HACI BEKTAŞ VELİ'YE AİT MENKIBELER

Hacı Bektaş Velî'nin bilinebilen gerçek hayatı dışında bir de mitolojik hayatı vardır. Onun mitolojik hayatını masal unsurunun hakim olduğu menkıbelerinden öğreniyoruz. O, bu menkıbelerde sırası geliyor şahin, sırası geliyor güvercin oluyor, gerektiğinde de silkinip insana dönüşebiliyor. Mesafelerin onun için hiçbir önemi yok. Sabah namazında Kâbe'de, öğle namazında evinde olabiliyor. Onun bağırmasıyla yüzlerce kişi ölebiliyor, o isterse dağları yürütebiliyor. Ateşte yanmıyor, bastığı taşlarda ayaklarının izi kalıyor. Hatta öldükten sonra geri gelerek kendi cenazesini yıkayıp cenaze namazını bile kıldırabiliyor. Aşağıda ona ait olduğu söylenen ve çeşitli kaynaklarda yayınlanan menkıbelerden sadece birkaçına yer verilmiştir.

HACI BEKTAŞ VELİ'YE HACI DENİLMESİ:

Hacı Bektaş Velî’nin Hacı unvanını elde etmesi hikâye edilirken hocası Lokmân-ı Perende’den bahsedilir. Lokmân-ı Perende, hac ibadeti için Mekke’de bulunduğu arefe gününde canı pişi çeker ve “bugün arefe bizim evde bugün pişi pişer” diye yol arkadaşlarına bahseder.

Bu durum Nişabur’da bulunan Bektaş Velî’ye malum olur ve Lokmân-ı Perende’nin evine gider ve bir tepsiye birkaç pişi koymalarını söyler. Tepsiyi alan Bektaş Velî, Arafat’taki hocasına velayet yoluyla ikram eder.

Hocası, Hünkâr’ın yüceliğini anlamış ve hac dönüşünde kendisini karşılayan Nişabur halkına asıl hacının Bektaş olduğunu söyler. Bundan böyle Hünkâr’ın adı, Hünkâr Hâcı Bektaş el-Horasânî olmuştur

(Duran ve Gümüşlüoğlu 2010: 85-89).



HACI BEKTAŞ VELİ'NİN HACIBEKTAŞ'A GELİŞİ

(....)

Rivayet öyledir ki Hünkâr, sabah namazını kıldıktan sonra köy halkına dualarda bulunur ve Sulucakarahöyük'e (Bugünkü Hacıbektaş ilçesi) güvercin donunda ulaşır, fakat bu durum Rûm erenleri arasında huzursuzluğa sebep olur. Hacı Bektaş'ın alt edilmesi için Karaca Ahmed adlı bir eren gönderilir.

Karaca Ahmed, her mahlûkun eşiyle oturduğunu, yalnız Sulucakarahöyük'de güvercin şekline girmiş bir erenin tek başına oturduğunu murakebe sonunda anlar. Bu eren Hacı Bektaş Velî'dir.

Rûm erenlerinden Bâyezıd Sultan halifelerinden Hacı Doğrul, Doğan şekline girerek, güvercin şeklinde duran Hacı Bektaş'ı avlamaya gelir. Heybetle güvercinin üzerine iner, Hacı Bektaş o anda insan şekline dönerek doğanı yakalar, aklı başından gidinceye kadar sıkar ve yere bırakır.

Hacı Doğrul, kendine gelince hemen ayağa kalkıp Hacı Bektaş'ın eline ayağına düşer, affedilmesini ister. Ona uyma konusunda söz verir. Bunu arkadaşlarına da anlatmak için geri döner. Ancak, Rûm erenleri bu daveti kabul etmezler. Herkes kendi yoluna gider.

Bu hâl, Hacı Bektaş'a malûm olur. O da bir rivayete göre, kırk gün, bir başka rivayete göre, üç gün çerağlarını söndürür. Bir işaretle altlarındaki seccadeler de kaybolur. Sonunda bir yere toplanarak Hacı Bektaş'a gitmeyi kararlaştırırlar, huzuruna varıp elini öperler. Hacı Bektaş'ın kimliğini, nereden geldiğini, kime bağlı olduğunu sorarlar.

Hacı Bektaş Horasan erenlerinden olduğunu Türkistan'dan geldiğini, mürşîdinîn Sultan Hoca Ahmed Yesevî'nin halifesi Lokman Perende olduğunu onlara da söyler. Erenler buna karşı delil isterler. Hacı Bektaş, Lokman Perende'den aldığı icâzetnâme'yi çıkarmak isterken, gökyüzünde bir duman belirir ve Hacı Bektaş'ın önüne düşer. Bu, yeşil sayfa üzerine ak yazıyla besmele ve ondan sonra icâzeti yazılı bir fermandır.

Hacı Bektaş Velî, bir süre mescitte yatıp kalkmaya başlar. Oraya gelen cemaat hiçbir zaman ona dikkat etmeyerek namazını kılar ve çıkar giderdi. Ancak çok geçmeden Hacı Bektaş Velî çevredeki bazı insanlarla görüşmeye başlar. Onunla ilgilenenlerin hemen hepsi de kerâmetlerine şahit olarak ona bağlanırlar.

Hacı Bektaş Velî, İdris Hoca ile karısı Kutlu Melek(Kadıncık Ana)'ın misafiri olarak bir süre evlerinde kalır. Ama, daha sonra câmide kalıp ibadetle meşgul olmaya devam eder.

Sulucakarahöyük'te Hünkâr Hacı Bektaş Velî'nin kerâmetleri sayesinde müridleri de gittikçe çoğalır. Bu kerâmetlerin bir çoğu ona bağlanmak istemeyen âsi ve inatçı mizaçtaki insanları yumuşatır.

Çok kısa bir süre zarfında herkes tarafından tanınan Hacı Bektaş bir gün, nice muhiblerle Sulucakarahöyük'ün güneyinde Alacık adlı bir köye varır. Köy halkı Hacı Bektaş'ın yanına gelir, sohbet ederler. Akşam namazı vakti gelir, abdest alıp namaz kılacakları vakit köyün Kara Fakı adlı imamı izin almadan Hünkâr'ın önüne geçer, imamlığa başlar. Tekbir alıp namaza durduğu halde Kur'ân'dan hiçbir sure ve ayet aklına gelmez. Öylece durup bekler. Cemaat bu durumu görünce namazı bozar. Hünkâr, İmam'a:

“- Hakk'a giden hak uğrum hakkıyçün, erin önüne geçip imamlık edecek er görmedik. İzinsiz imamlığa geçiyorsun, hey yanı kara olası” der.

Bir gece Hünkâr, büyük bir kalabalığa hitap ederek bazı sorulara cevap verir. Bu sorulardan birisi ahiret hakkındadır. Köylülerden biri:

“-Ey ulu Hünkârımız, ben ölümü ve sonrasını çok merak ediyorum. Bana bunun hakikatini anlat” der. Hünkâr da:

“-Ey müminler, kıyamete inanmak sizin bildiğiniz gibi değildir. Zira, haram-helal ne bulursanız yiyorsunuz, giyiniyorsunuz. Bu iş inanmak mıdır?

Bu âlem; “O gün yeryüzü başka bir arza, gökler de başka göklere çevrilecek, insanlar kabirlerinden her şeye hâkim bulunan Allah'ın huzuruna çıkacaklar” ayetinde belirttiği gibi, harap olacak, kulun bu dünyadaki amelleri tartılacak ve ona göre mükâfatlandırılacaklardır. İyi hâl üzerinde olanların makamı Cennet, çiftleri Huriler olacak; Tanrı'dan korkmayanlar, nefsî ve dünyevî arzularını terk etmeyenler ise, “şüphesiz ki Cehennem, azıp sapmış olanların hepsine vaad olunan yerdir” ayetinde belirtildiği gibi, cehennem ateşini tadacaklardır.” der.

Bu kez, ibadet etmenin sırrı ve tarikat hakkında sorular sorulur. Hünkâr Hacı Bektaş Velî:

“İbadet, şeriat makamlarındandır. İbadetin geçerli olabilmesi için temiz olmak gerekir. Temizlik de su ile olur. İnsan temiz olmayınca yapılan ibadetler Allah indinde kabul olmaz, daima taharet üzere olmak ve şeytana uymamak lâzımdır.” der.

Böylece Hacı Bektaş'ın şöhreti kısa zamanda yayılır, Anadolu'nun her yanından muhib ve müridler akın akın onu görmeye ve ona bağlanmaya koşarlar. Semâhlar, safalar sürdürülür, meclisler kurulur, davetler verilir. Yoksullar, hastalar, murat almak isteyenler ona doğru koşmaya başlarlar.

Bu arada Hacı Bektaş Velî'nin seçtiği bir “Halifeler grubu” vardır ki Hünkâr, bunları Anadolu'nun muhtelif yörelerine irşad hizmetiyle gönderir. Bunlardan her biri gittiği her yerde mürid, muhib edinir, halkı uyarırdı. Hacı Bektaş Velî, otuz altı bin çerağ uyarmış, otuz altı bin Halife edinmişti. Bunların üç yüz altmışı, gece gündüz, Hünkâr'ın huzurunda hizmette bulunurdu. Hünkâr, Ahirete göçünce onların herbiri, Hünkâr'ın gönderdiği yerlere gittiler.

Bunların en meşhurları; Cemâl Seyyid, Sarı ısmâil, Hacım Sultan, Baba Resul, Pîr-âb Sultan, Recep Seydi, Sultan Bahâeddin, Yahya Paşa, Barak Baba, Ali Baba, Sarı Kadı, Atlas-puş Sultan, Dust-ı Hudâ, Hızır Sâmir idi.

Hünkâr'ın hususî hizmeti, Sarı İsmâil'e aitti. Hünkâr, onu pek çok severdi. Halifelerden hiçbiri, onun mertebesine erişemedi. Hünkâr'ın ibriktârı o idi. Sulucakarahöyük'den bir yere gitmek istese çok defa yanına onu alırdı.

(.....)

Mehmet Kaytanbıyık
21. Yüzyıl, Ocak - Haziran 2009



HACI BEKTAŞ VELİ'NİN ÖLÜMÜ

Hacı Bektaş Velî, bir gün namaz kıldı. Evrâdını okudu, halvete vardı. Sarı İsmâil'i çağırdı:

“- Sen benim has Halifemsin, bugün perşembe, ben bugün ahirete göçeceğim, göçünce kapıyı ört, dışarı çık. Çiledağı tarafını gözle, oradan bir boz atlı gelecek, yüzünde yeşil örtü olacak. Bu zat atını kapıda bırakıp içeri girecek, bana Yasîn okuyacak. Attan inip selâm verince selâmını al, onu ağırla. Hulle donundan kefenimi getir, o beni yıkar. Beni yıkarken su dök, ona yardım et. Ceviz ağacından tabut yapar, beni tabuta koyun, ondan sonra beni gömün. Sakın onunla söyleşmeyin. Dünya hali budur, gelen gider.

Sen de hizmet et, sofra yay. Himmet dilersen cömertlikte bulun. Benden kisvet giyen her mürid konuk istesin, konuğa hizmet etsin. şeytan gibi kendisini görmesin. Kimsenin yatan itini kaldırmasın, kimseye karşı ululanmasın, hased etmesin” dedikten sonra ikinci vasiyetine geçer ve şöyle devam eder:

“-Öğüdümü tut, ölümümden sonra bin koyunla, yüz sığır kurban et, bütün halkı çağır. Hizmet et, onları doyur. Yedinci ve kırkıncı günü helva dağıt. Korkma erin harcı eksilmez. Ne kadar muhib ve mürid varsa davet et, onları topla, öğüt ver, sakın ağlamasınlar. Bir Halifem de Barak Babadır. Gerçek bir erdir, ona da söyleyin Karasi'ye varsın, Balıkesri'ye gidip orayı yurt etsin” dedi. Hünkâr böyle vasiyet ettikten sonra, Sarı İsmâil ağlamaya başladı:

“- Tanrı bana o günü göstermesin.” dedi. Hünkâr:

“- Biz ölmeyiz, suret değiştiririz.” diyerek onu teselli etti. Sonra Tanrı'ya niyazda bulundu. Peygambere salâvat getirdi. Kendisi kendisine Yâsîn okudu, Tanrı'ya can verdi.

Sarı İsmâil, vasiyet gereği Hünkâr'ın yüzünü hırkasıyla örttü. Halvetin kapısını çekip dışarı çıktı. Hünkâr'ın muhibleri ve müridleri, dört bir yandan gelerek ağlaştılar. Derken bir de baktılar ki, Çiledağı tarafından bir tozdur koptu. Bir anda yaklaştı, Hünkâr'ın dediği gibi bu zatın elinde bir mızrak vardı. Yüzüne yeşil nikâb örtmüştü. Altında da tarife uygun olarak boz bir at vardı. Erenlere, mürid ve muhiblere selâm verdi. Selâmını aldılar. Mızrağını yere dikti.

Atından inerek doğruca halvete girdi. kendisiyle beraber içeriye yalnız Sarı İsmâil girdi. Kara Ahmed kapıda durdu. Kimseyi içeriye sokmadı. Sarı İsmâil, su döktü, yüzü örtülü yıkadı. Yanındaki hulle donları kefen yaptı. Tabuta koyup doğruca musallaya götürdüler.

Boz atlı er imamlık etti, erenler de saf olup ona uydular. Namazı kılındı, götürüp mezara koydular. Boz atlı, erenlerle vedalaştıktan sonra atına atlayarak yürüdü. Sarı İsmâil;

“Acaba bu kim diye merak etti. Eğer Hızır'sa görüştüğüm için tanımam lâzımdır” deyip ardından koştu, yüzü örtülü o kişiye:

“-Namazını kıldığın, yüzünü gördüğün er hakkı için, kimsin bildir bana.” dedi.

Boz atlı er, Sarı İsmâil'in yalvarmalarına dayanamadı, örtüsünü açtı. Hacı Bektaş Velî'nin kendisinden başkası değildi. Sarı İsmâil atının ayağına düşüp yalvardı:

“-Lütfen erenler şahı, otuz üç yıldır hizmetindeyim, kusurum var seni bilememişim, suçumu bağışla.” dedi. Hünkâr da:

“- Er odur ki, ölmeden ölür, kendi cenazesini yıkar. Sen de var buna gayret et.” dedikten sonra Çiledağı'na yönelip gözden kayboldu. Rivayete göre, Hacı Bektaş Velî vefat ettiğinde 63 yaşındaydı.

Mehmet Kaytanbıyık
21. Yüzyıl, Ocak - Haziran 2009



HACI BEKTAŞ VELİ'NİN HIRISTİYAN ZÜMRELERLE İLİŞKİSİ:

Hacı Bektâş Velî, sadece bir mütefekkir/mutasavvıf değildir. O tıpkı hocası Ahmet Yesevî ve ceddi Hz. Muhammed gibi söylediklerini uygulayan bir aksiyon insanıdır da. Anadolu’da karşılaştığı Hıristiyan zümrelerle her zaman olumlu ilişkiler içerisinde olmuştur.

Bir defasında Kayseri’den Ürgüp’e gelirken yolda Sineson adlı bir Hıristiyan köyüne ulaşır. Bir Hıristiyan köylü kadını, pişirdiği çavdar ekmeğinden Hünkâr’a ikram eder ve o köyün toprağında buğdayın yetişmediğini söyleyerek, çavdar ekmeği ikram ettikleri için kendilerini ayıplamamasını ister.

Hünkâr, bu sözü duyunca: “Bereketli olsun, çavdar ekin buğday biçin, küçük hamur yapın, büyük somun alın.” diye duâ eder.

Menkıbeye göre, duâ kabul olunca o köydeki Hıristiyanlar, Hünkâr’ı ziyaret edip adaklar getirmişlerdir. (Firdevsî, 1958: 23-24)

Velâyetname’de anlatılan bu olay, bir Bektâşî dervişinin Hıristiyanlara nasıl davranması gerektiğinin ölçülerini belirlemektedir. Gayr-i müslimlerin bir iyilik görmeleri için duâ edilebiliyorsa, Müslümanlarla birlikte onlara da hizmet götürülmesi, tabiidir.

Hacı Bektaş Velî’nin rahle-i tedrîsinden geçen dervişler, gerek dergâh içinde gerekse dergâh dışında insanlara çeşitli hizmetleri götürdükleri için, “hâdimü’l-fukarâ ve’l-mesâkîn” lakabı ile nitelendirilmişlerdir

(Osman Eğri, İslam Tasavvufu ve Hoşgörü)



HACI BEKTAŞ VELİ'NİN MEVLÂNÂ İLE İLİŞKİSİ:

Adamın biri, kötü yoldan kazandığı parayla bir inek satın almış. Sonra yaptığından pişman olmuş. Vicdanını biraz olsun rahatlatmak için ineği Hacı Bektaş-ı Veli'nin dergâhına bağışlamayı düşünmüş.

O zamanlar dergâhlar aşevi görevi de görüyormuş. Gitmiş Hacı Bektaş-ı Veli'ye durumu anlatmış ve ineği bağışlamak istediğini söylemiş. Hacı Bektaş-ı Veli, “helal değil, bunu alamayız ” diye ineği geri çevirmiş.

Bunun üzerine adam ineğini alıp Mevlana'nın dergâhına gitmiş. Mevlana hediyeyi hiç çekinmeden kabul etmiş. Adam Mevlana'ya daha önce Hacı Bektaş-ı Veli'nin bu ineği helal değil diye kabul etmediğini söylemiş ve ikisinin arasındaki bu davranış farklılığının sebebini sormuş . Mevlana:

“Biz bir karga isek Hacı Bektaş-ı Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden biz senin hediyeni kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.” demiş.

Adam bu kez de üşenmemiş kalkmış Hacı Bektaş-ı Veli'nin dergâhına gitmiş. Hacı Bektaş-ı Veli'ye:

"Siz benim bağışımı kabul etmediniz ama Mevlana kabul etti. Bana bunun sebebini açıklar mısınız?" diye sormuş.

Hacı Bektaş-ı Veli şöyle cevap vermiş:

”Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. O senin hediyeni onun için çekinmeden kabul etmiştir.”

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI