A Benim Cânım Efendim, Nüzhet Erman’ın “Yeşil”den sonraki ikinci şiir kitabı. 1958 yılında Ankara’da Ayyıldız Matbaası’nda basılmış. Birdenbire niçin önce basılış yılını verdiğimi merak ettiğinizi sanıyorum. Şair Nüzhet Erman’ın; “Sayın O. Hasan Bıldırki’ye, En iyi temennilerimle. Antalya, 11.03.1969” diyerek imzaladığı A Benim Cânım Efendim’in, basılış tarihi aşağı yukarı bütün kaynaklarda 1959 olarak gösteriliyor, hatta sonraki kitaplarında, önceki kitaplardan bahseden tanıtımlarda “1959” takıntısının devam ettiğini görmek, beni ziyadesiyle üzüyor. Bu, araştırma ciddiyetinden hâlâ ne kadar uzak olduğumuzu gösteren ender örneklerden birisidir. Aynı yanlış, şairden bahseden sitelerden bazılarında da sürüp gidiyor. Düzeltilmeli.
Nüzhet Erman, mükemmel, ince, latif bir şairdi. Gerçekten şairdi. Fotoğraf Albümü, Yârla Benim Yeşil Açtı Aramı, Dilenci Vapuru adlı bölüm başlıklarının bulunduğu A Benim Cânım Efendim’de “İçindekiler” bölümü yok. Bunda sayfadan kazanmak isteğinin payı olmalı. Bu özellik şairin diğer kitaplarından bazılarında da sürüyor. Ancak, “Hem Hürriyet, Hem Ekmek”te, benim eleştirilerim üzerine, “İçindekiler” bölümü eklenmiştir. Kitap küçük boy, cep kitapları tarzında bastırılmıştır. Kitaba adını veren şiir de yok.
Kitaba adını veren şiir yok da, adı etkileyen isimsiz bir şiir var. Bu şiir, bölümlerin dışında bir şiir olarak kitapta yerini almış (s.3). “Yetmez mi a benim sultanım efendim!.”dizesi, kitabın adını etkileyen dizedir.
”Ben gemiyim, gözlerindir fenerim.
Bu benim halim bir sun’i peyk hali!
– Güneş etrafında dünya misali
Ben de senin etrafında, dönerim.
İster mahşer günü, ister hayatta,
Dost düşmanın seçildiği saatta,
Her şey bir yer tutarken kainatta,
Senin yanındadır benim de yerim!
Bıraksam da gönlü kendi reyine,
Seni arar, seni bulurdu yine.
Bir bakışın ben kulunun neyine
Yetmez, a benim sultanım efendim!.”
Bu şiir, hecenin 11’li ölçüsüyle, abba, ccca, ddda kafiyelenişinde yazılmıştır. Rediflerden de kafiye olarak yararlanılmıştır; “reyine / yine” gibi. “Yeşil”in ilk şiiri de budur.
Kendisini gemiye benzeten şairin feneri, sevgilisinin gözleridir. O gözler, şaire kılavuzdur. Şairin hali, uydunun haline benzer. Dünya nasıl güneş etrafında dönüyorsa, şair de sevgilisinin etrafında öyle dönmektedir. Gemi, tek fenere bağlanmış, yalnız onun etrafında döndükçe dönüyor.
Şair, kararını çoktan vermiştir. Şairin yeri, sevdiğinin yanıdır. Her şey nasıl gökyüzünde bir yer tutuyorsa, hem hayattayken, hem dost düşmanın seçildiği saatte, mahşerde bile, şair, sevdiğinin yanında yer almak ister.
Bunda ne şairi zorlayan, ne de şairin zorladığı bir şey vardır. Şair, sevdiğine yangın gönlünü, gönlünün öz düşüncesine bıraksa bile, o gönül, yine de seni arar bulurdu. Hatta “a benim sultanım efendim” diye seslendiği “yâr”inin bir bakışı bile, sevdiğine kul olmuş şaire yeter.
Sevgili sultan, şair kuldur.
