YAĞMUR'U BAĞRIMA BASARIM
DİĞER ŞİİRLERİMİ YAKSINLAR

Prof. Dr. Nurullah Genç, iç dünyaların nabzını şiiriyle, dış dünyanın nabzını akademik kariyeriyle tutuyor. Naat ve Yağmur diyince akıllara O düşüyor. Yüreği şiirlere, aklı başarıya ev sahipliği yapıyor. Hal böyle olunca; o, kalemiyle, hem iç dünyasının hem dış dünyasının haritasını çiziyor. Şafak sökerken "Yağmur Adam!" oluyor. Güneş yükselip devrilinceye kadar bir kürsüden, öğrencilerine iş dünyasında başarı ilkelerini aktarıyor. Kelimelerle çekilen bir fotoğraf..

Genç, çiftçi ve mütefekkir bir babanın dokuz evladından biri. Şiir onun hayatına çok küçük yaşlarda girmiş. Babasının elini tutar, köy odasına gidermiş. Kapı girişinde diz çöker, Peygamber'in hayatını, ashabın mücadelesini, kahramanlık menkıbelerini ve dahası Karacaoğlan, Erzurumlu Emrah, Niyazi Mısri'nin eserlerini dinlermiş. İlkokula 3.sınıftan başlayan Genç, "Niyazi Mısri'nin dizelerini ve bayağı kesirleri biliyordum." diyor. Ataerkil kültürün ürkek çocuğuymuş o. Konuşmaya cesareti olmayan, açıksa bile söylemeyen, ikram edilince yiyen..

Erzurum'da kışlar zorlu. Köylerinde okul yok. Babasının sırtında üç saat yol alıp, 10 kilometre yolu aştıktan sonra ulaşabiliyor okuluna.. Kendisini sırtında taşıyan babasının zikredişini, Kur'an ve gazel okuyuşunu hiç unutmadığını söylüyor. "Buz tutardı bıyıkları, ben omzundan uzanır, temizlemeye çalışırdım, babam zikreden dudaklarıyla gülümserdi.." derken gözlerine hürmet ve minnet düşüyor. Genç, çocukluğuna dair hiç fotoğrafı olmadığını belirtirken, ben kelimelerle sunulmuş bir fotoğrafı seyrediyorum.

Bu meşakkatli durum, önce öğretmeninin, sonra akrabalarının evinde kalması ile çözümlenirken, henüz 10 yaşında, küçük yüreği gurbet ve özlemle tanışıyor. Parasız Devlet Yatılı Okulu'nu kazanıp Erzurum İmam Hatip Lisesi'ne başlayıncaya kadar, evinden uzak, yanı başında ki ailesine özlemle geçiriyor. "Bu gün köyümüz ile Erzurum arası dar bir mesafe ama o zamanlar mahrumiyet ve zorlu kış şartlarıyla kıtalar kadar uzaktı." diyor.

Şimdi işsiz kalsam, fırıncılık yaparım.

Ailesinden uzakta eğitimini sürdürürken, babasına yük olmamaktan çok, babasına da katkıda bulunabilmek için "Çalışmalıyım." diyor. Bir ayakkabı boyası sandığı ediniyor. Diğer çocuklardan ucuza boyadığı için, hem dayak yiyor hem sandığından oluyor. "Yabancıydım o çocukların arasında. Yanımda ailem yoktu. Bu yüzden döverlerdi beni. Geceleri sessizce ağlardım. Ama bir süre sonra çocukların ve köpeklerin arasında korkusuzca yürümeyi öğrendim. Boyacılığı bırakıp, geceleri fırında çalışmaya başladım. Un çuvalları üzerinde uyur, okula fırından giderdim. Okul birincisi olmayı da ihmal etmezdim." diyor gülümseyerek. "Babamın sırtında aldığım yolların minnetini ödemek için çok çalışır kazandığım paraları babama koyun alsın diye verirdim. Bu yüzden, iyi bilirim ayakkabı boyamayı, hamur mayalamayı. Şimdi işsiz kalsam yine ekmeğimi fırıncılıktan ve boyacılıktan çıkarabilirim." diye devam ediyor.

Yağmur şiiri yürek sızım, sevdamdır.

Genç, çocukluğundan ve öğrencilik yıllarından söz ederken anlıyorum ki ne şairliği ne de akademik kariyeri sürpriz değil. O, mücadele etmeyi, kendini korumayı, emeği, parayı, rekabeti ve kazandığını paylaşabilmeyi çok küçük yaşlarda öğrenmiş. Uzun kış gecelerinde, küçücükken dizelere aşina olmuş. İktisat profesörü oluşuna, Yağmur'u yazmasına şaşırmamak gerek.. Ama Yağmur'un yazılış öyküsünü yeniden dinlemek güzel olur.

"Yağmur ne zaman ve nasıl yağdı kaleminizden?" diye soruyorum. "Yağmur, bende yağdırıldı." dedikten sonra, Besmele çekerek, İkra suresinin 4 ve 5. ayetlerini okuyor. (4-Ki O kalemle (Yazmayı) öğretendir. 5-İnsana bilmediğini öğretti.) "O dilemeseydi yazdırılmazdı. Fakat duam vardı. İlk şiirim 1980 yılında Nesil Dergisi'nde yayımlandıktan sonra düşmüştü içime bir sızı. Sevgililerin en güzeline bir naat yazmalıydım. Madem şiir yazacaktım, ulvi bir amaca hizmet etmeliydi dizelerim. Ama on yıl taşıyacakmışım bu sızıyı.

1990 yılında İstanbul'dan Erzurum'a giderken otobüsün iki saat rötar yapmasıyla, başka bir yolculuğa çıkmıştım. Hz. Hamza'nın şahadetinden, yerlerini terk eden okçulara, Bedir'den Uhud'a, başarılardan yenilgilere, o günden bu güne hızlı bir yolculuktu bu. Ve biletin arkasına şu dört mısra yazılmıştı: Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü / Sensiz, kıtalar boyu uzayan vatan düştü / Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül / Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü.. Bu dizelerle on yıllık ıstırabım Yağmur olup yağdırıldı."

"Bizim için Yağmur'un yeri başka, peki ya sizde?" diye soruyorum. Gülümsüyor ve "Bende sizde olduğundan daha başka. Deseler ki 'her şairin bir şiiri kalacak, diğerleri yakılacak.' Yağmur'u bağrıma basar, - diğer şiirlerimi yakın! - derim."

"Hayranlarınız olduğu kadar, eleştiriliyorsunuz da. Eleştiriler sizi nasıl etkiliyor?" diye sorunca, bir mahzunluk çöküyor yüzüne. "Ben bir sosyal bilimciyim. Sıradan mülahazalarla yazmıyorum. Eleştiriler adil yapıldıkça kendimi onarırım. Ama "Edebiyat dünyasını Nurullah Genç'ten temizlemeli." ya da "Üçüncü sınıf şair." gibi eleştirilerde bulunanlara; 'Ben köklü bir medeniyetin şairiyim. Mihenk taşlarım güçlü. Hiçbir şiirimi sıradan haz ve tutkularla yazmadım' diyorum.

Ve bir baksınlar, benim şiirlerimi hiçbir şairin şirine yaslayamazlar. Özgün bir şairim, hiç öykünmedim. Hakkım helaldir ama yüreğim kırgın. Olgun başakların boynu eğri olur. Medreselerimizin kapısı alçaktır ki, boyun büküp geçelim. Kılıcımız bile eğridir. Bu nedenledir ki boynum eğri. Mütevazı duruşum, yaptığım işi abartmayışım, zayıflık olarak değerlendirilip arabeskçe yorumlanıyor."

Bir soluk alıp, yeniden besmele çekerek, İkra suresinin 6.ve 7. ayetlerini okuyor Genç; (6-Hayır; gerçekten insan, azar. 7-Kendini zengin gördüğünden.) ve şöyle devam ediyor. "Oysa ben biliyorum ki, benim hiçbir şiirim, Rabbin yarattığı seslerden daha ritimli olamaz. Hiçbir ressam, kainatta ki küçücük bir çiçeğin zarafeti kadar muhteşem resim yapamaz. Bize armağan edilmiş şiir yazma sanatını kendimizden bilerek başımızı dik tutmadık. Azanlardan olmaktan korktuk. Yapıcı eleştirilere eyvallah.. Ama sınıflandırmak, edebiyatı benden temizlemeye kalkmak, çözüm olmadığı gibi, üslup da nezih değil. Eğer bir nebze adalet olsa içlerinde, diğer şiirlerimi çer çöp kabul etseler bile Yağmur'un hatırına bu eleştirileri yapmazlardı.." diyor.

Darphaneler bu parayı basamaz..

Nurullah Genç'in şair yüreği ailesi için titriyor. "Eşimin, çocuklarımın sağlığı çok önemli.. Sağlığımız bozulduğunda geri alabileceğimiz parayı darphaneler basamaz." diyor. Üç kız bir erkek, dört çocuk babası Genç, "Evlatlarıma, haksızlık yapmamalarını ve haklarını aramalarını öğrettim. Yeri geldi onlardan özür diledim. Güzel olan şu ki, çocuklarım bundan kibirlenmek yerine, babalarının kendilerinden özür diliyor olmasının sorumluluğunu hissettiler." diyor.

Çocuklarından ve eşinden söz ederken, huzurla gülümsüyor. "Hümeyra 6 yaşında, işe gitmek için hazırlanırken, telaşla bir gömlek bir kravat seçip "Bunları giy babacığım." diyor. Bende onu incitmek yerine giyip, bazen bir şiir şölenine, bazen konferansa gidiyorum." Merakla; "Ya renkleri çok aykırıysa..?" diyorum. Gülümseyerek, "İsterse mor gömlek, kırmızı kravat olsun. Yavrumun özgüveni sarsılmasın. Biraz büyüyünce zaten o da fark edecek. O halde hangi şey, yavrumun yüzünde ki güven ifadesinden daha kıymetli olabilir ki?" diye soruyor.

Yeni Şafak Pazar Eki, 29 Nisan 2007


ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI