BAHAR KASİDESİ
(Der Medh-i Sultân Murâd Hân Aleyhi'r-rahmeti Ve'l gufrân)
(NESİB)
Esdi nesîm-i nev-bahâr açıldı güller subh-dem
Açsın bizim de gönlümüz sâkî meded sun Câm-ı Cem
İlkbahar rüzgârı esti, sabahleyin güller açıldı
Bizim de gönlümüz açılsın, saki, Cemşid'in kadehini sun.
Erdi yine ürd-i behişt oldu havâ anber-sirişt
Âlem behişt-ender-behişt her kûşe bir bâğ-ı İrem
Yine Nisan ayı geldi, hava amber kokularına büründü
Dünya bir katmerli cennet haline geldi, her köşe bir cennet bağı oldu.
Gül devri ayş eyyâmıdır zevk u safâ hengâmıdır
Âşıkların bayramıdır bu mevsim-i ferhunde-dem
Gül devri, yeme içme günleridir, zevk ve safa zamanıdır,
Bu mübarek mevsim, aşıkların bayramıdır.
Dönsün yine peymâneler olsun tehî hum-hâneler
Raks eylesin mestâneler mutrıbler etdikçe nagam
Yine büyük kadehler dönsün, meyhaneler boşalsın
Çalgıcılar ahenkle çalarken sarhoşlar dansetsin.
Bu demde kim şâm u seher meyhâne bâğa reşk eder
Mest olsa dilber sevse ger ma'zûrdur şeyhu'l-Harem
Bu zamandır ki akşam ve sabah meyhane, bahçeye gıpta eder
Eğer Haremin reisi mest olsa, güzel sevse mazurdur.
Yâ neylesin bî-çâreler âlüfteler âvâreler
Sâgar sunar meh-pâreler nûş etmemek olur sitem
Ya çaresizler, aşıklar, başıboş olanlar ne yapsın
Ay parçası gibi güzeller kadeh sunarsa içmemek zulüm olur.
Yâr ola câm-ı Cem ola böyle dem-i hurrem ola
Ârif odur bu dem ola ayş u tarabla mugtenem.
Sevgili var, Cemşid'in kadehi var, böyle neşeli bir vakit var,
Arif odur ki bu vakitte yiyip içip eğlenmeyi ganimet bilir.
(TEGAZZÜL)
Zevkı o rind eyler tamâm kim tuta mest ü şâd kâm
Bir elde câm-ı lâle-fâm bir elde zülf-i ham-be-ham
Zevki, dörtbaşı mamur olarak o rind eyler ki: sarhoş ve bahtiyar
(olarak) bir elinde lâle renkli kadeh, ötekinde de kıvrım kıvrım zülüf tutar.
Lutf eyle sâkî nâzı ko mey sun ki kalmaz böyle bu
Dolsun sürâhî vü sebû boş durmasın peymâne hem
Saki lûtfet, nazı bırak, şarab sun zira bu meclis böyle kalmaz.
Sürahi ve testi dolsun; kadeh te boş durmasın.
Her nev-resîde şâh-ı gül aldı eline câm-ı mül
Lutf et açıl dahi gül ey serv-i kadd-i gonca-fem
Her yeni yetişen gül fidanı, eline şarap kadehi aldı.
Ey servi boylu, gonca ağızlı (güzel), lütfet açıl, sen de gül.
Bu dürd ü bu sâfî deme dönsün piyâle gam yeme
Kânûn-ı devr-i dâime uy sen de mey sun dem-be-dem
Bu bulanık ve safi deme, piyale dönsün, gam yeme.
Devr-i daim kanununa sen de uy, her an kadeh sun.
Meydir mihekk-i âşıkân âşûb-ı dil-ârâm-ı cân
Sermâye-i pîr-i mugân pîrâye-i bezm-i sanem
Aşıkların kıstası (mihenk taşı) gönülleri coşturan, canlara huzur veren
şaraptır. Zerdüştlerin sermayesi, güzeller meclisinin süsü şaraptır.
Mey âkili irşâd eder âşıkları dil-şâd eder
Seyle verir berbâd eder dillerde koymaz gerd-i gam
Şarap akıllıya doğru yolu gösterir; âşıkları bahtiyar eder.
Gönüllerde gam tozunu sele verir, berbat eder, bırakmaz.