Şiirde, geleneksel Türk şiirinden gelen izler var: Sevdiğinin etrafında dönmek –pervane olmak-, kul ve sultan olmak gibi.
İlk dönem şiirlerinde aşkı da anlatan şair, bu şiiriyle temiz bir aşkı dile getirmektedir. Bir bakışla yetinmesini bilen vazgeçilmez bir aşkı…
“Pervane olmak”, “Aşık Gariplik” şiirinde tekrar ele alınmakta, yeni yorumlarla yeniden anlatılmaktadır.
“Kesilmedir bu bir muma pervane,
Buna korktuğuna uğramak derler.
İnsanın durup dururken haline
Gariplik, bir Aşık Gariplik çöker.”
(s.8)
Hemen bütün şiirlere sinen bir renk var; yeşil. Yeşil, şairin en sevdiği renk. Üstelik ilk şiir kitabının da adı. Yeşil, şair Nüzhet Erman’ın sembolü, rüyâsı. Bu tutum “Yârla Benim Yeşil Açtı Aramı”, şiirinde öne çıkıyor. Söz konusu şiirin adını, aynı zamanda bölüm adı olarak da görüyoruz.
“Ufkumda dalların renkli bayramı,
Sardım yapraklarla gönül yaramı,
Yarla benim yeşil açtı aramı,
O incecik yaprak eli elimde,
Adı türkü, rengi masal dilimde.
Yeşil olduğundan güzel bu dünya
Ve bahar, yeşil o üç aylık rüya;
Yeşil bir türbede uyur evliya,
Güneşe yönelen bir dua yeşil,
Beşik, mezar.. her iki dünya yeşil.”
(s.46)
Bu rengin içinde geçtiği bazı dizeleri örneklemek istiyorum.
“Bir gözümde ıslak yeşil bir ada” (s.19)
“Bu yeşil şehirde geçen her günün” (s.22)
“Yaprak yeşilinde, beyaz içinde,
“Gelen bir güz, geçen bir yaz içinde,” (s.24)
“Bu yeşil, bu güzel, bu eşsiz dünya” (s.25)
“Huzurun ıtırını emziren filiz,
Gözleri güneşe götüren bir iz,
Yeşil sonsuz bir an, akıcı sessiz.”
(s.33)
Demek ki yeşil, şairin şiir dünyasının ana rengidir. Yeşil, onun dünyasını eşsizleştirmiş, bazen de ona kılavuz olmuştur.
“Yaprak sarı, salkım sarı, dal sarı,
Birer altın kovan sanki asmalar.
Kütükten kütüğe üzüm kuşları
Gibi seken üç etekli yosmalar.”
(s.45)
Gördünüz mü renk, birdenbire değişiverdi? Sanki güzü anlatan resmi çizen şair, “sarı”nın baskın olduğu bir dünyaya çekiverdi bizi. Erman, aynı zamanda çok iyi bir gözlemci. Yaşadığı dünyadan topladığı izleri, şiirine sokmakta oldukça usta bir şair.
Şair, yâriyle arasını açan yeşille selamı sabahı kesmek için bir fırsat arar. Fırsatı bulunca da, onu şiirine sokar. Yeşilden vazgeçer mi? Asla. Bu iki renk aracılığıyla sevdiğine seslenir:
“Ak bulut, yeşil dal, gök düşüm benim,
Sarı yaprak garip bir eşim benim,
Ey çini bakışlı hür kuşum benim,
Her yaprak bir mektup, bir selam sana,
Güz gelmeden gel dön yeşil yuvana.”
(Yarla Benim Yeşil Açtı Aramı, s.47)
Şairi oyalayan, onda izler bırakan öteki renklerle ilgili şu örnekler de ilgi çekici değil mi?
“Öz şiirin, temiz aşkın gerçeği:
Nar, nergis, karanfil, erik çiçeği.
Bal sarısı, beyaz, çimen yeşili,
Mavinin konuşan sıcacık dili,
Pembe kabuğundan soyunan soğan,
Bakışların dinlendiği erguvan,
Badem çiçekleri, kızıl laleler,
Işık kemeri kuran şelaleler.
Bir iç açan şarkı dallar boyunca
Ve rengi her an tazelenen gonca.”
(İstanbul Camileri, s.63)
Bu şiir, şairin daha sonra yazacağı uzun soluklu şiirlerin ilklerindendir. Bu şiirin hazırlayıcısının ilk ipuçlarını da “Güzellik Yüksekte ve Derindedir” şiirinde görüyoruz.
“Yaprak yeşilinde, beyaz içinde,
Gelen bir güz, geçen bir yaz içinde,
Belki İstanbul’da, Boğaz içinde
Belki İstanbul camilerindedir..”
(s.24)
Bazı şiirlerinde şair, duygu yüklü yüreğini ve düşüncelerini birleştirmiş, endişelerini ya da olması gerekirken olmayanları, okuyucusuna sezdirmeye çalışmıştır.
“Tutulabilir bir kara sevdaya,
İnsan harbi, ölümü unutarak.
Bir zifaf gömleği içinde dünya;
Artık işten bile değil çıldırmak.
Bu yeşil, bu güzel, bu eşsiz dünya
Duru gökleriyle insanlar için.
Tüketilen doyulmaz anlar için
Bir barış sabahı şükür Tanrı’ya!”
(Harp Bir Hatıra Oldu, s.26)
Dünya bu kadar güzel, çekici ve alımlıyken, karasevdaya tutulup, barış sabahlarında Tanrı’ya şükretmek varken, hâlâ savaşlarla uğraşmak, nedense bize şu soruyu hiçbir zaman sordurmayacak gibi: “Harp bir hatıra oldu mu?”
Nazım birimi olarak dörtlüğü daha çok seven Nüzhet Erman, 11’li hece ölçüsünün yanında, 12’lik heceyi de kullanmıştır.
“Ne yârin kahpeliği, ne kan davası,
Ne de kasabanın o malum havası..
Can sıkıntısı seni dağa çıkaran!
Eşkıyam! yaşanmağa değer maceran!
Kurt ovada gezer, kartal gökyüzünde,
Beyzadeler harcı bir lüks sence şehir.
Rahat! sevmezsin ki tütsün gözünde!
Hem eşkıya biraz da serdengeçtidir!”
(Eşkıya Hayatı, s.9-10)
Bütün şiirlerinde yaşadığımız hayat, ya da yaşadığımız hayatın benzerleri var değil mi?
Demek ki şair, “insan”ı anlatıyor. İnsan, kare kare bütün özellikleriyle onun şiirlerine sinmiş. İnsan olmak ve insan gibi yaşamak, aslında hepimizin işi, temel sorunu.
Millî kültürümüzün izleri de, Erman’ın şiirlerini besleyen renk olmuştur. “Nasrettin Hoca”, bu rengin başında geliyor.
“Yine eğilir mi dersin ufkumuza,
Barış günlerinin ak çiçekli dalı?
Sen, ey Akşehir’de geçen sulh masalı,
Muhayyelelerde bitimsiz ol, uza!
Gülmek doyasıya bu yalan dünyada,
O saf neşesiyle gülmek çocukluğun,
Uçuyor hafıza uzak bir rüyada,
Ah Hocam, o kadar belli ki yokluğun.”
(s.11)
“Dudakları yerle gökte zenciler,
Bir sonsuz rüyada dönen çengiler,
“Açıl susam açıl”, açılan kapı:
İnciler, inciler, nurdan inciler.”
(Bin Bir Gece Masalları, s.13)
“Duvarda sararmış bir iki resim
Ve gözlere ışık tutan bir ayna.
Halı, döşemeye sarılı mevsim,
Renkleri içime yol arar boyuna.”
(Eski Zaman Odası, s.16)
“Gün bir elma, ufuk bir elma dalı.
Başucumda renkli resmin bir halı;
Dudağımda memnu meyva masalı,
Bakıyorum güzden kalan resmine;
Yaprak yaprak, dal dal solan resmine..”
(Elma Ağacı, s.34)
Ya neşe? Erman’ın şiirinde neşe, Robenson’un sığındığı ada olarak karşımıza çıkıyor: Neşemizi kaybedince, sığınacağımız ada. Neşe, yakıp yağma ettiğimiz son gemidir. Sonrası yalnızlık, yalnızlık… Robenson hayatı.
“Yirmi dört ayar neş’emizi kaybettik.
Yüzde yüz bölüşmek için aranızda
Onu da siz çalıp sakladınız
Güneş yüzü görmeyen mağaranızda!
O yakıp yağma ettiğiniz son gemi
Yirmi dört ayar som yüküyle bizimdi.
Neşe: Sandal, sal, can kurtaran simidi!
Neşe: Robenson’un sığındığı ada!.”
(Yirmi Dört Ayar, s.12)
Benzetme edişte usta bir şair Erman. “Kafes kesilir doğduğun kasaba” (s.7), “Bir değirmen saat, ufak, kanatsız” (s.16), “Koklanmış buruk bir meyve fecir.” (s.19), “Kesilir her dağ bir siyah kale suru” (s.30), “Bakışı bulutsuz göllerin eşi” (s.41), “Çiçek açmış badem dalı adalar.” (s.57).
“Bakışı bulutsuz göllerin eşi”, ilk bakışta belki bize bir şey anlatmıyor ama yeniden dönüp okuyunca, söylenmek isteneni kestirebiliyoruz. Sevgilinin gözleri, üstünde bulut gezinmeyen göller gibidir. Suyuna ne düşerse, onu gösterir. Üstüne gölgesi düşen varlıkların ikizini o aynada görürüz.
Peki, ya sevgili? Sevgilisiz şiir mi olur? Aranızdan olur diyenlerinizin de çıkacağını biliyorum ama onlar için inadındandır sözünü kullanmak istiyorum. Nüzhet Erman’da sevgili; “sultandır, efendidir, bir tanedir, huridir, melektir, sevgilidir, güzeldir, çağla badem gözlüdür, yârdır, sevdalımızdır, toz pembe, tazecik güldür, birisidir, taze gülümüzdür”.
“Yetmez, a benim sultanım efendim!.” (s.3)
“Taksim’deyim, yanımda da bir tanem” (s.6)
“İçinde hurisi, hurisi eksik” (s.6)
“Bak kolumda bir melek taşıyorum;
Bir yaz günü, Ada’da sevgilimle.” (s.6)
“Ne yüz çevirdiğin güzelin ahı…” (s.7)
“Zihnini bir çağla badem gözlüye
Vermiş de sonunda kim iflah olmuş?” (s.8)
“Ne yârin kahpeliği, ne kan davası” (s.9)
“Düştün mü içine Sevdalım! sen de” (s.15)
“A benim toz pembe, tazecik gülüm!.” (s.21)
“Gönülce birisi, birisi makbul” (s.67)
“Yanımdaki bir tanem, taze gülümdü” (s.73)
Şairin sevdiği çiçekleri de, şiirlerinde görüyoruz. Bunlar “papatya, gül, gelincik, ak nergis, nar, karanfil, erik ve badem çiçeği, kızıl lale ve gonca”dır.
“Papatyanın, gülün kokusu onda” (s.37)
“Gelincik gelincik açar gülüşü” (s.41)
“Ak nergisin eşi Türkmen güzeli.” (s.48)
Dili kullanmakta oldukça usta. Şu söyleyişlerdeki çarpıcılık, bunun işaretidir. “O kim bilir kaçıncı ağlayışım / “A kuşa bak” derken çekmişler şunu” (s.5), “Yağmuru örtündü ufuk” (s.38), “Yağmur masalının ıslak ninnisi” (s.41), “Bitimsiz bir şarkı olan yolculuk.” (s.42), “Mehtap sıtmalı bir yüz kadar sarı.” (s.43), “Sarı ay benziyor buğu tasına” (s.44), “Emzirir yağmurla yeşili toprak” (s.47), “Islak eteğinde bir iklim taşır” (s.49), “Yeşil bir avuç her yaprak” (s.50), “Baharda her insan poyraz gibi hür” (s.53), “Kanat çırpan o hatıra kuşları” (s.58), “Yaşayan dar sokak, iyi komşular” (s.59), “Bir günah korkusu vardı yeminde” (s.60), “Pembe kabuğundan soyunan soğan” (s.63).
“Kuş Uçmaz Kervan Geçmez” şiiri, bana göre, sonra yazdığı şiirlerin ilk habercisidir. Bu şiirde olgunlaşma döneminin şairi Nüzhet Erman şiirinin özeti yapılmaktadır sanki. Şiirdeki sesleniş, sonraki şiirlerinin tamamını giydiren elbise olmuş, onlarda dile gelmiştir..
“Bir kuş uçmaz, kervan geçmez yerdesin,
Şehirden kaçan bir âşık mı, nesin?
Allah’ın kırında çınlasa sesin,
Anlamaz derdinden kuşlar, böcekler.
Karşında bir evin tezekli damı,
Kaysı kurutulan sinekli damı,
Çıldırtmak istercesine adamı,
Baş ucunda hora tepe leylekler.”
(Kuş Uçmaz, Kervan Geçmez, s.15)
Ona “rüyâ” şairi diyemeyiz. Fakat rüyâ gibi bir dünyayı anlatıyor. Bir bakıma sanki Ahmet Haşim’in daha ışıklı tarafı, Nüzhet Erman’ın aynasına düşmüş. Yaşadığı yerlere, günlere, çağına ayna tutuyor.
“Güneşi bir kaynak sanmış,
Güneşi içiyor toprak.
Buğulu ufka uzanmış
Yeşil bir avuç her yaprak.
Bir yağmur susuzluğu var
Sıcak nefesinde bağın.
Çocuk uykusu bağışlar,
Gölgesi ufak çardağın.
Gülümsüyor su damlası,
Gelinciğin dudağında.
Köpük dolu ayran tası
Bir asmanın budağında.
Ötüyor cır cır böceği,
Ulu cevizin dalında.
Gelin sanki ay çiçeği,
Salınıyor bağ yolunda,
Işık büklümü filizler,
Bir cennet örmüş asmalar.
Güle oynaşa üzüm yer,
Üzüm bakışlı yosmalar..”
(Gelin Sanki Ay Çiçeği, s.50)
Görev yaptığı yerleri şiirinde örneklemiş:
“Altındağ’da Bir Akşam Vakti” (s.68) gibi. Aslında Erman’ın şiirinde ülkemiz var, özellikleriyle ve bütün renkleriyle ülkemiz var.
“İstanbul, Üsküdar, sonra Marmara,
Yedi zümrüt tepe, üç mavi deniz
Arasında geçen tasasız ve hür
Bir masal hayatı, eşsiz bir ömür..
İlk aşkın yeniden gelişi dile,
Hafızada bütün canlılığiyle
Yaşayan dar sokak, iyi komşular,
Boğaza bakan pencere ve kuşlar:
(Yedi Zümrüt Tepe Üç Mavi Deniz, s. 59)
Şairin bu kitaptaki şiirleri, “Anadolu 1970”, “Hem Hürriyet, Hem Ekmek”, “Halk Haktır” isimli kitaplarındaki şiirlerini ateşleyen ilk örneklerdir.
Yüreği Türkiye sevgisiyle dolu olan Nüzhet Erman’ı, anlatabildim mi?
Sanmıyorum.
Ama umudunu yakaladım.
Bunu biliyorum. Beklentisinin gerçekleşmesini diliyorum.
“Bölüşülemeyen bu yalan dünya
Dönecek bir sabah bayram yerine.”
(s.18)
Ne dersiniz?
OYHAN HASAN BILDIRKİ
Hisar Edebiyat, 3 Mart 2007

ŞİİRLERİ