MUHAMMED İKBAL VE CAVİDNAME

Muhammed İkbal, 29 Aralık 1873’de Pakistan’ın Pencap Eyaleti’nde yer alan Siyalkot şehrinde dünyaya geldi. Ataları Keşmirli olup Hindu dinine inananları, aşılması çok zor toplumsal sınıf duvarları ile ayıran "kast sistemi"nin en üst katmanı sayılan Brahman kastına mensuptu. Rivayete göre; Keşmir’e gelen bir evliyanın etkisiyle XVII. Yüzyılda İslam dinini benimseyen büyükbabası "Salih" adını aldı. Salih’in soyundan gelen diğer aile fertleri, bir yüzyıl kadar sonra Keşmir’den ayrılarak Siyalkot’a yerleşti.

İkbal’in babası Nur Muhammed ( 1837-1930) dindar ve derviş meşrep bir şahıstı. Tasavvuf büyüklerine karşı beslediği sevgisi ve dine bağlılığı, onun çevresinde "okumamış filozof " diye tanınıp saygı görmesini sağlamıştı. Annesi İmam Bibi de dindar bir kadındı. İkbal, böyle bir aile ortamında dünyaya geldi. Doğal olarak da babası İkbal’in İslami geleneklere uygun bir tarzda yetişmesini arzulamaktaydı.

Bölge geleneklerine göre eğitim çağına (dört yıl, dört ay, dört gün) geldiğinde, o dönemin yaygın geleneksel eğitim kurumlarından olan bir mahalle mektebine gönderdi. Bu aşamada hocalığını yapan Mevlevi Seyyid Muhammed Hasan (1844- 1929), yüksek öğretmenlik niteliğine sahip, geniş Arapça ve Farsça bilgisi bulunan bir şahıstı. İkbal, Arapça, Farsça ve şiir sanatına ait ilk bilgilerini anılan şahıstan aldı.

1893’te Schotch Mission İntermediate Collage’e kaydını yaptıran İkbal’in ilk evliliği de aynı yıl gerçekleşti. 1895’te bu okuldan mezun olduktan sonra tarihi bir medeniyet ve kültür merkezi durumundaki Pencap Eyaleti’nin başkenti Lahor’a gelerek Govermant Collage’e girdi. Bu dönemde İngilizce, Arapça ve felsefe eğitimi alan İkbal, o günlerde felsefe profesörü olarak 1898’de Goverment Collage’e gelmiş bulunan Thomas Arnold’ın derslerini takip etti.

1899’da Felsefe dalında yüksek lisansını tamamlayan İkbal, Oriental Collage’de Arapça öğretim görevliliğine atandı. Oriental Collage’de 1901’de İngilizce ve 1903’te felsefe dallarında da öğretim görevlisi olarak çalıştı. Bu dönemde Nale-i yetim (Yetimin Feryadı), Hodahafiz (Güle güle), Eşk-i Hun (Kanlı Gözyaşı), Himala (Himalaya) gibi şiirleriyle sahasında ilk Urduca eser sayılan İlmu’l İktisadı kaleme aldı.

01 Eylül 1905 İkbal’in yaşamında önemli bir dönüm noktasıdır. 1 Eylül’de zihinsel ve kişisel gelişiminde önemli etkilere yol açacak olan Avrupa’daki eğitim serüveni için yola çıkan İkbal, İngiltere’de Cambridge Üniversitesi’ne bağlı Trinity College’a kaydını yaptırarak, Prof Mc Taggart’ın yanında doktora çalışmalarına başladı, ancak o dönemde Cambridge Üniversitesi’nde felsefe dalında sadece yüksek lisans yapılabildiğinden doktora tezini verebilmek için Temmuz 1907’de Almanya’ya Münih Üniversitesi’ne gitti. "İran’da Metafiziğin Gelişimi "adlı teziyle doktor unvanını aldı. Aynı günlerde İslam dini ile ilgili çeşitli konferanslar veren İkbal, Muslim Leage (Müslümanlar Birliği)’nin Londra’da açılan şubesine üye oldu. Avrupa’daki eğitim hayatı sona erince, 27 Temmuz 1908’de ülkesine döndü.

Lahor’a gelişinden sonra avukatlık mesleğine başlaya İkbal, Mayıs 1909-Ocak 1911 tarihleri arasında Lahor Goverment College’da felsefe profesörlüğü yaptıysa da, resmi bir görevin düşüncelerini özgürce ifade etmesine engel olacağı düşüncesiyle görevinden ayrıldı. Tekrar avukatlık yapmaya başladı.

1911’de Osmanlılar ile İtalyanlar arasında Trablusgarp Savaşı başladı. Savaş nedeniyle tüm Hint Müslümanlarının dikkati bölgeye çevrilmişti. Muhammed İkbal bu dönemde bu mücadeleden etkilenerek, Huzur- Risaletmeab Meyn (Hz Peygamberin huzurunda ), Esrar-ı Hodi, Rumuz-İ Hodi’yi bu yıllarda kaleme almıştır.( Cavidname, Kaknüs Yay.2008, İst.)

Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş savaşı sırasında Hintli Müslümanlar, düşünür, şair ve devlet adamları Türk mücadelesini yakından desteklediler. Türkiye’de Atatürk, Pakistan’da ise Cinnah milletlerinin bağımsızlığını sağlayan liderler oldular.

"Türk Kurtuluş Savaşı'nın en umutsuz anlarının yaşandığı 1921 yılında Yunanlılar Ankara yakınlarına kadar gelmişlerdi. Yunanlıların bu saldırıları karşısında Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin bazıları başkentin Kayseri'ye hatta Sivas'a nakledilmesini isterken Mustafa Kemal bütün İslam dünyasını ayağa kaldıran bir beyanname kaleme aldı.

"Bütün İslam yüreklerinin bir kalp halinde çarpması için kendisini perişan eden Türk milletine muzahir olsun" çağrısını içeren bu beyannamenin ardından ikinci beyannamede şu satır yer oluyordu. "İslam'ın her tarafta duçar-i hezimet olan sancakları Anadolu'da toplanmıştır."

Bu beyannameleri Kurban Bayramı namazı için 250 bin kişinin toplandığı Lahor'daki tarihî Badşahi Camiinde okuyan Büyük Şair ve Filozof Dr. Muhammed ikbal uzun bir konuşma yaptı ve söyle dedi:

"Dua edelim kardeşler, o bayrak o burçlardan kıyamete kadar düşmesin. İslâm'ın güneşi kararmasın. Allah, Müslümanları Hıristiyanlara karşı savunan Büyük Lider Mustafa Kemal'e yardım etsin. İslâm'ın son askerlerini muzaffer kılsın."

İkbal’in bu çok ünlü konuşmasından sonradır ki, Hint yarımadası Müslümanları Türk kardeşlerine büyük bir maddî destek sağladılar.

Muhammed İkbal çeşitli manzumelerinde Türklerin zor günleri ve daha sonra başarı ve zafere kavuşmalarını terennüm ediyordu. İzmir'in 9 Eylül 1922'de işgalc Yunanlıların pençesinden kurtuluşuna büyük bir sevinçle Hicri-Kameri hesapla bir tarih düştü ki, tarih mısrası şöyle idi:

"Goft İkbal, İsm-i Azam Mustafa" (İkbal, Büyük isim Mustafa dedi).

Bundan kısa bir süre önce yani, Temmuz 1922'de yazdığı ve tanınmış Farsça eseri, "Doğu'dan Mesaj"da yer alan "Mustafa Kemal Paşa'ya Sesleniş" şiirinde de Ulu Önder'e övgülerini sunmuştu. Şu mısralara bakın:

"Bir millet var, biz onun varlığıyla ulaştık
İlahi kanunların gizli gerçeklerine
Bir bakışla yön verdi bizlere, dağları aştı
Dünya güneşi olduk bir kıvılcım yerine
Koş Mustafa Kemal koş atın çatlayana dek
Bize tedbir mat etti, sana tedbir ne gerek? "

(İki Halk Kahramanı Mustafa Kemal Atatürk, M. Ali Cinnah, Dr.N. Ahmet Asrar 1. Uluslararası Atatürk ve Türk Halk Kültürü Sempozyumu Bildirileri.)

Şöhreti günden güne yayılan İkbal’e İngiliz Hükümeti 1922 yılında "Sir" unvanı verdi. İkbal başlangıçta bu unvanı reddetmek istediyse de, Müslüman bir şairin bu siyasi unvanı almasının getirilerini düşünerek kabul etti.

1926 yılında Yasama Meclisi üyeliğine seçildi. 1928-29 yıllarında bir dizi konferanslar verdi. Müslümanların kendi haklarını koruma yolunda yoğun çaba sarf eden İkbal hem ulusal hem de uluslararası düzeyde çalışmalarını sürdürdü. 1932 yılında Cavidname’yi yazdı.

1934 yılında hastalanan İkbal, tüm tedavilere rağmen hastalığının ilerlemesi nedeniyle 21 Nisan 1938’de Lahor’da vefat etti.

Yaşar Nuri Öztürk "Yeniden Yapılanmak, Kuran’a Dönüş" adlı kitabında Muhammed İkbal için şu değerlendirmeleri yapmaktadır:

"İkbal, Kuran’la nefes alıp veren ve tüm düşünce ve yaşayışını Kuran’a oturtan bir iman ve fikir adamıdır. Çocukluğunda, Kur’an okumakta olduğu bir sırada yanına gelen babası ona şöyle demişti:

"Oğlum! Bu kitabı her okuduğunda, o anda sana vahyediliyormuş gibi oku!" İşte, İkbal’in ruhundaki fırtınaların temelinde bu söz vardır. Bu olgu, İkbal’i iki zihniyeti eleştirmeye mecbur bırakmıştır:

1.Kuranı sahneden kovmak isteyen açık İslam düşmanı zihniyet."

2.İslam’ı Kuran’ın dışına çekerek Arap-Acem-Şaman-Brahman örflerinin taşıyıcısı durumuna getiren din tüccarı molla-softa zihniyet.

(Yaşar Nuri Öztürk Yeniden Yapılanmak, Kuran’a Dönüş, Yeni Boyut 1997, Sf.101)

İkbal’e göre örf dininin "mezhep imamı, ulema, efendi vs." adlarıyla insan kaderine egemen kıldığı güçler birer puta dönüştürülmüştür. Bu nedenle Cavidname’de "put yapmayı bırakıp kendini yapmaya başla" , " Senin ayinin, Kuran’ın okunup kavranması olmalıdır; senin dinin Allah’ın kelamının tebliğidir. Allah eri, hiç kimseden renk ve koku almaz; Allah eri, yalnız Allah’tan renk ve koku alır" demektedir.(a.g.e. Sf.103)

İkbal’e göre, modern çağın sıkıntı sebeplerinin birincisi, aşk ve aklı kucaklaştıramamaktır. Yüzyılımızın en büyük derdi,"sevgiden nasipsizlik" olarak görülmektedir. Öte yandan, akıl ile aşkın en ideal barıştırıcısı, İkbal’e göre Kuran’dır. (a.g.e. Sf.104)

Dinin ruhunu aşk oluşturduğu için, sevgiden yoksun gönüllerin icra ettikleri ibadetler bir gösteriden öteye geçemez. Allah’ı sevgi üzere ve aşk içinde aramayanların, sayıya ve mekâna sığan ibadetleri erdirici olamıyor. İkbal; bütün hayatı bir ibadete çeviren büyük ruhlardaki niyazın enginliğini şu dizede ifadeye koymuştur:"Benim niyazım, iki rekât namaza sığmaz" (Cavidname)(a.g.e.Sf.105)