Mey âteş-i seyyâleder mînâ kadehle lâledir
Yâ gonca-i pür-jâledir açmış nesîm-i subh-dem
Şarap akıp giden bir ateştir, cam kadehte laledir,
Ya da sabah rüzgarının açtığı üzeri çiy taneleriyle dolu bir goncadır.
Sâkî meded mey sun bize câm-ı Cem ü key sun bize
Rıtl-ı pey-â-pey sun bize gitsin gönüllerden elem
Sâkî, yardım et, bize şarap sun. Cem ve Key'in kadehini bize sun.
Peşpeşe doldur sun bize ki gönüllerdeki gam gitsin.
Biz âşık-ı âzâdeyiz ammâ esîr-i bâdeyiz
Âlüfteyiz dil-dâdeyiz bizden dirîg etme kerem
Biz özgür aşıklarız ancak şarabın esiriyiz.
Aşıkız, güzellere gönül vermişiz, bizden ikramını esirgeme.
(GİRİZGÂH)
Bir câm sun Allâh içün bir kâse de ol mâh içün
Tâ medh-i şâhenşâh içün alam ele levh u kalem
Allah için bir kadeh sun. Bir kâse de o ay yüzlü sevgili için sun
Ki padişahı methetmek için kağıdı, kalemi elime alayım.
O âfitâb-ı saltanat ol şehsüvâr-ı memleket
Cem-bezm ü Hâtem-mekremet memdûh-ı esnâf-ı ümem
O saltanat güneşi, o büyük memleket süvarisi
Cemşid meclisli, Hatem gibi cömert, bütün milletlerin övdüğü
Ablak-süvâr-ı rûzgâr-âşûb-ı Rûm u Zengbâr
Leşker-şikâr-ı kâm-kâr Behrâm-ı Âferîdûn-alem
Devrin rüzgâr gibi at binicisi, Rum ve Zengibar ülkelerinin hakanı,
ordular avlıyan bahtiyar sürücü, Feridun sancaklı Behram
Pîrâye-i mülk ü milel sermâye-i dîn ü düvel
K'olmuş nasîbi tâ ezel tâc-ı Ferîdûn taht-ı Cem
Yurdun ve milletin süsü, dinin ve devletlerin sermayesi,
Ki ta ezelde nasibi Feridun’un tacı ve Cemşid’in tahtı olmuş.
Hâkân-ı Osmânî-neseb kim münderic zâtında hep
İslâm-ı Fârûk-ı Arab ikbâl-i Pervîz-i Acem
Osmanlı soyunun hakanı ki şahsında hep hep Arabın Fârûk'unun
(Hz. Ömer) müslümanlığı, Acemin Pervîz'inin baht açıklığı toplanmış
(MEDHİYYE)
Sultân Murâd-ı kâmrân-efsürde vü kişver-sitân
Hem pâdişeh hem Kahramân sâhib-kırân-ı Cem-haşem
Bahtiyar Sultan Murat, taçlar veren, ülkeler alan
Hem padişah hem kahraman, Cemşid haşmetli kutlu hükümdar.
Şâhenşeh-i ferhunde-baht ârâyiş-i dîhîm ü taht
Bahtı kavî ikbâli saht İskender-i Yûsuf-şiyem
Bahtı mübarek büyük padişah, tacın tahtın süsü,
Talihi güçlü, ikbali sağlam Yusuf huylu İskender.
Şâh-ı cihân-ârâ mıdır mâh-ı zemîn-pîrâ mıdır
Behrâm-ı bî-pervâ mıdır yâ âfitâb-ı pür-kerem
Cihanı süsleyen hükümdar mıdır, Dünya'yı bezeyen ay mıdır
Korkusuz Behram mıdır ya da cömertlikte sınır tanımayan Güneş midir?
Şâhâne-meşreb Cem gibi sâhib-kırân Rüstem gibi
Hem Îsî-i Meryem gibi ehl-i dil ü ferhunde-dem
Şahane huylu Cem gibi, muzaffer hükümdar Rüstem gibi
Hem de Meryem oğlu İsa gibi gönül ehli ve mübarek
Dünyâ vü mâ-fîhâ nedir cennet olursa yâ nedir
Lutf eylemek zîrâ nedir yanında bir nakd u selem
Dünya ve dünya malı nedir hatta Cennet olsa nedir
Zira lutfetmek te nedir onun yanında bir nakit ve vadeli senet
Cümle hünerden bâ-nasîb sırr-ı aceb sun'-ı garîb
Meclisde şûh u dil-firîb cenk edicek şîr-i ücem
Tüm hünerlerden nasibini almış, hayret veren bir fazilet ve yaratıcılık
Mecliste şuh ve gönül çalan, cenk edince kükreyen aslan.
Gâhî ki ol şîr-i yele hışm ile tîg alır ele
Olur cihân pür-zelzele basdıkça meydâna kadem
O yeleli aslan bir hışımla kılıcını eline alıp meydana ayak bastı mı
Dünya baştan aşağı zelzele (ile sarsılır) olur .
Ol dem ki kasd-ı ceng eder sahrâları gül-reng eder
Dünyâyı hasma teng eder olursa Sâm u Güstehem
Savaşa kalkıştığı zaman ovaları gül rengi yapar
Karşısındaki Sam ve Güstehem bile olsa dünyayı düşmanına dar eder.
Sürdükçe hasma yek-tene bakmaz silâh u cevşene
Yer kalmaz aslâ düşmene illâ beyâbân-ı adem
Tek başına atını düşman üstüne sürünce onun silahına ve zırhına
aldırmaz, düşmana yokluk çölünden başka yer kalmaz.
Ey Husrev-i âlî-nijâd vey dâver-i pâk-i'tikâd
Ey şâh-ı sâhib-adl ü dâd ey pâdişâh-ı muhterem
Ey yüksek yaradılışlı hükümdar, ey temiz inançlı sultan
Ey adalet ve insaf sahibi, ey muhterem padişah
(FAHRİYYE)
Sen bir şeh-i zî-şânsın şâhenşeh-i devrânsın
Ya'nî ki sen Hâkânsın devrinde ben Hâkâniyim
Sen şanlı bir padişahsın, zamanın padişahlar padişahısın
Yani sen hakansın, ben de senin devrinde sana tabi olanım.
Ben gerçi bir bî-hâsılım şâkird-i ders-i müşkilim
Hem mekteb-i ehl-i dilim halk olmadan levh ü kalem
Gerçi ben malsız mülksüz bir adamım ama çetin bir dersin talebesiyim.
İnsan kaderinin yazılı olduğu levha yazılmadan evvel gönül ehillerinin gittiği okuldanım.
Sözde nazîr olmaz bana ger olsa âlem bir yana
Pür-tumturâk u hoş-edâ ne Hâfızım ne Muhteşem
Dünya bir araya gelse, söz söylemede kimse bana eş olamaz
Ahenk ve parıltı dolu, hoş edalıyım. Ben ne Hafız’ım ne Muhteşem
Hâkânîyim ben Muhteşem yanımda serheng-i haşem
Hâfız olur leb-beste dem hâmem edince zîr ü bem
Muhteşem'in hakanıyım, benim yanımda saray çavuşu kalır
Ben şiir söyleyince Hafız’ın soluğu kesilir, dili tutulur.
(TAC)
Nef'î yeter da'vâyı ko dünyâ ile gavgâyı ko
Eflâke istiğnâyı ko hâke yüzün sür lâ-cerem
Nef’i, yeter, iddiayı bırak, dünya ile kavgayı bırak
Göklere kibirlenmeyi bırak, çaresiz yüzünü toprağa sür.
(DUA)
Kaldır elin eyle duâ buldu kasîden intihâ
Şimdi duâ etmek sana hem müstehabdır hem ehem
Elini kaldır ve dua et, kasiden son buldu.
Şimdi senin için dua etmek hem sevaptır hem de mühimdir.”
Nice kasîde bir kitâb mecmû'a-i pür-intihâb
Her nüktesi Faslu'l-Hitâb her beyti bir genc-i hikem
Bu kaside birçok seçkin eserin toplandığı bir kitap gibidir.
Her ince manalı sözü bir Faslu’l-Hitâb, her beyti bir hikmet hazinesidir.
Tâ kim cihân ma'mûr ola geh emn ü geh pür-şûr ola
İkbâl ile mesrûr ola ol Husrev-i vâlâ-himem
Dünya bayındır olsun, bazen güvenli bazen de karışıklık içinde
olsun himmetlerin yüce sultanı ikbal ile sevinç içinde olsun.
(Dîvân, S. 94-97)
Nef'î ( 1572 - 1635 )
M. Muhsin Kalkışım, Işığın Büyüsü, S. 208 -211
|