On yedinci yüzyılın ikinci yarısında yaşamış Divan şairlerinden biri, Bosnalı Sâbit, çağdaşı Yusuf Nâbî’nin ömrünün son yıllarında Halep’ten İstanbul’a gelişini, gelişinden duyduğu sevinci bir kasidesinde şu beyitlerle anlatır:
Yükledüp tâze kumâş-ı Haleb-i ma’nâyı
Geldi İstanbul’a şeh-bender-i taht-ı ‘irfân
Mûcid-i vâdî-i nev’ muhteri’-i tarz-ı cedîd
Mû-şikâf-ı kalem-i nâdire üstâd-ı cihân
Sâbit’in yukarıdaki beyitlerinde söylediğine göre Halep’ten İstanbul’a yeni kumaş gelmiştir. Ama Halep’te dokunup gelen bu kumaş manâ kumaşıdır. Kumaşı dokuyup İstanbul’a getiren de irfan tahtında oturan bir tüccar başıdır. O yeni bir üslubun, tarz-ı cedidin yaratıcısıdır. Sâbit bu beyitlerinde eski kaynakların kendisinden Nâbî-yi Ruhavî diye bahsettikleri şair Yusuf Nâbî’den söz etmektedir. Onun, manâyı, şiirin esası, temeli kabul eden yeni bir üslûbun, yeni bir şiir tarzının yaratıcısı olduğunu
söyler. Sâbit buna ilaveten bize Nâbî’nin İstanbul’a, İstanbul’daki şairlere bu tarzın tanıtıcısı olarak geldiği bilgisini de vermektedir.
Peki, nedir bu tarz-ı cedid ya da vâdî-i nev? Bu tarz şiir, hikemi şiir, hakimane şiir, hikmet-âmiz
şiir diye bildiğimiz; düşündürme, yol gösterme amaçlı şiirdir… Nasihat şiiridir…
Zaman on yedinci yüzyılın ikinci yarısıdır. Osmanlı, güç, sıkıntılı günlerini yaşamaktadır. Zevale yüz tutmuştur. Yukarıda adını andığımız Urfalı Nâbî ise; aklıselim sahibi, düşünen, gördüklerine; çevresinde olup bitenlere ibret gözüyle bakabilen, zamanında yaşananları eleştiren ve bunları söze döküp etrafındakilere akıl veren bir mizacın sahibi bir Osmanlı Efendisi, bir Divan şairidir. Ve o zamanda, hâlâ şairlerin dillerinde, âşıkane-rindane şiir dolaşmaktadır. Onun da değişmeye, yenilenmeye ihtiyacı vardır. Kısacası, yaşanan tarihi dönem. Aklıselim, basiret, zeka sahibi oluş, gördüğü her şeyden, yaşadıklarından hisse kapıp şiire aktaran bir kişilik ve şiirde yenilik arayışı; Yusuf Nâbî’yi on yedinci yüzyılın ikinci yarısında hikemi şiire yönelten üç önemli neden olarak karşımıza çıkar. Bu nedenlerin hepsinin yolu ise hikmette buluşur. Peki nedir hikmet? Hikmetten ne anlayalım? Sorunun cevabı için önce, kelimenin sözlüklerde geçen anlamlarına
bakmamız gerekiyor.
Hikmet değişik anlamlara gelen Arapça bir kelimedir. Kaynaklara göre İbranice hokhma ve Süryanice hekhmethâ kelimeleriyle ilişkilidir. Felsefe, fizik, ilim, ilahi ilim, âriflik, hakimlik, bilinmeyen neden, varlıkların ve
olayların oluşunda Allah’ın insanlar tarafından bilinemeyen, anlaşılamayan gizli amacı, atasözü, özdeyiş vb. Sözlükler hikmeti tanıtıcı bu anlamlara yer veriyorlar.
Hikmete konumuz açısından, daha doğrusu Nâbî’nin şiirlerine yansıyan görünümüyle baktığımızda ona; ortak dehanın yarattığı düşünce sistemidir, diyebiliriz. Bu bağlamda hikmet bir bakıma ait olduğu toplumun - ilgilendiğimiz dönemle bağlantılı olarak on yedinci yüzyıl Osmanlı toplumunun - dünya görüşü, hayat felsefesidir. Dünya görüşü olduğu için de, ayni zamanda felsefenin ilgi alanına giren, kainatın yaratılışı, varlık, varlığın öncesi ve sonrası vb. metafiziği ilgilendiren konular hikmetle ilgilidir.
Ayrıca bir toplumun hayata bakışını, yaşama biçimini belirleyen davranışlarla ilgili olduğu için; özellikle ve öncelikle ahlâk anlayışı hikmetin ilgilendiği ana konulardandır. Ayrıca aklın ve düşüncenin dayandığı ilkeler, bilginin kaynağını, sınırını ve değerini araştırmak da yine hikmetin konusuna girer. Böylece hikmet, felsefeyle bağlantılı olarak, felsefenin üç ana inceleme konusunu; yani metafizik, ahlâk ve bilgi teorisini içine alır. Kısacası hikmetin geniş kapsamlı bir düşünce sistemi olduğu söylenebilir.
Ancak hikmeti yalnızca felsefe ile bağlantılı görmek de doğru değildir. Çünkü hikmet, Müslüman toplumlarda dünya görüşünün temel dayanağı olan din ile yakından ilgilidir. Osmanlı’da ilim anlayışı İslami kriterler içinde oluşmuş olup ilmin öncelikle Rahmani olması beklenir. Kur’an’da ise yer yer ilimle birlikte hikmet ya da ilim yerine hikmet kelimesi kullanılmaktadır. Bu bağlamda hikmet felsefenin de ötesinde, sebeplerin, nedenlerin bilgisi olarak düşünüldüğünde bunun ilahi bilgi ya da nedenlerin gerçek bileninin Allah olduğu ortaya çıkmaktadır. Nitekim yukarıda hikmetin anlamlarını sıralarken verilmiş olan; varlıkların ve olayların meydana gelişindeki, insanlar tarafından bilinemeyen, anlaşılmayan gizli
amaç, sır anlamıyla da bu kastedilmektedir.
Yukarıda sözünü ettiğimiz anlamlar arasında Nâbî’nin şiirine en çok yakışanı herhalde ariflik ya da hakimlik, bilgelik yani basiretle, aklıselimle düşünme, düşündürme ve görüneni, olup biteni değerlendirme olmalıdır. Bu bağlamda atasözü ve özdeyiş anlamları da yine Nâbî’nin düşündürme, nasihat etme amaçlı şiiriyle bağlantılıdır. Nâbî’nin, sağduyuya, basiret sahibi olmaya, düşünceye ağırlık veren şiir anlayışıyla divan şiirine yenilik getirmiş olduğunu; edebiyatımızda hakimane ya da hikemi şiir denilen şiir anlayışının kurucusu ve önde gelen temsilcisi olarak tanındığını söylemiştik. Kendisi; ister nazım olsun, ister nesir, söylenenin irşad etme amaçlı olması
gerektiğini şu beyitlerde dile getirmektedir.
Hikmet-âmîz gerekdür eş’âr
Ki me’âli ola irşâda medâr
Âb-ı hikmetle bulur neşv ü nemâ
Gülşen-i şi’r ü riyâz-ı inşâ
Bu beyitler Nâbî’nin oğlu için yazdığı Hayriyye ya da Hayri-nâme adlı ünlü nasihatnamesinden alınmıştır. Beyitlerden anlaşılacağı üzere Nâbî’ye
göre şiirin özünde; okuyanı uyarma, okuyana yol gösterme olmalıdır. Neden şiir okuyanı uyarma amaçlı olmalıdır sorusuna gelince: Yine başta
söylediklerimize dönelim: 17. yy.ın ikinci yarısı Osmanlı için tarihinde o zamana kadar görmediği güç günlerin, ezici sorunların yaşandığı dönemdir. Öyleyse, Nâbî’nin şiirde yeni bir alanda yürümek istemesi de belli ki onun çağının sakat, düzensiz ve bozuk yanlarından etkilenişiyle; onları eleştirip
sorunların giderilmesi hususunda çözümler arayışıyla bağlantılıdır. Bu etkilenişe, Nâbî’nin akılcılığı, zekâsı, etrafındakileri müşahede gücü,
gördüklerine ibret gözüyle bakarak şiirine malzeme yapması ve kendisine gelinceye kadar söylenmiş ve yazılmış olanlardan başka yeni bir tarzda şiir söyleme isteği de katılır. Böylece onun klasik Türk şiirinde neden hikemi şiir
yoluna yöneldiği anlaşılmaktadır.
Nâbî 17. yy.da bireylerde ve dolayısıyla toplumda ortaya çıkan ahlâkî sarsıntıyı, kültürel soğumayı, devlet kurumlarının çöküşe yüz tutmasını eleştirir ve onların düzeltilmesi için çözüm yolları önerir. Nâbî’nin dönemiyle ilgili bu eleştirici ve kendince çözümler önerici yanını daha çok Hayriyye’sinde görüyoruz. Aslında Nâbî’nin hikemi yanını iki önemli eserinde Divân’ı ile Hayriyye’sinde buluruz. O hikmetle ilgili düşüncelerinin bir kısmını döneminin ideal insan tipini bu eserlerinde çizerek ortaya koyar.
Nâbî’nin savunduğu ve değer verdiği insan tipi, hakim yani bilge insan tipidir. Bu tipin belirgin özellikleri ise İlahi düzeni anlama, bunun için gereken basiret, sağduyu, karar ve ölçü, dengeye sahip olmaktır. Hikmetin yukarıda değindiğimiz değişik bazı anlamlarına da sözünü ettiğimiz bu iki eserinde özellikle Hayriyye’nin değişik beyitlerinde rastlamak mümkündür. Şimdi bunlardan bazılarına bakalım:
Hayriyye’nin, "Mebhas-ı Lâzime-i Hikmet ü Tıb” başlıklı bölümünde tıp ve hikmetin birlikte kullanılışına rastlarız. Şair, söz konusu bölüm içinde hikmetin hakim, hikem gibi müştaklarını kullanarak; hekim olanın aynı zamanda hakim olması gerektiğine değinir. Bu aslında Doğu’nun hekime bakışıdır.
Dinür amma o tabîbe hâzık
Ki ola ismi hakîme lâyık
Çok fünûn görmege muhtâc tabîb
Her fünûndan ola bir nebze nasîb
Evvelâ hikmet ü hey’et lâzım
Nahv ü sarf u ‘Arabiyyet lâzım
……..
Derdi ya akçe ya hod şöhretdür
Fenn-i hikmet arada âletdür
....….
Rence kâfî sana tıbb-ı Nebevî
Tıbb-ı sâfî hikem-i Mustafavî
Önceki beyitlerde hekimlik için hakimliğe ve farklı bilimlere ihtiyaç olduğunu söyleyen Nâbî, son beyitteki hikem-i Mustafavi ile de Hz. Muhammed’in sağlıkla ilgili hadislerine işaret ediyor olmalıdır. Bunlar; daha çok hastalanmamak hastalıktan korunmakla ilgili tavsiyelerdir. Nâbî’nin, ilimlere bakışıyla ilgili başka beyitlerde de hikmete rastlarız. Örneğin:
Öyle bir ilme çalış kim mutlak
Anı bir sen bilesin bir dahı Hak
diyen şair daha sonra, tartışma konusu olan;
Hikmet ü felsefeden eyle hazer
Evliya nüshasına eyle nazar
beytine yer verir.
Görüldüğü gibi yukarıdaki beyitlerde de hikmet, felsefe ile birlikte kullanılmıştır. Ancak bu sefer hikmetten, felsefe gibi şüpheciliğe,
sorgulamaya ve tartışmaya dayalı bilim kastedilmiş olmalıdır! Bir önceki tıp
öğrenimiyle ilgili beyitte hikmete ihtiyaç duyan, onun gerekliliğini savunan şair, bu kez hikmetin karşısındadır. Şair felsefe ile hikmeti bir tutup bu ilimlerin öğrenilmemesini, onlara çalışılmamasını ister. Bu durum şüphesiz,
Nâbî’nin yaşadığı yüzyılda Osmanlı’nın felsefeye bakışıyla yakından ilgilidir. Nitekim on yedinci yüzyılda medrese eğitiminden felsefe kaldırılmıştır. Nâbî de döneminin felsefeye olan bu olumsuz bakışından etkilenmiş olmalıdır. Nâbî, Hayriyye’nin başka bir bölümünde ise;
Evvel ü âhir-i âsâr-ı hikem
Bestedir birbirine müstahkem
……..
Dest-i hikmetle tolu gevher-i ter
Dâmen-i şâm u giribân-ı seher
…….
İmdi seyr it hikem-i Mevlâyı
Mezra’a âhirete dünyâyı
beyitleri içinde hikmeti kullanır. Bu beyitlerdeki hikmetin kullanımında ise, ilk beyitler için marifet ehli olma yani hakimliği, son beyte ise İlahi sır, varlıkların oluşumundaki insanlar tarafından bilinmeyen neden anlamlarını düşünebiliriz. Divan’dan aldığımız aşağıdaki beyitte de hikmetin söz konusu bu anlamı daha açık bir şekilde verilmiş; bunları anlamak için bilgeliğe ihtiyaç olduğu vurgulanmıştır.
Kitâb-ı kâinat esrâr-ı hikmetle lebâ-lebdir
Şikâyet cehlden feryâd bî-idrâkliklerden
Nâbî’nin hikemi şiirlerine baktığımız zaman edep, terbiye, saygı, sıra, erkân, intizam, itaat vb. geniş bir anlam kapsamı olan Osmanlı kültüründeki ferdin kendi hayatını ve ferd- toplum ilişkilerini düzenleyen ve adına âdâb denilen toplumun kurallarını buluruz. Bunların önemli bir kısmı İlahi nizamla ilgilidir. Böylece Nâbî, Osmanlı kimliğinin ve kendi akılcı, gözlemci kişiliğinin niteliklerini şiirlerine yansıtarak; hakimane şiir dediğimiz akımın öncüsü ve en güçlü temsilcisi olmuştur. Nâbî muakkibi ve hikemi şiir okuluna mensup şairler kimlerdir dendiğinde ise; 17. ve 18. yüzyıl şairlerinden Sâbit, Sami, Râşid, Tâlib, Râmî, Nâzim, Seyyid Vehbi, Koca Ragıp Paşa, Sünbülzade Vehbi aklımıza gelen isimlerdir.
Nâbî’nin hikemi şiir üslûbundaki dikkat çekici özelliklere gelince: Nâbî çok özel bir gözlemcidir. Bu özelliğini, örneklemeye olan düşkünlüğüyle birlikte düşünmemiz, değerlendirmemiz gerekir. Örnekleme gözlem gücüyle zenginleşir; şiire özellik katar. Bu bağlamda beyitlerinin çoğunda söylemek istediklerini örnek vererek söylediğini görürüz. Başta da söylediğimiz gibi çok özel bir gözlemci olan Nâbî; gördüğü, kullandığı eşyayı şiirde örnekleme amacıyla kullanır. Örneğin şiir için hiç de aklımıza gelmeyen iğne, ayakkabı, kova, sarık vb. nesneler; Nâbî’nin şiirlerinde örnekleme malzemesi olarak karşımıza çıkar. Şiirlerinde tezatlı ifade kullanımına, tezat sanatına oldukça sık yer verir. Bu söylediklerimizi aşağıdaki şu örneklerle pekiştirelim:
Dürr ü zer ü güherle iken fahrı mahzenün
Muhtâcdur himâyesine kufl-ı âhenün
……….
Tûl-ı emel ‘alâkasının muktezasıdur
Gitdükçe çeşmi kaldığı ardınca sûzenin
Zillet erbâbı olur nezd-i ilâhîde kabul
Halk câmi’de el üzre götürür pâbûşun
Âlemde o kim şeref bulur devletle
Halk eyler anı sadr-nişîn izzetle
Delv olsa tehi çâha ederler ilkâ
Bâlâya çekerler dolıcak rağbetle
‘Ayb-ı fukara eder ale’l-fevr zuhûr
Mestûr kalır hayli zaman ‘ayb-ı kibâr
Pinhan olamaz az ise de bahye-i kefş
Pûşîde kalır hezâr çâk-i destâr
Leb zikrde ammâ ki gönül fikr-i cihânda
Kaldı arada sübha-i mercân mütereddid
Sonuç olarak Nâbî, şairlikle basireti, aklıselimi kısacası düşünen adam olma özelliklerini birleştirerek ilgi çekici bir kişilik örneği vermiş; eskilerin hikmet-âmiz dedikleri düşünceye ağırlık veren, amacın okuyucuyu uyarmak olduğu şiir yolunu açmıştır. Onun için Nâbî, şiirlerinde çoğunlukla yol gösterici, düzeltici, eğitici, ahlâkçı, bilge insan kimliğiyle görünür. Şiirleri, insanların, olayların, dünyanın değerlendirildiği çeşitli konulara yer verir.
Prof. Dr. MİNE MENGİ
Şair Nâbî Sempozyumu, 2009, S.20-26

ŞİİRLERİ