İkbal’e göre, ıstırapsız bir dünya ve insan, tekâmülde yerinde sayar. Modern dünyanın, konforu ilahlaştıran anlayışından İkbal, işte bunun için tiksinmektedir. Diyor ki: "Bu eski manastırda konfor aramak, ruhun vücuttan ayrılışına bir işarettir." (Sf.106)

Istırap, tekâmül ve yaratıcılığın motor gücüdür."Bu çorak toprağı rahatsız etmezsen o, arzu tohumuna gelişme imkânı vermez" (Cavidname) Bu yüzden, Istırapsız insan cansız ten gibidir: "Derdi olmayan insanın teni vardır ama canı yoktur. Eğer can istiyorsan sonsuz bir aşk ve hummalı bir çırpınış iste" (Peyam 33) diyen İkbal, insanın özü olan gönül sırrını ıstıraplarla beslenen bir realite olarak görmüştür. Ona göre "Gönül çırpındığı için gönüldür. "Modern Batı, konfor vebasına teslim olmuş, ıstıraptan habersiz bir dünya olduğu için" onun göğsünde bir gönül vardır denemez" (a.g.e. Sf.107)

Istıraptan yana kaygusu olmayan İkbal, sadece şu ricada bulunuyor Tanrı’dan:"Ben gamdan korkmuyorum, yalnız bana, bu gönüle yaraşmayan gamı verme!"İnsana yaraşacak gamlara kucak açmak yerine et ve ot uğruna kederlenmek, insanı perişan eden bir rezilliktir. İkbal, işte bundan şikâyetçidir.(a.g.e. Sf.108)

İkbal’e göre, isyan edebilme gücünden yoksun birey ve kitlelerin hür benlik sahibi olabilmeleri mümkün değildir. O halde İsyan edebilme gücüyle insan onuru arasında doğru orantı vardır.

İkbal’e göre bu günün Müslüman’ı dört büyük musibetin altında ezilmektedir. Bunlar:

1. Mal ve serveti ilahlaştıran soyguncu-vurguncu tefeci tip,

2. Yönetimi zulüm ve soygun aracı yapan politikacı tip,

3. Dinin tasavvufi yapısını dejenere eden softa tip,

4. Dinin fıkıh yapısını dejenere eden molla tip.(a.g.e. Sf.110)

Nihayet İkbal, özlediği yarınlara gebe kuşaklara şu sözlerle seslenmiştir:

"Ben bu tarlaya tohum attım; sen kanınla sula ve ürün al!" ve

"Ne bahtiyardır o millet ki doğan çocukları onun kâinatında kıyametler koparır" ve

"Namerdin mertten daha çok yararlandığı bir dünyayı altüst et" ve

"Şehrin mescidinde öyle feryat edelim ki, mollanın göğsündeki yürek erisin" (Armağan, 46.49.52.57)



CAVİDNAME

Muhammed İkbal, Kaktüs Yayınları,
2008, İst. Türkçesi: Halil Toker

Kitabı dilimize çeviren Halil Toker kitabın önsözünde "Cavidname, İslam Dünyası’nın yetiştirdiği en önemli düşünür, şair ve filozoflardan biri olan Muhammed İkbal’in olgunluk dönemi eserlerindendir. Her ne kadar bu eserde aktarılan görüşlerin bir kısmı, daha sonradan- İkbal’in durağanlığı ölüm; değişim ve gelişimi yaşamın ta kendisi kabul eden görüşleri uyarınca-ufak tefek değişikliklere uğramışsa da, Cavidname öz itibariyle, büyük düşünürün düşünce silsilesinin devamı ve önemli dönüm noktası durumundadır" diyerek eserin onun başyapıtı olduğuna dikkat çekmektedir.

Halil Toker çeviriyi yaparken karşılaştığı zorlukları anlatırken eserle ilgili görüşlerini şu şekilde ifade etmektedir:

"İkbal,"Yansımalar" adıyla tarafımdan Türkçeye çevrilen eserinin bir yerinde "Tarih, bizzat insan davranışlarının yorumlanmasıdır. Ancak çağdaşlarımız, hatta günlük yaşamımızda yakın dost ve arkadaşlarımızın davranışlarını dahi yanlış yorumlarken, bizden yüzyıllar önce yaşamış insanların davranışlarının doğru tabir ve yorumu çok daha zordur…" demektedir.

Bu söz İkbal’in düşüncelerini yorumlarken de göz önünde tutmamız gereken bir husustur. Çünkü çevirisini yaptığım bu eserde olsun, onun diğer eserlerinde olsun anlamakta güçlük çektiğim, yorumlamakta zorlandığım, hatta katılmadığım noktalar vardır. Ancak şurası bir gerçek ki; düşüncelerine katılalım veya katılmayalım, İkbal, çağına damgasını vurmuş büyük şahsiyetlerden biridir. Ayrıca İkbal’i ya da herhangi başka birini, yorumlarken ve anlamaya çalışırken yaşadığı zamanı, ortamı ve karşılaştığı olayları dikkate almak son derece önemlidir."

Muhammed İkbal Cavidname’yi 1929 yılında yazmaya başlamış ve 1932 yılında tamamlamıştır. İtalyan Şairi Dante (1265-1321)’nin Divana Commedia’sına nazire olarak yazılmış olup, İkbal’in kendi oğlu Cavid’in adını taşımaktadır. Cavidname İkbal’in kendi beyanları ile diğer birçok araştırmada zikredildiği üzere, Divinia Commedia, Futuhat_ı Mekkiyye ve Rısaletu’l-Gufran gibi eserlerin planından yararlanılarak Miraç mucizesi planı üzerine oturtulmuştur. Eserde Mevlana’nın refakatinde yapılan gökler, çeşitli gezegenler ile cennetin kastedildiği, her safhada muhtelif fikir, siyaset ve kültür adamları ile çeşitli dini, siyasi meseleler hakkında konuşmaların yapıldığı bir yolculuk anlatılmaktadır.

Cavidname, İkbal’in oğlu Dr. Cavid İkbal’in adını taşımaktaysa da, "Cavid" kelimesinin "ebedi, sürekli, daimi, kalıcı, ölümsüz" gibi anlamlarının da göz önünde bulundurulduğu ve eserin adının "sonsuzluk ya da ölümsüzlük mektubu / kitabı" anlamına gelebilecek şekilde konulduğu düşünülebilir.

Eserde ikinci dikkati çeken nokta ise şiirlerinin büyük kısmında mahlas kullanmayan İkbal’in, Cavidname’de kendisi için "Zinderud" adını kullanmasıdır. Bu öylesine seçilmiş bir ad olmayıp, kelimenin taşıdığı tam anlam, İkbal’in "Benlik Felsefesi’nin tüm temel özelliklerini ifade etmesi sebebiyle seçilmiştir.

Zinderud İsfahan’da bulunan bir ırmağın adıdır. Bu ırmak sürekli bir biçimde akış ve hareket halindedir. Sadece kendi kaynaklarından beslenerek meydana gelmekte, başka bir ırmak ve çaydan su almamaktadır. Tüm suyu insanlara faydalı olmaktadır. Herhangi bir denize veya başka bir ırmağa akmamakta, ovaları sulayarak toprak tarafından emilmektedir.

Bütün bunlar İkbal’in "Ben’inin temel özellikleridir. Sürekli bir hareket, değişim ve gelişim; sadece kendi kişisel kaynaklarına güvenip dayanma ve "Ben"i bu şekilde meydana getirme, her hareketi ve faaliyetiyle insana faydalı olma, gücünü zayi edileceği yerlere akıtmadan gerekli yönlere sevketme. (Cavidname 16,17)

YILDIZLARIN MIRILTISI

Yaşamın aklın ürünü, aşkın, gizemidir evrenin
Ey toprak bedenli! Bu âleme hoş geldin
Venüs, Ay ve Jüpiter, senin yüzünden rakip
Bir bakışın hatırına düşmüşler içine tecelli keşmekeşinin
Dost yolunu doldurmuş taptaze, yepyeni cilveler
Külliyata bağlanmaz gönlü, şevk ve arzu sahibinin
Doğruluk, saflık ve gelişimdir yaşam
Ezelden ebede hızla yürü, Tanrı mülküdür yaşam
Gazel coşkusuyla dolu olana bağırma iznini ver
Yine rind ve muhtesibe testi testi şarap ver
Şam, Irak, Hind ve İran şekere alışmışlar
Şekere alışmışa arzunun acılığını ver
Yüce dalgalı denizle savaşa girsin diye
Hızlı seldeki akma zevkini, ırmağın gönlüne ver
Fakir er ateştir; emirlik, komutanlık saman
Kralların şan şöhretine erkekçe bir söz yeter
İskenderliğin tantanası, kalenderliğin debdebesi
Biri Musa’nın cezbesi, diğeri Samiri’nin sihri
Biri bakışla öldürür, orduyla öldürür diğeri
Sulh ve barıştır biri, savaş, hükümdarlık öteki
İkisi dünyayı fetheder, ikisi de devam ister
Biri kahredicilik savıyla, cemal savıyla öteki
Kalenderlik darbesiyle yık İskender seddini
Musa âdetini canlandır, boz Sahiri sihrini!

(Cavidname 40)

İBLİSİN FERYADI

"Ey sevap ve günahın Rabbi
Âdem’in sohbeti harap etti beni!
Emrimden asla yüz çevirmedi
Benliğine gözünü kapattı, bulmadı kendini!
Toprağı, isyan zevkine yabancı
Uluların kıvılcımına yabancı!
Av olmuş, avcıya "tut" diyor "beni"
Yazık! İtirazsız uygular emirlerimi!
Hatırla da geçmiş ibadetlerimi
Böyle bir avdan sen koru beni!
Yüce azmin bu sebeple alçaldı ya!
Vay bana, vay bana, vaylar bana!
Yaratılışı ham, zayıf düşmüş azmi
Bu rakip kaldıramaz benim darbemi!
Gönül gözü açık bir kul lazım bana
Daha olgun bir rakip gönder bana!
Su ve topraktan şu oyuncağı al benden
Çocukluk beklenmez ki ben gibi yaşlı pirden!
Âdem oğlu ne? Bir avuç çer çöp yığını!
Mademki dünyada çerçöp vardı sadece
Bu kadar ateşi verdin bana niye?
Camı eritmek geçici, boş bir çaba
Asıl beceri taşı eritip akıtmakta!
O kadar başarı kazandım ki artık bıktım
Ödülümü almak için huzuruna çıktım
Senden beni inkâr edeni istiyorum
Hak yoluna gidene ulaştırmanı bekliyorum!
Boynumu kıvıracak bir kul gerek!
Ey " Huzurumdan çek git !"diyen
Yanında değerim düşük bir arpa tanesinden
Rabbim gönlü diri bir Hak adamı göster de
Belki zevk alırım ben ona yenilmekte!"

(Cavidname, 189-190)

İslam âleminin Batı hegemonyası altında ezildiği bir dönemde milletinin ruhuna tercüman olmuş, onu ülküsünün fevkine taşımak için çırpınmış büyük düşünce ve edebiyat üstadı Mehmet Akif Ersoy’un verdiği mücadelenin benzerini Hindistan’da Muhammed İkbal vermiştir. Bağımsızlık mücadelesinde hareketi isyana dönüştüren, milletini uyandıran bu büyük şahsiyetleri tanıyabilmenin yolu, eserlerini okuyup, düşüncelerinin derinliklerini keşfetmekten geçiyor.

MİNE ÇORAL
Akpınar Dergisi, Sayı: 55 Ocak, Şubat 2015, S. 32-39

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI