YOLU SEVGİDEN GEÇEN HERKESLE BİR GÜN,
BİR YERDE MUTLAKA BULUŞMALIYIZ…

Onun şarkıları diyar diyar gezen âşıklar gibi. Dilden dile dolaşıyorlar. Gönlüne ateş düşmüş herkesin yolu ona düşmüştür desek yeridir. Odalarda Işıksızım, Mor Menekşe, Hep Karanlık, Gözlerinin Hapsindeyim ve daha niceleri. Yıllar öncesinden bugüne asla eskimeyen şarkılar, sesler, müzik… Kayahan’ın kendine özgü sesi, hiç eskimeyecek bir plak olan zihnimizde varlığını sürdürüyor ve daha yıllarca sürdürecek gibi görünüyor.

O sesin ardında nasıl bir insan olduğunu, o şarkıları yazan ve besteleyen kişinin yaşam felsefesi hep merakımı cezbetmiştir. “Yolu sevgiden geçen herkesle bir gün bir yerde buluşuruz…” sözü bir ipucu oldu o yüzden söyleşimizin başlangıcında. O ipten tutunup ilerledik ve ortaya aşağıda okuyacağınız bir Kayahan portresi çıktı. Şarkılarına yakışan bir Kayahan…

Bunun bir başka göstergesi, değerli sanatçının siz bu röportajı okuduğunuz sırada piyasada olan yeni single’ını henüz aile dışından kimselere dinletmeden bizlerle paylaşma alçak gönüllülüğünü göstermesiydi. Kayahan’ın 365 Gün single’nı aileden sonra ilk dinleyenlerden olmanın şımarıklığıyla şunu söylemeliyim ki, fikrimizi soran ve söylediklerimizi büyük bir ciddiyetle ve önemle dinleyen Kayahan’ın kapısı herkese açık gönlünün zenginliğine hayran kalmamak mümkün değildi…

- “Yolu sevgiden geçen herkesle bir gün bir yerde buluşuruz…” Bu sizin sloganınız oldu, marka gibi sizle özdeşleşti. Bu söz nasıl bir hayat felsefesini yansıtıyor sizin için?

- Daha önce yolu sevgiden geçen herkesle bir gün bir yerde buluşuruz diyordum, şimdi ise mutlaka buluşmalıyız diyorum. Bir problem var çünkü. Saygın olmaktan çok zengin olma meselesi. Zengin olmayı da maddeyle izah eden bir çağın içindeyiz.

İnsanlar çok değişik düşüncelere sahip olabilirler, ki öyledirler de. Ancak insanların birbirlerinin değişik düşüncelerine saygı gösterebilmeleri için, sevgiyle düşünmeleri gerekir. Yani yollarının sevgiden geçmesi gerekir. Karşı tarafa hoşgörüyle bakmak meselesi. Yine eğer siz bir sevgi meselesini doğru anlayabildiyseniz o zaman dünyaya daha başka bir pencereden bakıyor ve daha dingin bazı şeyleri analiz edebiliyorsunuz demektir. O manada söyledim. Yoksa âşık olanlar buluşun gibi bir şey değil söylediğim.

- Biyografinizde, “İzmir gibi sıcak, Ankara gibi disiplinli” ifadesi dikkatimi çekti.

- Benim babam asker ve Türkiye’nin her yerini dolaştım. Öyle ki, ilkokul 4’ü, yani bir sınıfı iki ayrı şehirde okudum. İzmir’i ise sadece askerliğimde üç ay gördüm. Ama Ankara daha çok vaktimi aldı. Lise çağımdan Beste’nin babası olup, o 5 yaşına gelmesine kadar geçen süreyi orada geçirdim. Ankara bizim için şöyle bir şeydi, bilmek gereken bir şehirdi, öğrenmek gereken bir şehirdi, benim yaptığım müzik açısından Ankara dinleti müziğini seviyordu. O tarihlerde İstanbul’da müzik çalıp eğlenmek olarak anlaşılıyordu. Aradaki fark bence budur.

- Peki sıcaklık ve disiplin… Bu iki kavram bir sanatçı için ne ifade eder?

- Disiplinsiz olmanın sanatçıya bir faydası olduğunu düşünmüyorum. Her meslek gibi sanatçılık da belli kuralları ve prensipleri olan, disiplini olan bir iştir. Nitekim bakarım bazen, insanlar daha yeni müzikle tanışmışlardır ama bir müzisyen olmanın saçlarını uzatmak, salaş yaşamak ve saate bakmamak olduğunu zannederler. Ben öyle düşünmeyenlerdenim. Zaten asker çocuğu olduğum için disiplin meselesi oradan geliyor olabilir.

- Az önce kapıdan girdiğimizde bizi “zamanla yarışıyoruz hadi” diyerek karşıladınız. Buradan hareketle sormak istiyorum, Kayahan bir gününü nasıl geçiriyor?

- Aslı Gönül var. İpek Hanım var. Beste var ve torunum Oben var. Müzik çalışması benim yaklaşık 17 yaşından beri sürdürdüğüm bir şey. O da günde ortalama 12-14 saat gibi bir şey alıyor zaten. Uykuya 7 saat verirsek, geri kalan tabii ki yemek falan gibi işler, onlara çok az zaman ayırıyorum, 10-15 dakikada yemek yiyip kalkıyorum. Geri kalan zamanımı da aileyle geçiriyorum. Zaten yaptığım her şeyi ama her şeyi önce onlar, sonra Türkiye, sonra dünya için yapmaya çalışıyorum. İnsanlara yanlış bir şey vermemeye çalışıyorum.

- Sizinle ilgili hep söylenen bir şey, pop müziğe genç bestecilerin kazandırılmasında sizin çok katkınız olduğu. Bugünkü genç bestecilere ve yorumculara baktığınızda ne görüyorsunuz?

- Besteciliğin bir meslek olduğunu anlatmaya çalışmaya başlayalı 40 sene oldu tahmin ediyorum. Daha öncesinde Türkiye’de bestecilerin isimleri bile plaklara yazılmazdı. Bak bir şarkını alacağız, A hanımefendi ya da B beyefendi söyleyecek biz de senin ismini yazacağız dendiği zaman bu bir besteci için ikram sayılırdı. Ben bunun böyle olmaması gerektiğini, aslolanın şarkı olduğunu 40 sene anlattım. Ama bir şeyi anlatamadım, tamam bestecilik ya da kompozitörlük, şarkı yazarlığı, önemli bir şey ama kim besteci kim değil onu anlatamadık. Bir mesleği önemli kılarsınız ama o mesleğe yakışanlar ve yakışmayanlar vardır.

Genç nesle gelince… Benden öncesinde tabii ağabeylerimiz var; Özdemir Erdoğan, Timur Selçuk, Erol Büyükburç… Ama yaygın olarak beste yapmak ve beste yapmayı akla getirmek meselesinde etkin olduğumu düşünüyorum. Beste yapmak bir insanın kendini ifade etmek isteğinden doğan bir şey. Bir şey söylemek istediğinizde beste yapar, şiir yazar ya da resim çizersiniz. Etraftaki şeylerin fotoğraflarını çekip onları kendisininmiş gibi gösteren bestecilerin besteci olmadığının anlatılamadığını söylemeye çalışıyorum.

İnsanlara telif haklarını öğretemedim, bırakın tüketiciye bunu üreten arkadaşlara da öğretemedim. Bu da ilk başta söylediğim, müzisyen olunca dağınık yaşanır gibi bir anlayıştan kaynaklanıyor. Hayır, müzisyen olunca daha da derli toplu yaşamak gerekiyor. Çünkü sarhoşken araba kullanamadığınıza göre, kafanız yerinde değilken bir mesleği hiç yapamazsınız. Üstelik bundan beş sene öncesine kadar hemen hemen her gün alkol alan ben, 40 sene sahneye çıktım, büyük kızımın yaşgünü de dahil, hiçbir keresinde ağzıma bir yudum alkol almadım. Ancak işim bitip, orkestramın sorumluluklarını yerine getirdikten, onların yevmiyelerini dağıttıktan ve odalarına yerleştirdikten sonra hak ettiğimi düşünürdüm. Disiplin sıcaklığa mani değildir.

- Peki Kayahan’ın sıcaklığından neyi anlamalıyız?

- Benim duygularım var çok şükür, tükenmeyen. Bazen bir yaprak düşer, hiç kimse görmez geçer gider ama siz duyarlıysanız, o yaprak düştüğünde gümbür diye bir ses duyabilirsiniz. Hâlâ bazı şeylere dehşetli kızabiliyor, bazı şeylere dehşetli sevinebiliyorum. Bu da benim sıcaktarafım olsa gerek. Ilık ve serin yaşayabilmeyi becerebilmiş değilim. Ama serin yaşayanların yanlış olduğunu söylemiyorum. Benim mesleğimi sıcak besliyor.

- Bir şeyler anlatmak dediniz, beste için. Nedir Kayahan’ın anlatmak istediği, şu 44 senenin içinde?

- Bakın şunu anlatmaya çalıştım hep, toplumun gelişme olarak gördüğü ama kadınlara ziyan veren bir şeyden söz etmek istiyorum. Güya kadınlar, erkeklerle eşit seviyeye gelmeye çalıştıklarını düşünürken erkeklerin gözündeki çok önemli değerlerini kaybettiklerinin farkında değiller.

Geçen gün birisi bana sordu, burada bir iftar yemeğinde çalışanlardan birisiydi. Efendim dedi, kadınların saçı uzun aklı kısa mıdır? Bu çok basit bir soru gibi gelebilir. Ama hayatın kendisinde varolan, kolay anlatılınca herkesin anlayabileceği bir yerden yola çıktım. Ona dedim ki, sen karının yaptığı şeyleri yapmaya kalkarsan o zaman sen aklı kısa olursun. Karın senin yapman gereken şeyleri yapmaya kalkarsa onun aklı kısa olur. Her ikisini yapmaya kalkmak ise tabiata aykırı.

Yani çok işveli, nazlı, çekici olmak kadına aittir. Erkek bunu yaptığında farklı bir rol üstlenir ve biz onu yadırgarız. Bir erkek mutfağa girse bir hanım gibi asla o mutfaktan çıkamaz. O mutfak hakkaten tadilat gerektirir. Bir hanımefendi de bir erkeğin yapabileceği başka bir şeyi, sözgelimi elektrik tesisatı bozulunca onun tamirini, bir yerini yaralayabilir.

Ona kısaca şunu söyledim; erkeğin ve kadının Allah tarafından verilmiş başka karakterleri ve kimyaları var. Zorlayan yanlış yapar. Araba kullanmayı hem kadınlar hem erkekler yapabilir. Bir hanımefendinin süzdüğü gözü bir erkeğin yaptığını düşünün, ne kadar saçmasapan bir şey haline gelir. Benim anlatmaya çalıştığım şey şu, bir kere ilişki çok önemlidir, yalnızlık Allah’a mahsustur. Yalnız kalmak istemiyorsanız, rolünüzü doğru oynamalısınız.

Hep kız evladım olmasını istedim, iki evladım da kız oldu, karşı cinsle ilişkilerimde hep şunu düşündüm: O da birisinin kızı. Kızımı sevdiğim kadar onu da seven birisi var, annesiyle babası, o zaman ona saygılı olmalıyım. Saygıyla başladıktan sonra sevgili olmalıyım, mümkün olduğunca aşk denen mantıksız şeyin içine girmemeliyim. Yıldırım aşkı diye bir şey şekle aittir, oysa sevginin emeksiz olanı yoktur.

İşte ben hep bunları şöyle anlatmaya çalıştım; şarkılarımda hiç boynubükük cümleler kurmadım, kelimelerin hep kuvvetli olmalarına dikkat ettim ve kuvvetli bir düşüncenin dünyada bir ilişkiyi yaşamak isterkenki duruşunu ezberletmeye çalıştım. Hatta an geldi ki, bu çok zordur, karımın yerine geçip bir anneymişim gibi düşündüm ve “Cennet Kokulum” diye bir şarkı yazdım. O eşimin ağzından Aslı Gönül’e yazdığım bir şarkıydı.

Dünyada önce herkesin hakkı bilerek, saygıyı ve sevgiyi seçerek yaşamaları için yolu sevgiden geçen herkesle bir gün bir yerde buluşuruz dedik. Bunu Ankara’da 270 bin kişilik bir konserde, bütün insanlar bağırdılar. Sonra konser bitti. Benim hayatım boyunca ne korumam oldu, ne de insanlardan ayrı yaşadım. Tek başına yürüyordum. Baktım iki kişi birbiriyle kavga ediyor, konser yeni bitmiş. Konserden çıkmışlar. Onlara dedim ki, az önce yolu sevgiden geçen herkesle bir gün bir yerde buluşuruz diye bağırıyordunuz değil mi? Evet ama abi o konserdi dedi. Biz bunun konserin dışına çıkabilmesi için daha çok uğraş vermemiz gerekir.

- Son albümünüz 2007 yılında çıktı. 1968’de başlamışsınız müziğe. Albümleriniz arasında kısa aralar var. Ama 2007’den bu yana neredeyse 4 yıl dolacak. Dinleyicileriniz mutlaka merak ediyordur, yeni bir albüm var mı yolda?

- Bir şarkıyı yapmanın iki amacı olabilir. İlk amacı, düşünenlerinizi çoğaltmak meselesi. Yani fikirlerinizi birilerine aşılamak. İlk zamanlar iki şarkı gerekiyordu, plağın bir A yüzü, bir B yüzü. 1980’lerin ortasından itibaren uzunçalar diye bir şey çıktı, o zaman 10 şarkı gerekiyordu. Ben 10’u çok buldum, daha çok 8 şarkı yapabildim. Çünkü tümünü kendim yazıyordum, üzerine düşünüyordum. O yüzden o kadar kısa zamanda yapamamaya başladım.

2007’de bir albüm çıkardım ve bu albümü çıkardığım zaman çok yoruldum. Biraz durmam gerekir diye düşündüm. Altı ay durabildim. Altı ay sonra çalışmaya başladım, yaklaşık 2,5 senedir iki tane bitirdim. Dört tanesi bitmek üzere. Altı tane şarkı hazırladım. Ben hep insanlar benim onlara verdiğim hizmeti, sofralarından, bebeklerinden yahut eşlerin keserek alıyorlar diye onu hak etmeye çok çalıştım. O insanların o parayı vermelerinin çok önemli olduğunu hep düşündüm. O yüzden de plak yapmak için plak yapmadım.

Balığa çıkanlar bilirler, bir tavalık olunca tavayı ateşe koydum. Daha önceden kimseye şimdi çıkacağım, bir tavlalık balık tutacağım diye söylemedim. Allah ne nasip ettiyse onu tutabilirim dedim. Belki o yüzden gecikmiş olabilir. Şimdi bunu yapayım da biraz daha şöhretli olayım diyecek zamanı geçtim. Çünkü şu anda Türkiye’de bunun üstüne çıkabilmenin imkânı olduğunu sanmıyorum. Üstelik benim şöhret olmak gibi bir merakım yoktu, şöhret daha sonrasında gelen bir şeydi.

- Bir de tabii şöyle bir şey var, bugün artık sizin parçalarınız klasik sayılıyor. Klasik demek de zamana dayanan demek…

- Evet, çok şükür öyle oldu. Şu anda askere gidip gelmiş 10 senedir işte çalışan şarkılarım var. Yani 30 senelik, 35 senelik… Okuyanlar kolay anlasınlar diye yardımcı olalım, 1984’te yazmıştım “Kar Taneleri”ni, 26 yaşına gelmiş. “Yemin Ettim”in doğumu 1989. Ondan öncesi, “Sabahlar Uzak”. Sonrası “Odalarda Işıksızım”, “Mor Menekşe”, “Seni Seviyorum”, “Hep Karanlık”… Bunları sayarsak tahmin ediyorum 30 ya da 35 tanesini ezbere biliyorlar.

Beste yapıp akrabalarınızın sevdiği şarkıları yapıyorsanız doğru yolda değilsiniz demektir. Çünkü ben çoğalmaya çalışan bestecilerdenim. Küçük bir odada yazayım, sonra dünyaya sığmasın. Ben hep bunun peşinde koşmuş bir adamım. Bu yüzden evet, klasik oldular ve eskimediler. Bu çok önemli. Dünyada pek çok grubu ya da solisti hatırlarsak, üç ya da dört şarkılarını sayabiliriz. Frank Sinatra dersiniz, “New Yok New York” çıkar karşınıza. Beathles dersiniz “Yesterday” çıkar… İkinci gayemiz de şudur, çocuklarınız daha güvenli dursunlar, bulundukları durumdan hoşnut olsunlar diye yaparsınız. Terfi etmenin başarısı bir baba için eşinin, çocuğunun yani ailesinin yüzündeki gülümsemedir diye düşünürüm.

- Az önce dikkatimi çekti, bestelerinizden birer insanmış, yaşayan varlıklarmış gibi söz ettiniz.

- Doğru, öyledir de zaten. Benim öyle bir tarafım var, mesela bir teknem var, bir türlü sattım satamıyorum. Çünkü ben ona kızım dedim. Gönül Köşkü diye bir evimiz var, orası benim için yine bir dişidir ve beni çok duygulandırır oraya gitmek. Şarkıları hangi gitarla yaptığım da bellidir. 10-12 tane gitarım vardır, gel kızım senle bir şarkı yapalım derim. Mesela “Esmer Günler”i yaptığım gitar şu an duvarda asılıdır. Şarkıların da böyle emekleri var, geceleri gündüzleri var. Uzun süren, unutulması mümkün olmayan doğumları var onların. Bir çırpıda yazıp geçerseniz bir şarkıyı nerede yazdığınızı ve nasıl yazdığınızı hatırlamazsınız. Uzun sürerse onu unutmazsınız.

Söyleşi: IRMAK ZİLELİ
CBRL Dergisi, 2011

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI