Yiğidin kanının kızıl damlası
Kabaran denize ağır basar;
Dünya dönek, gelir gider,
Dost ise kalır, kök salar.
Kaçtı sandım o,
Çok yıllar sonra,
Kıpkızıl yanıyordu, takati kesilmeyen iyilik
Her sabahki şafak gibi orada.
Pürdikkat kalbim özgürdü yine,
Ah dostum, dedi canım,
Yalnız seninle göğün kubbesi var,
Seninle gül kırmızı,
Her şey seninle asil,
Bak dünyanın ötesine,
Değirmeni kaderimizin görünür
Güneşe giden bir yol, senin sayende.
Bana da senin asaletin öğretti
Çaresizliğimi yenmeyi;
Pınarları benim gizli hayatımın
Senin dostluğunla güzel.
Sözü edilenden çok daha fazla iyilik var dünyada. Bencilliğin insanı ürperten gündoğusu rüzgârları gibi dünyanın içine işlemesine rağmen, bir sevgi elementi bütün insanlık ailesine saf eter gibi nüfuz etmiştir. Evlerde, çok nadiren konuştuğumuz, ancak hürmet gösterdiğimiz ve bize hürmet gösteren kaç kişiyle bir araya geliyoruz? Sokakta kaç kişiyi görüyor ya da kilisede kaç kişiyle birlikte oturuyoruz, sükûnet içinde de olsa, birlikte olmaktan sıcacık bir sevinç duyduğumuz! Daldan dala konan bu gözlerin dilini okuyun. Gönül bilir onu.
Bu insani duyguya olan düşkünlüğün insanda yarattığı etki, samimi bir neşedir. Şiirde ve gündelik konuşmada, başkalarına karşı hissedilen iyilik ve hoşnutluk, ateşin maddi etkilerine benzetilir; ancak maneviyatımızı aydınlatan bu duygular çok daha hızlı, hareketli, neşelendiricidir. En tepedeki tutkulu aşktan tutun da en aşağıdaki iyi niyete kadar, hayata
tat katan duygulardır bunlar.
Şefkatimizle birlikte zihin ve beden gücümüz de artar. Bilge yazmak için oturur. Tefekkürle geçen onlarca yıl içini
tek bir iyi düşünceyle, tek bir mutlu ifadeyle dolduramaz; ancak dostlarından birisine bir mektup yazmak zorundadır. Anında yumuşacık duygular, seçtiği kelimelerle birlikte, her defasında, dört bir yandan sökün eder.
Erdemin ve özsaygının hüküm sürdüğü her evde, bir yabancının yaklaşmasının
sebep olduğu yürek çarpıntılarını görürsünüz. Övgüyle sözü edilen bir yabancı beklenir, geleceği duyurulur. Ev halkına
zevkle acı arası bir huzursuzluk musallat olur. Yabancının gelişi, onu karşılayacak ruhlara neredeyse korku salar. Evin
tozu alınır, her şey yerine yerleştirilir, eski örtü yenisiyle değiştirilir, ev halkının gücü yetiyorsa, yabancı için bir akşam
yemeği tertip edilir.
Övgüyle söz edilen bu yabancı hakkında yalnızca güzel sözler söylenir, onun hakkında yalnızca iyi ve yeni olanı duyarız. O, önümüzde bütün insanlık için durur. O, dilediğimiz kişidir. Onu tahayyül edip bir yere oturtmuşuzdur. Kelamda ve amelde bu kişiyle nasıl yan yana durmamız gerektiğini sorarız, korkuyla huzursuz bir haldeyizdir.
Aynı düşünce onunla olan sohbete de heyecan katar. Her zamankinden daha iyi konuşuruz. En cevvalinden aklımız, daha
kuvvetli bir hafızamız vardır, dilsiz şeytan pılını pırtısını alıp gitmiştir o an. En eski, en gizli tecrübelerimizden söz ederek
saatlerce samimi, zarif ve dopdolu bir sohbeti sürdürebiliriz.
Yanımızdaki akraba ya da tanıdık kişiler o güne dek göstermediğimiz bu yeteneğimizi coşkulu bir şaşkınlıkla izler. Ancak yabancı araya girip kendi düşkünlüklerini, kendi tanımlamalarını, kendi kusurlarını anlatmaya başladığında, her şey
bir anda biter. Bizden duyup duyabileceği ilk, son ve en iyi şeyleri duymuştur artık. Bir yabancı değildir artık.
Kabalık, cehalet, yanlış anlama eskiden beri tanıdıklarımızdır. Şimdi o eve bir daha geldiğinde, ortalık yine derli toplu olur, yine
kıyafetler değiştirilir, yine akşam yemeği düzenlenir onun için; ancak yürek çarpıntısını ve ruhun muhabbetini bulamayacaktır bir daha.
Dünyayı yine benim için yeni bir yer kılan bu duygu emareleri kadar hoş olan başka ne var? İki kişinin bir düşüncede,
bir duyguda sağlam ve sarsılmaz bir biçimde karşılaşması kadar enfes olan başka ne vardır? Onların çarpan bu kalbe,
kabiliyetli ve hakiki olanın adımlarına ve endamına karşı bu yaklaşımları ne kadar da güzeldir!
Kendimizi hislerimize bıraktığımızda, dünya değişir. Artık ne kış vardır ne de gece.
Bütün felaketler, sıkıntılar yok olur, hatta bütün görevler. Akıp giden sonsuzluğu, sevilenlerden yayılanlardan başka
hiçbir şey doldurmaz. Bırakın ruh, kâinatta bir yerlerde dostuyla yeniden bir araya geleceğini, o zamana dek tek başına
binlerce yıl memnun ve neşeli olacağını bilsin.
Bu sabah - yeni ve eski - bütün arkadaşlarıma karşı hissettiğim samimi bir şükran duygusuyla uyandım. Her gün bana
güzelliğini hediyeleriyle gösteren Tanrı'ya nasıl olur da Cemil demem! Toplumu ayıplıyorum, yalnızlığı kucaklıyorum;
yine de bilge olanı, güzel olanı, asil ruhlu olanı görmeyecek kadar vefasız değilim; zira zaman zaman da olsa kapımdan
geçiyorlar.
Beni duyan, beni anlayan benim olur; sonsuza dek süren bir mülkiyettir bu. Doğa o kadar da yetersiz değildir, o da zaman zaman bana bu mutluluğu tattırır. Biz de böylece kendimize ait toplumsal ağlar örüyoruz, ilişkilerden oluşan
yeni bir ağ bu. Pek çok fikir birbiri ardına kendisini doğruladıkça, bizler çok geçmeden kendi yarattığımız yeni bir dünyada var oluyoruz; geleneksel bir dünyada birbirine yabancı kimseler ve yolcular değiliz artık.
Dostlarım ben onları aramadan geldiler bana. Yüce Tanrı verdi onları bana. En kadim
olan hakla, erdemin ilahi cazibesiyle buldum ben onları ya da ben değil de içimdeki ve onların içindeki ilahi güç; akrabalığın, yaşın, cinsiyetin, keyfiyetin kalın duvarlarıyla alay eder ve onları lağveder; bütün bunlara çoğu zaman göz yumar ve yenilerini yaratır.
Size derin şükranlarımı sunuyorum mükemmel sevgililer, sizler dünyayı benim için yeni ve asil derinliklere taşıyorsunuz, sizler bütün düşüncelerimin anlamını
genişletiyorsunuz. Bunlar en kadim ozanın yeni şiiridir (duraksız şiir), Apollo'nun ve ilham perilerinin hâlâ söylemeye
devam ettiği ilahi, lirik ve epik, halen akıp giden şiirdir. Onlar ya da bazıları benden ayrılıp gidecekler mi yine? Bilmiyorum
ama korkmuyorum çünkü onlarla olan bağım öylesine saf ki, bizi birbirimize bağlayan yalnızca yakınlık. Hayatımın dehası da sosyal, dolayısıyla, nerede olursam olayım bu yakınlık, bu
adamlar ve kadınlar kadar asil olan herkese gücünü yayacaktır.
Bu noktada tabiatta bulunan ölçüsüz bir şefkatin varlığını itiraf ediyorum. Şefkatin "kötüye kullanılan şarabının tatlı
zehrini damıtmak" benim için neredeyse tehlikelidir. Yeni bir kişi, benim için beni uykularımdan eden büyük bir şey demek. Bana nefis saatler yaşatan insanlarla ilgili güzel hayaller kurmuşumdur çoğu zaman; ancak onun zevki o gün biter,
herhangi bir meyve vermez. Herhangi bir fikir üremez bundan; eylemlerimde çok küçük değişiklikler olur.
Dostumun başarılarından benimmişler gibi gurur duymalıyım; erdemleri de sanki benim mülkümdür. Dostuma övgüler yağdırıldığında, nişanlısının alkışlarını duyan bir aşığınki kadar içim ısınır. Dostumuzun vicdanını gözümüzde büyütürüz. Onun
iyiliği kendi iyiliğimizden daha fazla görünür; tabiatı daha iyidir, daha az yoldan çıkar. Aklımız onun olan her şeyi - adını, bedenini, elbiselerini, kitaplarını, çalgılarını - olduğundan fazla gösterir bize. Onun ağzından çıktığında, kendi fikrimiz
yeni ve daha büyük gelir kulağımıza.
Ancak kalbin kasılması ve genişlemesi, sevginin gelgitlerine benzer. Dostluk, ruhun ölümsüzlüğü gibi, inanılmayacak
kadar iyidir. Sevdiğini kollarında tutan aşık, aslında taptığının o olmadığını bilir yarı yarıya; dostluğun altın anında biz
de şüphe ve inanmazlık izleriyle şaşkınlığa düşeriz. Dostumuzun ışıldamasına sebep olan erdemleri yoksa ona biz mi
atfettik, sonra da kutsallık atfettiğimiz bu varlığa mı tapındık diye şüphe ederiz.
Elbette ruh, kendine saygı duyduğu
kadar insanlara saygı duymaz. Bilimin katı kurallarına göre, her insanın özünde aynı sonsuz uzaklık hali mevcuttur. Bu
cennet tapınağının metafizik temellerini kazarak içimizdeki sevgiyi soğutmaktan korkmalı mıyız? Ben, gördüğüm şeyler
kadar gerçek olamaz mıyım? Gördüğüm şeyler kadar gerçeksem, onları oldukları gibi görüp tanımaktan korkmayacağım.
Özleri, görünüşlerinden daha az güzel değildir; özü algılayabilmek için daha hassas uzuvlara ihtiyaç duyulsa da. Çiçeklerinden taç yapmak için saplarını kısa kessek de, bilim için bir bitkinin kökleri çirkin değildir. Beni hülyalara daldıran bu düşüncelerin arasında çıplak gerçeği ortaya koymaya
cesaret etmeliyim; bu, şölenimizde Mısırlı bir kafatasının var olduğu anlamına gelse de.
Kendi fikriyle yekvücut olmuş bir
insan, dev aynasında görür kendini. Her ne kadar hep aynı, belirli başarısızlıklarla aldatılmış olsa da evrensel bir başarının bilincindedir. Ne çıkar, ne güç, ne altın ne de iktidar onun dengidir. Senin zenginliğine bel bağlamaktansa kendi yoksulluğuma bel bağlamayı tercih ederim. Senin vicdanını
benimkine eşit kılamam. Yalnız yıldızlardır göz kamaştıran; dünya ise belli belirsiz, aya benzer bir ışık saçar.
Övdüğün kişinin takdire şayan taraflarını ve sınanmış huylarıyla ilgili söylediklerini anlıyorum; ancak bütün o mor cübbelerine
rağmen nihayetinde benim gibi fakir bir Yunan olmadığı sürece onu sevmeyeceğim. İnkar edemem, ey dost, harikulade
olanın koca gölgesi, alacalı ve boyalı enginliği seni de içine alıyor; sen de gölge olan bütün herkesle kıyaslanıyorsun. Sen
bir "varlık" değilsin, "hakikat", "adalet" gibi. Sen benim ruhum değilsin, yalnızca onun bir tasviri, bir suretisin. Bana geç geldin, hanidir şapkanı ve pelerinini elinde tutuyorsun.
Tıpkı ağaçların kendi yapraklarını yaratması ve şimdi yeni tomurcuklar sürülürken eski yaprakları söküp atması gibi ruh da kendi dostlarını yaratacak demek midir bu? Doğanın kanunu, ebediyete kadar değişimdir. Her elektrik akımı, zıddını tetikler. Ruh etrafını kendini daha iyi tanıyabileceği ya da daha ihtişamlı bir yalnızlığa kavuşabileceği dostlarla
kuşatır; böylece bir mevsim daha yalnız kalır ki muhabbetini ya da yarenliğini yüceltebilsin.
Bu yöntem, kişisel ilişkilerimizin bütün tarihi boyunca kendi kendine ihanet eder. Şefkat
içgüdüsü denklerimizle birleşme ümidimizi canlandırır; ona eşlik eden yalnızlık duygusu ise bizi bu içgüdünün peşinden gitmekten alıkoyar. Dolayısıyla her insan bütün hayatını dostluk arayışı içinde geçirir. Gerçek hislerini kağıda dökmesi gerekirse, sevgisine talip olacak her yeni adaya böylesi bir mektup yazabilir:
Sevgili Dostum,
Senden emin olsaydım, senin kabiliyetinden, ruh halimin seninkiyle uyuşacağından emin olsaydım, gelişlerin ve gidişlerinle ilgili ufak tefek mevzular hakkında asla bir kez daha
kafa yormazdım. Çok bilge sayılmam, huyum kolaylıkla idare edilebilir. Zekana saygı duyuyorum. Henüz bütün derinliğini
kavrayamamış olsam da, sende bana dair mükemmel bir zeka olduğunu varsayma cesaretini gösteriyorum, işte bu yüzden
benim için nefis bir eziyetsin. Ya hep seninim ya da hiç.
Evet bu huzursuz zevkler ve incelikli acılar merak içindir, hayat için değil. Boyun eğmemek gerekir onlara. Kumaş değil, örümcek ağı örmek içindir bu. Dostluklarımız kestirme ve zayıf sonuçlara ulaşıyor hızla; çünkü dostluklarımızı, insan kalbinin sağlam liflerinden öreceğimize şaraptan ve hülyalardan örüyoruz.
Dostluğun kuralları katı ve ebedidir; doğanın
ve ahlakın kurallarıyla aynı dokuya sahiptir. Oysa biz kısa yoldan gelen küçük bir çıkarın peşinde koşarız, anlık bir tat alabilmek için. Tanrı'nın bütün bahçesinde yazlar ve kışlar
boyunca olgunlaşması gereken, en yavaş olan meyveye yapışırız. Dostumuzu kutsal bir biçimde değil de, onu sahiplenmemizi sağlayan katışıksız olmayan bir tutkuyla ararız, beyhude. Gizli düşmanlıklardır kuşandığımız, ne vakit buluşsak çıkar sahneye bu düşmanlıklar ve bütün şiiri bayat bir düzyazıya dönüştürür. Neredeyse insanların tümü buluşmak için alçalırlar. Bütün birliktelikler için ödün vermek gerekir.
Daha da kötüsü, güzel ruhların çiçeklerinin yaydığı rayiha, bu ruhlar birbirine yakınlaştıkça ortadan kaybolur. Erdemli
ve kabiliyetli insanlar arasında olsa dahi, gerçek yarenlik, nasıl da ebedi bir hayal kırıklığıdır! Görüşmeler uzun vadeli bir
öngörüyle kuşatıldıktan sonra - dostluğun ve düşüncenin en
parlak döneminde- afallatan darbelerle, ani ve vakitsiz kayıtsızlıklarla, akıl tutulmalarıyla ve hayvani güdülerle işkenceye maruz kalmamız gerekir. Melekelerimiz bize oyun oynar ve
her iki taraf yalnızlıkta ferahlayıp teselli bulur.
Her ilişkide eşit olmalıyım. Bir dostumla eşit olmazsam, kaç tane arkadaşım olduğunun ya da her biriyle sohbet etmekten ne kadar hoşnut olduğumun bir önemi yoktur. Bir
mücadeleden eşit olmadan çekilmişsem, geri kalanında tattığım mutluluk, değersiz ve namertçe gelir bana. Öteki dostlarımdan kendim için bir sığınak yarattıysam, kendimden nefret etmeliyim.
"Yiğit savaşçı nam salmış dövüşüyle,
Yüz zaferden sonra, bir kez yenilmiş,
Şeref kitabından hemen silinmiş,
Herkes unutmuş neden didinmiş."
İşte böylece kınanır sabırsızlığımız acımasızca. Hicap ve umursamazlık gibi iki sert kabuk sayesinde, hassas bir kurum
zamanından önce olgunlaşmaktan korunur. En iyi ruhlardan biri, onu tanıyıp ona sahip çıkacak kadar olgunlaşmadan
önce o, bunu bilirse kaybolacaktır.
Milyonlarca yılda yakutu sertleştiren, Alp ve And dağlarının gökkuşağı misali görünüp
kaybolduğu bir zaman diliminde işlemeye devam eden tabiatın yavaşlığına saygı duy. Hayatımızın iyi ruhunda, aceleciliğimizin karşılığı olan bir cennet yoktur. Tanrı'nın özü olan sevgi, sebatsızlık için değil, insanın külli değeri için vardır. Kendi namımıza bu çocukça lüksü değil de gösterişsiz değeri
sahiplenelim. Dostumuza, yüreğinin özünde, altüst etmenin imkansız olduğu temellerinde var olan korkusuz bir güvenle yaklaşalım.
Bu konunun cezbedici yönlerine karşı durmak imkansız. Şimdilik bir açıdan mutlak olan, hatta sevginin dilini şüpheci
ve harcıalem kılan, daha saf olan o seçkin ve ulvi bağdan söz etmek için bu konuya tabi olan bütün toplumsal fayda külliyatını bir kenara bırakıyorum. Hiçbir şey bu kadar kutsal olamaz.
Dostluklara zarafetle değil, en haşin cüretle yaklaşmak istiyorum. Dostluklar hakiki olduklarında camdan boncuklar ya da buzdan çiçekler değildir, bildiğimiz en sağlam şeydir. Şimdi onca yıllık tecrübeden sonra doğa hakkında ya da kendimiz hakkında ne biliyoruz? Hiçbir insan bugüne kadar kaderinin sorununun çözümünü bulmak adına tek bir adım dahi atmamıştır. Bütün insanlık âlemi, bir ahmaklığa mahkûm edilmiştir.
Kardeşimin ruhuyla kurduğum ittifaktan edindiğim mutluluğun ve huzurun o tatlı samimiyeti özün ta kendisidir; bütün doğa, bütün düşünce ise zar ve kabuktan ibarettir. Ne mutlu bir dosta kucak açan yuvaya! O yuva, bayramlarda kurulan bir kameriye ya da bir tak gibi o dostu tek bir gün eğlendirmek için kurulmuş olabilir elbette. Dost o bağın heybetini bilir, onun kanununa hürmet ederse de ne mutlu ona!
Kendini bu akit için aday olarak ileri süren her kimse o, dünyanın ilk insanlarının birbirine rakip olduğu o muhteşem oyunlarda bir olimpiyat oyuncusu gibidir. Zaman, arzu ve tehlikenin listede yer aldığı yarışmalara katılır. Tek başına bütün bunların yıpratıcı etkilerinden güzelliğinin narinliğini korumak için kendi bünyesinde yeterli ölçüde hakikat taşıyan bir muzafferdir o. Bu yarışta talih yardım edebilir ya da etmeyebilir; ancak yarıştaki bütün hız, içkin asalete ve küçük şeylerin hakir görülmesine bağlıdır.
Dostluğun özünde iki öğe vardır. Her iki öğe de öylesine baskındır ki, hangisinin
üstün olduğunu bilemem, dolayısıyla birini ötekinden önce söylemenin hiçbir anlamı yoktur. Bu öğelerden biri, hakikattir. Dost, ona karşı samimi olabileceğim kişidir. Onun yanındayken düşüncelerimi yüksek sesle dile getirebilmeliyim.
Nihayet öyle bir insanın varlığına şahit oldum ki, öylesine hakiki, öylesine eşit ki en derin maskelerimi - insanların asla
çıkarmadıkları duygularını gizleme, nezaket, ikinci kez düşünme maskelerini- çıkarabilir, onunla iki atomun bir araya geldiği yalınlıkla ve bütünlükle ilişki kurabilirim. Samimiyet
- kraliyet tacı ve yetki gibi - yalnızca en yüksek rütbelilere bahşedilen bir lükstür; doğruları söylemenize izin verilmesinden
daha yüksek rütbeli, gözüne girilecek ya da ayak uydurulacak kimse yoktur.
Her insan yalnızken samimidir. İkinci bir
insanın sahneye çıkışıyla birlikte, ikiyüzlülük başlar. Arkadaşımızın yaklaşımını iltifatlarla, dedikodularla, eğlenceyle, dalgayla savuşturur, kendimizden uzak tutarız. Yüzlerce mendile sarıp sarmalar, düşüncelerimizi ondan saklarız.
Bir adam tanıyordum; dini bir coşku içinde, o kat kat kumaş yığınlarından kurtulmuş, bütün iltifatları ve beylik lafları bir tarafa koyup büyük bir içgörü ve güzellikle karşısına çıkan her insan evladının vicdanına sesleniyordu. İlk başlarda ona direndiler. Herkes onun deli olduğuna kanaat getirdi. Ancak o ısrarla, belki de elinden başka türlüsü gelmediğinden, zaman
içinde herkesi tanımanın ve onlarla hakiki bir ilişki kurmanın üstünlüğünü elde etti. Hiç kimse onunla yalan yanlış konuşmayı, çarşıda pazarda, kıraathanede onu başından savmayı aklından bile geçirmezdi. Herkesin eli kolu öylesine samimiyet ve dürüstlükle bağlanmıştı ki, içindeki bütün doğa sevgisini, şiiri, doğruluk adına ne varsa ona gösteriyordu herkes.
Ancak toplum çoğumuza yüzünü, gözünü değil, yanlarını ve sırtını gösterir. Sahte bir çağda insanlarla hakiki ilişkiler kurmak, deli yaftası yemeğe değer değil mi? Çok nadir dimdik ayakta durabiliriz. Karşılaştığımız her insan bizden biraz da olsa medeniyet bekler, suyuna gitmemizi ister. Az ya da çok
ünlüdür, kabiliyetlidir; kafasında dinle ya da hayırseverlikle ilgili sorgulanmaması gereken bir iki fikir vardır. Bütün bunlar, onunla sohbetinizi mahveder. Oysa dost, benim marifetlerimi değil, beni yaşayan akıllı biridir. Dostum olan, benden
herhangi bir karşılık beklemeden, beni eğlendiren kişidir.
Dolayısıyla dost, doğası gereği içinde karşıtlıkları barındırır. Yalnız olan ben, doğada kendi varlığımı doğrulayabildiğim
kanıtlara eşdeğer kanıtlarla varlığını doğrulayabildiğim hiçbir şey görmeyen ben, şimdi karşımda kendi varlığıma bütün yüceliği, farklılıkları ve merakıyla benzeyen, yabancı bir bedende yinelenmiş birini görüyorum; dolayısıyla, arkadaş,
doğanın başyapıtı olarak görülse yeridir.
Dostluğun bir başka öğesi de şefkattir. İnsanlara her türlü bağla (kan, gurur, korku, umut, para, ihtiras, nefret, hayranlık bağı), büyük ya da küçük her türlü ahval ve şartla bağlıyızdır. Ancak yine de başka birinde bizi sevgiyle kendisine çekecek kadar nitelik olmasına inanamayız bir türlü. Başka
biri ona şefkatimizi verebileceğimiz kadar kutsanmış olabilir mi ve biz ona şefkatimizi verecek kadar saf olabilir miyiz?
Biri benim için önemli hale geldiğinde, kaderin amacına dokunmuş olurum. Kitaplarda doğrudan bu konunun özüyle ilgili yazılmış çok az şey buluyorum. Yine de bu konu hakkında unutamadığım bir metin var. Yazarım şöyle diyor:
"Fiiliyatta kiminsem, onlara kendimi zayıf ve dobra biçimde sunarım, kendimi en çok adadığıma ise en az sunarım kendimi."
Keşke dostluğıın ayakları, gözleri ve dili olsaydı. Aya sıçramadan önce köklerini toprağa salması gerekir. Melek olmadan
önce, bir nebzecik de olsa şehirli olmasını isterim. Şehirliyi ayıplarız çünkü sevgiyi meta haline getirir. Şehirli olmak; hediyeleşmek, ödünç alıp vermek, iyi komşuluk etmek, hasta olanları korumaktır; cenazede tabutun üstünü örtmektir, iki
insan arasındaki ilişkinin narinliğini ve asaletini gözden kaçırmaktır biraz da.
Ancak askerlere yiyecek satan bir satıcı
kılığında Tanrı'yı bulamasak da, öte yandan ağını büyük bir incelikle ördüğü, yazdığı hikayeyi adalet, dakiklik, bağlılık
ve merhamet gibi şehirli erdemlerle temellendirmediği için şairi de affedemeyiz.
Son moda ve dünyevi ittifakları anlatmak için kullanıldığında dostluk kelimesinin kahpeliğinden nefret ediyorum. İki dostun bir araya gelişini boş gösterişle, at arabalarında gezilerle, en iyi meyhanelerde yenilen akşam yemekleriyle kutlayan ipeklerle ve parfümlerle bezenmiş bir
ahbaplıktansa, rençper çocuklarla ve lamba üreticileriyle ahbaplık etmeyi yeğlerim.
Dostluğun amacı, en katı ve en rahat
olanın bir araya gelebileceği bir alışveriştir; tecrübe ettiğimiz her şeyden daha katıdır. Bütün ilişkiler ve yaşamla ölümün
bütün evreleri boyunca destek ve teselli vermek içindir dostluk. Huzurlu günlere, incelikli hediyelere ve kırda yürüyüşlere yaraşır; ancak aynı zamanda engebeli yollara, zorlu yolculuklara, deniz kazalarına, yoksulluğa ve eziyete de yaraşır.
Zeka dolu nüktelerle ve dini coşkuyla ahbaplık eder. İnsan hayatına has gündelik ihtiyaçları ve vazifeleri yüceltmeli, onu cesaret, bilgelik ve birlikle süslemeliyiz. Hiçbir zaman gündelik ve sabit bir olgu haline gelmemeli, her daim tetikte ve yaratıcı olmalı, angarya olan şeye kafiye ve mantık katmalıdır.
Dostluğun az rastlanan, kıymetli kişilikler gerektirdiği söylenebilir. İki taraf da öyle iyi huylu, öyle mutlu ve uyumlu, bununla birlikte öylesine keyfidir ki (hatta bir şair böylesi durumlar için, sevginin, her iki tarafın da bir çift haline gelmesini gerektirdiğini yazar), ancak çok nadir tatmin sağlanabilir. Kendi mükemmelliği içinde varlığını sürdüremez;
örneğin kalbin bu sımsıcak ilmini almıştır bazıları ve ikiden fazla kişinin arasında var olur bu.
Söylediklerim konusunda pek de katı değilim, belki de başkalarınınki gibi yüce bir
arkadaşlık görüp bilmediğimden. Tanrı gibi erkeklerin ve kadınların bir arada olduğu, birbirlerine çeşit çeşit bağlarla
bağlı oldukları ve aralarında yüce bir zekanın bulunduğu bir topluluk düşünerek hayal gücümü tatmin ediyorum. Ancak
ben bu birebir olma durumunu - dostluğun bir uygulaması ve
gayesi olan - sohbet için şart görüyorum.
Suları çok fazla bulandırmayın. İyi ile kötü kadar illetlidir en iyi karışım. Kimi
zaman iki kişi arasında faydalı ve neşeli bir sohbet geçebilir; ancak üç kişi bir araya geldiğinizde tek bir yeni ve içten söz
çıkmaz. İki kişi konuşabilir, üçüncü kişi dinleyebilir; ancak en samimi ve sorgulayıcı türden bir sohbete üç kişi birden
katılamaz. Masanın iki ucundaki iki kişi arasında, asla yalnız kaldıklanndaki gibi iyi bir sohbet geçmez.
İyi bir arkadaşlıkta, bireyler kendi bencilliklerini - birçok başka bilinçle aynı
anda var olan - toplumsal bir ruhla birleştirirler. İki arkadaşın birbirine düşkünlüğü, erkek kardeşin kız kardeşine, karının kocasına karşı duyduğu şefkat orada geçerli değildir, hatta tam tersi mevcuttur. Yalnızca karşı tarafın ortak düşüncesine
kapılan, kendisini kendi düşüncesiyle kısıtlamayan kişi belki konuşabilir. İşte sağduyu gerektiren böylesi bir buluşma, iki
ruhun mutlak bir biçimde birbirine karışmasını şart koşan o muazzam sohbetin yüce özgürlüğünü ortadan kaldırır.
Ancak baş başa kalmış iki kişi, daha yalın bir ilişki kurabilir. Hangi iki kişinin sohbet edeceğini ise yakınlıkları belirler.
Birbirine yakın olmayan kişiler birbirlerine çok az mutluluk verirler, birbirlerinin gizil güçlerinden asla haberleri olmaz.
Kimi zaman büyük bir hitabet gücünden söz ederiz; sanki bazılarının hep sahip olduğu bir özellikmiş gibi. Sohbet, gelip
geçici bir ilişkiden başka bir şey değildir.
Düşünme ve hitabet yeteneğiyle nam salmış biri, örneğin kuzenine ya da amcasına
tek bir söz söyleyemeyebilir. Onun suskunluğunu, gölgedeki güneş saatinin önemsizliğini suçladıkları mantıkla suçlarlar.
Güneş altında olsa, saati gösterecektir. O yalnızca fikirlerinin değerini bilenler arasında dilini geri kazanacaktır.
Dostluk, benzerlik ve benzemezlik arasındaki ender kişilerin, kendilerinde var olan güç ve rızayla birbirlerinde merak
uyandırmalarını gerektirir. Bırakın dünyanın sonuna kadar yalnız kalayım, dostum bir sözü ya da bir bakışıyla gerçekten
halimden anladığını göstermiyorsa.
Düşmanlıktan ve itaatten eşit ölçüde kaçınırım. Dostum kendisi olmak için bir an
bile duraksamasın. Onun benim olmasından duyduğum tek mutluluk, benim olmayan bir şeyin benim olmasındandır.
Mertçe bir ilerleme, en azından mertçe bir direniş beklediğim anda, bir ödünler yumağıyla karşılaşmaktan nefret ederim.
Dostunuzun yankısı olacağınıza, dostunuzun yanı başındaki bir ısırgan otu olun daha iyi.
Yüce bir dostluğun önkoşulu, o dostluk olmadan da yoluna devam edebilmektir. Böylesi yüce bir birliktelik, ulu ve asil uzuvlar gerektirir. Bir olmadan
önce, iki kişinin ayrı ayrı var olabilmeleri gerekir. Bırakalım birbirine bakan, birbirinden korkan iki büyük ve zorlu kişilik,
bu farklılıkların altındaki onları bir araya getiren derin kimliğin farkına varmadan bir ittifak kursunlar.
Yüce ruhlu olan, yüceliğin ve iyiliğin her zaman iktisatlı olduğundan emin olan ve kaderin işine burnunu sokmakta
acele etmeyen kişi yaraşır bu topluma. Bırakalım o, bu işe burnunu sokmasın. Bırakalım elmas yıllar içinde olgunlaşsın.
Ölümsüzlerin doğuşunu hızlandırmayı beklemeyelim. Dostluk, dini bir tutum gerektirir.
Dostlarımızı seçtiğimizden söz
ederiz, oysa dostlarımız kendi kendilerini seçtirirler. Derinden duyulan saygı dostluğun önemli bir parçasıdır. Dostunuza görülmeye değer bir seyirlikmiş gibi davranın. Elbette dostunuzda sizde olmayan erdemler vardır. Onu kendinize
yakın tutma ihtiyacı duyarsanız bu erdemlere gereken değeri veremezsiniz. Uzakta durun, bu erdemlere yer açın, onların çoğalmasına ve yayılmasına izin verin.
Siz dostunuzun düğmelerinin dostu musunuz, yoksa düşüncelerinin dostu
musunuz? Büyük bir yüreğe o dost binlerce açıdan hala bir yabancı olarak kalacaktır ki o büyük yüreğe en yüce zeminde
yaklaşabilir. Bırakın genç kızlarla delikanlılar dostlarına bir mülkmüş gibi davransınlar, en asil faydalardansa kısa ve şaşırtıcı zevkleri tatsınlar.
Bizse bu cemiyete uzun vadeli olarak girelim. Neden bu asil ve güzel ruhların arasına izinsiz karışarak onları kirletelim? Neden dostunuzla ihtiyatsız kişisel ilişkiler kurmak için ısrar edip durursunuz? Neden onun evine gidersiniz ya da annesiyle, kardeşleriyle tanışırsınız? Neden o sizi evinizde ziyaret eder? Bunlar aramızdaki anlaşma için şart mıdır? Bırakın bu dokunuşları ve tırmalamaları.
Dostum bana ruh olsun. Ben ondan bir haber, bir tas çorba değil; bir mesaj,
bir düşünce, samimiyet, bir bakış beklerim. Politika, hoşbeş, komşuluk gibi şeyleri daha ucuz arkadaşlıklardan alabilirim.
Dostumun yarenliği benim için doğa kadar şiirsel, saf, evrensel ve yüce olmamalı mı? Aramızdaki bağın, ufukta asılı duran bulut yığınlarından ya da dereyi ikiye bölerken sallanan sazlıklardan daha derirı olduğunu hissetmem gerekmez mi? Dostluğumuzu alçaltmayalım, aksine o dereceye çıkaralım.
Meydan okuyan o büyük göz, tavır ve davranışlarının o alaycı güzelliği ... Bunları azaltmak için değil, aksine çoğaltmak ve
güçlendirmek için yorun kendinizi. Dostunuzun üstünlüklerine hürmet gösterin. Düşüncenizi ondan esirgemeyin, aksine
düşüncelerinizi biriktirip ona anlatın. Onu sizin muadiliniz, denginiz gibi gözetin. Çabucak büyüyüp kenara bırakılacak
önemsiz bir faydadansa, bırakın sizin için sonsuza dek güzel, ehlileştirilemez, yürekten hürmet ettiğiniz bir düşman olarak
kalsın.
Gözünüze çok yaklaştırdığınızda, opalin renklerini ve pırlantanın parlaklığını göremezsiniz. Dostuma mektup
yazarım, ondan da mektup alırım. Bu size az gelebilir. Ama bana yetiyor. Bu, ona vermeye değer, benim de almama değer manevi bir armağandır. Kimseye zarar vermez. Bu sıcak satırlarda kalp, kendine güvenecektir dile değil ve bütün
kahramanlık hikayelerinin henüz iyileştiremediği tanrısal bir varlığın kehanetini dillendirmeyecektir.
Bu arkadaşlığın kutsal kanunlarına saygı duyun. Açması için sabırsızlanarak bu kusursuz çiçeğine zarar vermeyin.
Başka birinin olabilmemiz için önce kendimiz olmalıyız.
Latince atasözünde de belirtildiği gibi en azından suçta bu tatmin duygusu vardır:
Suç ortağınızla eşit şartlarda konuşabilirsiniz. "Crimenquosinquinat, aequat." (Suç, kirlettiklerini
eşit kılar.) Hayranlık duyduğumuz ve sevdiğimiz kişilerle en başta böyle konuşamayız. Yine de kanaatimce, dengedeki en küçük kusur bile bütün ilişkiyi etkiler. İki ruh kurdukları diyalogda tek başlarına bütün dünyaya karşı durmadıkça, bu iki ruh arasında asla derin bir huzur ve karşılıklı saygı var olamaz.
Dostluk kadar büyük olan başka ne varsa, mümkün olduğu kadar onu ruhumuzun heybetiyle taşıyalım. Sessiz olalım
da tanrıların fısıltılarını duyabilelim. Sözlerini kesmeyelim. Seçilmiş ruhlara ne söylemeniz gerektiğine ya da bunları nasıl söylemeniz gerektiğine kim karar verdi? Ne kadar merhametli, nezaketli ya da ağırbaşlı olursa olsun. Ahmaklığın ve bilgeliğin sayısız derecesi vardır, senin için hiçbir şey demek
manasızdır. Bekle, an gelecek gönlün konuşacak. Elzem ve ebedi olan sana boyun eğdirene, geceyle gündüz senin dudaklarını kullanana kadar bekle. İyiliğin tek ödülü iyiliktir, dost edinmenin tek yolu ise dost olmaktır.
Birisinin evine girerek ona yakın olamazsın ki. Ona benzemiyorsan, ruhu senden daha hızlı kaçacaktır, onun gerçek bir bakışını da
asla yakalayamazsın. Asil olanları çok uzaktan görürüz, onlar bizi iter, neden burnumuzu sokalım ki? Toplumun hiçbir
düzeninin, uygulamasının, örf ve adetinin onlarla istediğimiz türden bir bağ kurmamız için bize herhangi bir fayda sağlamayacağını geç ama çok geç anlarız. Ancak doğanın içimizde uyanışını, onların içinde uyandığı ölçüde algılarız. Ardından suların sulara karıştığı gibi buluşuruz. Onlarla o an buluşamazsak, bu, onları istemediğimizdendir; çünkü biz çoktan
onlar olmuşuzdur.
Son tahlilde, sevgi, yalnızca insanın kendi
değerinin başkalarından yansımasıdır. Kimi zaman insanlar arkadaşlarıyla isimlerini değiş tokuş ederler, sanki arkadaşlarında kendi ruhlarını sevdiklerini gösterir gibi.
Dostluktan ne kadar üstün bir üslup beklersek, elbette o dostluğu insan olarak kurmak o kadar zor olur. Dünyada tek
başımıza yürürüz. Arzu ettiğimiz gibi dostlar rüyadan, masaldan ibarettir. İnançlı bir kalbi yüce bir umut neşelendirir;
o anda başka bir yerde, evrensel gücün başka alanlarında, sevebileceğimiz ve bizi sevebilecek ruhlar hareket halindedir,
bir şeylere katlanıyor, cesaret ediyordur.
Rüşte ermediğimiz zamanlar, ahmaklık, acemilik ve utanç zamanlarımız yalnızlık içinde geçtiği için kendimizi tebrik edebiliriz ve artık rüştümüzü ispat ettiğimizde, kahramanların ellerinin başka
kahramanların ellerini tuttuğunu görürüz.
Hiçbir dostluğun barınamayacağı ortamlarda, dostlukları ucuz insanlarla kurmamak için yalnızca çoktandır gördüklerine kulak ver. Sabırsızlığımız bizi, hiçbir Tanrı'nın tasvip etmediği aceleci ve
ahmakça bağlar kurmaya iter. Kendi yolunuzda gitmekte ısrar ederseniz, azdan feragat etseniz de çok olanı kazanırsınız.
Sahte ilişkilerin size değmesini engellemek için, kendinizi gösterirsiniz ve dünyanın ilk doğarılarını kendinize çekersiniz, onlar az bulunur göçebeleridir dünyanın, doğada birisini ya da ikisini bir arada görürsünüz. O hoyrat büyük gösteri, onların gözünde bir hayalden, gölgeden ibarettir yalnızca.
Bağlarımızı fazlasıyla manevi kılmaktan korkmak ne aptalcadır, sanki hakiki bir sevgiyi kaybedebilirmişiz gibi. Rağbet gören düşüncelerimizi içimizde ne kadar düzeltirsek düzeltelim, doğa kesinlikle ağırlığını hissettirecek, bir nebze de
olsa neşemizi çalıp götürmüş gibi görünse de, bizi fazlasıyla ödüllendirecektir. İnsanın mutlak yalnızlığını isteyip istemediğimizi hissedelim. İçimizde her şeyin mevcut olduğunu biliyoruz. Avrupa'ya gidiyoruz ya da insanların peşinden gidiyoruz, kitaplar okuyoruz, içgüdüsel olarak bunların seslenip
bizi bize göstereceğine inanarak. Bunların hepsi dilencidir.
İnsanlar tıpkı bizim gibidir; Avrupa, ölülerin rengi solmuş giysileri, kitaplar, onların hayaletleri. Putlara tapınmayı bırakalım. Bu dilencilikten vazgeçelim. En candan arkadaşlarımıza bile elveda deyip "Sen kimsin? Bırak elimi: Artık bağımlı
olmayacağım" diyerek başkaldıralım. Ah, kardeşim, görmüyorsun, daha yüce bir mertebede yine kavuşmak üzere ayrılıyoruz birbirimizden, ancak daha çok kendimiz olduğumuz zaman daha çok birbirimizin olabiliriz.
Bir dostun iki yüzü vardır; geçmişe ve geleceğe dönük. Harcadığım zamanlarımın çocuğu, henüz gelmemiş zamanlarımın habercisi, daha yüce bir dostun müjdecisidir.
İşte o zaman kitaplarımla ne yapıyorsam, dostlarımla da öyle yaparım. Onları nerede bulabileceksem orada onlarla olurum; ancak onları çok nadir kullanırım. Arkadaşlığı kendi şartlanmızda kurmalı, onu en küçük bir sebebe dayanarak kabul edebilmeli ya da reddedebilmeliyiz.
Dostumla çok
fazla konuşacak zamanım yok. Dostum yüce bir insansa beni öyle yüceltir ki konuşmak için alçalamam. Muhteşem günlerde, içime doğanlar gökkubbede gözümün önünden geçip dururlar. İşte o zaman kendimi onlara adamalıyım. Bir içeri, bir dışarı koştururum önsezilerimi yakalayabilmek için.
Tek korkum, şimdi yalnızca daha parlak ışığın birer parçası olan o önsezilerin gökyüzünde yok oluşunu izlemektir. İşte
sonra, dostlarımı ne kadar takdir etsem de kendi görüşlerimi kaybetmemek için onlarla konuşmam, görüşlerinin üzerinde
kafa yormam. Bu mağrur arayıştan, bu deruni astronomiden vazgeçsem, yıldızların peşine düşmesem, sizinle aynı sıcak
duyguları paylaşabilsem, eminim içimi bir yuvanın neşesi kaplayacak, ancak o zaman ihtişamlı tanrılarım yok olduğu
için hep yas tutacağımı da biliyorum.
Elbette gelecek hafta kendimi yabancı nesnelerle oyalamaya başladığımda, üzerime bir ağırlık çökecek, sonra sizin zihninizi, dağarcığınızı yitirdiğim için hayıflanacağım ve yine yanımda olmanızı dileyeceğim. Oysa gelseniz, belki de zihnimi yeni fikirlerle dolduracaksınız; kendinizle değil, ışığınızla dolduracaksınız,
ben de artık sizinle konuşabilecek halde olmayacağım.
İşte bu yüzden dostlarıma bu fani münasebeti borçlu olacağım.
Onlardan sahip oldukları şeyi değil, oldukları şeyi alacağım. Bana münasip bir biçimde veremeyecekleri şeyi, ancak içlerinden doğup taşan şeyi verecekler. Beni bu kadar narin ve saf olmayan ilişkilerle ellerinde tutamayacaklar. Hiç buluşmamışız gibi buluşacak, hiç ayrılmamışız gibi de ayrılacağız.
Son zamanlarda dostluğu - muhatabınızdan gerekli karşılığı görmeseniz dahi - tek taraflı olarak harika bir biçimde yürütebileceğinize dair bir kanı oluşmaya başladı bende. Muhatabımın alanı dar diye niye kendimi pişmanlıklara gark edeyim ki? Güneş, yaydığı ışınların bir kısmı boşuna, o nankör
boşluğa gidiyor; yalnızca küçük bir kısmı onları geri yansıtan gezegene isabet ediyor diye hiçbir zaman dertlenmez. Bırakın büyüklüğünüz çiğ ve soğuk dostunuzu eğitsin. Denginiz değilse derhal yok olacaktır. Oysa siz kendi ışığınızla büyüyecek, artık kurbağaların, solucanların dengi olmayacaksınız, gökkubbenin tanrılarıyla birlikte semada süzülüp tutuşacaksınız.
Karşılıksız sevmenin insanı küçük düşüreceğine inanılır. Oysa yüce olanlar görecektir, gerçek sevgi karşılıksız
kalmaz. Gerçek sevgi; değersiz nesneleri aşar, sonsuz olanda dinlenip demlenir, aradaki zayıf maske un ufak olduğunda
ise, kederlenmez, aksine sırtındaki yükten kurtulduğunu, bağımsızlığından daha da emin olduğunu hisseder. Elbette
ilişkiye bir nevi ihanet etmeden bütün bu sözleri sarf etmek hiç de kolay bir şey değildir.
Dostluğun özünde birlik, tam bir yüce gönüllülük ve güven vardır. Şüpheye ya da zaafa yer bırakmamalıdır. Dostluk, nesnesine bir Tanrı'ymış gibi davranır, Tanrı da her ikisini yüceltir.
Çeviri: F. Cihan Dansuk - Pınar Öztamur
RALPH W. EMERSON
İnsanın Görkemi, S. 65-82
ŞİİRLERİ