayal çekip götürdü beni …diken üstü gecelere Korkun günlere… Bir yanda sevinç, nağme Bir yanda hıçkırıklar, sürgünler, Bana öyle geldi ki, sen Titreyen ellerinle Eski bir defter çıkardın koynundan “- Ondan bize kalan yadigâr, Bu defterler, Bu sayfalardır, dedin Bana öyle geldi ki Bu ses O uzak günlerden gelir, Hem tanıdık, hem yâd, Hem sevgi dolu Hem feryat, Kulaklarımda, senin sesinden Çırpınıp ayrılan bu ses, Onun sesi, Yüreğimde, yaralı sözlerin Perişan nefesi, Gözlerimde canlandı Mavi ciltli Çizgili Defter, Sayfalar Satırlar Dertler, dertler, dertler… Bir çift uzun belik Bir ipekli başörtüsü İki kara göz Birinci sayfada, İkinci sayfa, bembeyaz Üçüncü sayfada “Bakü” şiiri “Hazar’ın aylı gecesi, Balık pulu, Sam yeli mülayim Poyrazı, deli dolu Hazar’ım, Firuze gözlü Hazar’ım Dalgaları hüzünlü Sahili altın yüzlü Hazar’ım, Bakü, gönlümün kuşu, Ne güzeldir sinende Asırların koyun koyuna duruşu, Geniş pencereli Yüksek binalar Yıkık mescit Kale, surlar Pencerelere tırmanan Taze sarmaşıklar Ve Kız Kalesi, Bu günün nefesi İnsan sesi Araba sesi, Geceleri sokaklarında sanki Dinlenir ışık kervanları, Bakü, övünç kaynağım Ümit çırası atamın, Arzuların habercisi vatanımın” … Diğer sayfada Kırılmış kalem ucunun Kâğıtta yeri kalmış, Bitmemiş bir şiirin Dağınık dizeleri kalmış, “Yeşili giyinip Gelmiştir bahar Taze yapraklardan Nasıl geçeyim, Pencereme konar Nağmeli kuşlar, Doğduğum topraklardan Nasıl geçeyim, Emretse Azrail Ömründen geçer, Bakışları, yanık Gönlümden geçer, Nedendir sevgilim Kenardan geçer, Ben o nazlı yardan Nasıl geçeyim, Daha baharımın Gülü goncadır, Daha menekşemin Beli incedir, Ya nadanlar beni Neden incitir, Ben bu hoş bahardan Nasıl geçeyim” Diğer sayfada “Ana” şiiri “Bu gün şiirimi gördüm Yayımlanmış ‘Genç İşçi’de’ Başlığı büyükçe, Tamamı üç sütun, İlk kelimesi anadır, Ana, sevgili ana, Seni unutur muyum, Yarın telif parasıyla Bir deste gül alırım, Mezarına yüz sürüp Bütün gün orda kalırım, Gökte güneş batınca Yıldızlar görününce Ay, sarı yağlığını Dalgaların üstüne atınca Güneşin şafakları Bir ufuktan kaybolup Diğerinden dönünce, Kabrinde döne döne Baş taşını öper, öper ağlarım, Ben ağlamaktan usanmam Anam Gözyaşıyla sağalır benim yaram, Düşlerim gezdi, gezdi Uzun yollar dolaştı Çok diyarlar dolaştı, Eski mahallemize Düşünce yolum ana, Birden gözüm karardı Tepemden duman çıktı, Rüyama da gelmiyorsun, Kurban olayım ana Gönlüm seni istiyor, Gönlüm, bu gün sırçadır Kalbim kırık, kederli Parça parçadır, Sensiz çok zor geçiyor, İnan, her günüm ana Bir kere gel, rüyama Başına dönüm ana, Ayaz yaman kesiyor, Üşüyor parmaklarım Bilmem hasrettendir Bilmem gamdandır Sızlıyor şakaklarım, Sevincimi alıp gittin Bekledim, gelir, dedim Bir gün son bulur, hüzün Bu keder biter, dedim Anasız çocuk gibi özledim seni Hiç insafın yok mu, Bırakıp gittin beni, Ağzım dilim kursun Bakın neler söyledim, Sensiz çok zor geçiyor İnan, her günüm anan Bir kere gel, rüyama Başına dönüm ana, Siyah mı, ela mıydı Unuttum gözlerini, Gözlerin gecelerce savurdu beni Derdin köz döktü kalbime Yaktı, kavurdu beni, Unuttum saçlarını Bilmem uzundu Bilmem kısaydı, Bir gün Tek bir gün Senin yüzünü görmek Bana nasip olsaydı, Gönlüm muhabbet, acı Kalbim şefkate hasrettir, Anasız yaşamak Bilsen ne büyük derttir, Neden yüzünü hatırlayıp Hayale dalamıyorum, Neden hayalinle Baş başa kalamıyorum, Ne kadar düşünsem de Bir karanlık ev Bir gölgeli akşam Bir de gözyaşları Geliyor aklıma, Ne sevgiye kandım Ne doyasıya içtim Ana sütünden, Çocukluk sevinci Bir beyaz bulut gibi Geçti başımın üstünden, Uzak Hasretli Dağınık Göçebe Seyrek Mümkün olsaydı, çıkarıp seni Gezdirirdim doyunca ana, Saçların, gözlerin, sözlerin Ne çok yakışırdı, Azerbaycan’a Azerbaycan da anamdır benim Aziz, sevinçli, dertli Büyük, kadim vatanım…” Sonraki sayfalar Aldığı notlar idi Uzun, kısa… “Dün bir nadan Bana hayli ders verdi Bahsetti lirik şiirden, Sözünün başı da ‘Ben’ idi Ortası da, sonu da Allah bildiği gibi yapsın Onu da, “Dilber Gence’ye gitmiş Niçin gider, niye gitmiş Ben ki onsuz, Bir gün bile kalamıyorum Gözümde keder Dilber Sensiz olamıyorum” “Dostlar nerede kaldı Saat sekizi geçti, Ben mi sabırsızım Yoksa dostlar mı değişti” “Bitti üç paket sigara Kül oldu papiroslar Ah, nerede dostlar” “Yalnızlık ne yamandır! Kızılgül olmayaydı Ah, keşke olmayaydı Sararıp solmayaydı Ne olur, solmayaydı Bir ayrılık, bir ölüm Bir de yaralı gönlüm Hiçbiri olmayaydı” Hayali defteri kapatıp büktüm Beş kat arttı mihnet yüküm Nerde sayfalar Satırlar hani Çekildi gözlerimden Hayal âleminin Renkli dumanı, Yine gözlerin sulanır Bakışların kalbimi acıtır Dilber, kalbimi acıtır, Soruların ağırdır, Kendi kendime düşündüm Şöyle yazmıştım bir zaman “Mücadele bu gün de var Yarın da, Ben de Onun en ön saflarında” Peki, ne oldu, Niye kesildi sesim Yoksa verdiğim söze İhanet mi ettim, Yoksa sakin bir köşeye Çekilip rahat mı ettim, Peki nerde adalet Hani intikam “Ben… Ben…” diyorum Ne farkım var onlardan, Hayır, yükseltmedik sesimizi Çünkü, düşman aldattı bizi Aldattı, yaman aldattı, Dost kılığına büründü Gözümüze dost göründü, Bak nasıl yana yakıla konuşuyoruz O günleri şimdi, Biz inanmıştık ki Devrim için öyle gerektir Kim yolumuza engel olursa Adı yeryüzünden silinecektir, Adalet işte budur Öyle gerektir, Budur ağır derdimiz, Olanların hepsi İnsanların saadeti için oluyor diye Göz yumduk her faciaya, Bizlerden kim, Korumak için Devrimi, Korumak için vatanın Toprağını taşını, Kurban vermezdi canını, Eşini Kardeşini, Evet, onlar gitti Belki de bu felaket Kalbimizde imanı, Sadakati berkitti, Ya ihanet edenler, Bu felakete Sebebiyet verenler, Onlar neredeler, Onlar çekmesin mi cezasını, Bırak namertler tutsun Namertlerin yasını, Sen buna intikam de, Ben intikam demiyorum Çünkü onlar Sonradan kuzu görünen Eski zaman Firavunları İntikam alınacak adam değiller, Şimdi onlar “Biz bilmiyorduk” diyorlar Lakin halk bilsin, Tanısın dostu düşmanı Nefretle damgalasın O, eli kanlıları, Yaralar sağalmasa da Acıları azalır, Hiç olmazsa Bütün bu facianın Kanayan yarasından Halklar bir şey kazansın Bunların tekrarına Artık vermesin imkân, Gece bitti Seher uyandı, Dilber, Bu inleyen, kalbimdir Kalbim yandı Dilber Koy yanan kalbimin ışığında Arayayım dumanları, sisleri, Şimdi gece bitti Dilber, Ufuklar lale renginde Kızıl, sarı Bir serinlik getirdi Sabah rüzgârı, Cevaplarım tam değil Biliyorum, Bu izah, intikam değil Biliyorum, Kalbin derin acısına Şifa değil söz merhemi Bin bir mutluluk, bayram Dağıtır mı bir hasretten Bir ölümden doğan kederi, Bak, şafak söküyor bacım Şafak söküyor, Yollara, sokaklara Işık döküyor bacım Kızıl ışık döküyor, Hakkın yolu, ne kadar Uzun olsa da Geçtik bu yolu Sayemizde vatandaşlık aldı Nice namuslu Vatan oğlu, Nice ev, nice ocak Temizlendi lekeden Ağır günlerin korkusu, Gün gelir Bir cani gibi kovulur Bu ülkeden, O da bir günlüğüne Gelebilseydi şimdi Görürdü ki Fırtınalar dinmiş Hava ısınmış, Görürdü şiirleri Nasıl diller ezberi olmuş Sevdiği Bakü ne güzel Yeşilin şehri olmuş, Ülkemizin insanlarını görür, Bu günlere ererdi, Kendi eliyle vatan bağrından Güller dererdi, Yüreği neşeyle dolardı Gözlerinde aydınlık, sevinç Şiirler yazardı Sakin ve dinç, Ne dilinde şikâyet kalırdı Ne gözlerinde keder, Okşardı gönlünü Dilden dile dolaşan Mikayil Müşfik imzalı Nağmeler, İnanıyorum bir gün Aydınlık gelecekte Onu okuyan yeni nesiller, Çiçeklerle bezeyecek Müşfik’in heykelini …Ancak Vatanın kederli gelini, Kızılgül olmayaydı Sararıp solmayaydı.

Resul Rıza
( 1910 - 1981 )

( Azerbaycan )

Çeviri : İmdat Avşar

(*) Azerbaycanlı şair, çevirmen ve pedagog Mikail Müşfik (1908-1939) milliyetçi görüşleri nedeniyle 1937 yılında "devlet düşmanı" olarak ihanetle suçlanıp tutuklandı ve Bakü yakınlarındaki Bayıl cezaevinde 1939 yılında idam edildi. Eşi Dilber Ahundzade Mikail Müşfik'in eşi olduğu için kendisi de hapse mahkum edildi fakat 1939'da geçirdiği bir hastalık nedeniyle serbest bırakıldı.

Gecenin Suskun Nağmesi, Seçilmiş Şiirler, S. 137-173





ŞİİR PARKI