
BÜYÜK ŞAİRİN AŞKI (Yazı Dizisi)
I. AŞK VE KADIN
ÜÇ kuşağın büyük şairi ve bir edebiyat abidesi olarak tanımlanan Abdülhak Hâmid'i, ilk defa 55 yıl önce, iki arkadaşla ziyaret etmiştik. Önümüze düşen —uzun süre Adana Bölgesi (Maarif Eminliği) görevindeyken bu makamın ilgası üzerine, Galatasaray Lisesi edebiyat hocalığına getirilmiş olan— İsmail Habip (Sevük) Bey’di. İsmail Habip, ünlü bir edebiyat tarihçisi ve Abdülhak Hâmid’in en büyük hayranlanndandı.
O günlerde Abdülhak Hâmid’in, kendinden ayrılmayan, birkaç sıfatı vardı. Basınımız, onun adının önünde (şair-i âzâm) büyük şair, yahut (dâhi-i âzâm) büyük dahi anlamına gelen kelimeleri kullanmayı âdet edinmişti. 19. asır sonlarına doğru Abdülhak Hâmid'e verilen bu sıfatlar, üç kuşak boyunca sürüp gitmişti. Türk edebiyatında Hâmid adı, bir zirveydi.
Abdülhak Hâmid’in evine gittiğimiz ilk günün heyecanını, çok net olarak anımsıyorum. O yıllarda, İstanbul’un büyük apartmanlarından olan Maçka Palas’a girerken kendimize çekidüzen vermiştik.
Kapıyı, Abdülhak Hâmid’in, uzun süre sevgilisi ve iki kez nikâhlı karısı olan Lüsyen Hanım açtı.
Daha önce, gazeteler ve dergilerde, şair Abdülhak Hâmid’le başbaşa fotoğraflarına sık sık rastladığımız Lüsyen, o gün, bana daha uzun boylu bir kadın görünümü verdi. 0 önde, biz arkasında, Abdülhak Hâmid'in misafirlerinin bulunduğu, salona girdik.
Abdülhak Hâmid Bey genellikle, toplantılarında, dedesinden sıkça bahsederdi. Hâmid'in çokça bahsettiği konulardan biri de aşk ve kadın ilişkileriydi! Şair, bu konuyu pek severdi. Bu tür konuşmalarda âdeta canlanır, koltuğunda dikleşir ve tazelenirdi! Şair, sevgilisi olmayan kişilerin hiç varlıklarındaki eksikliğe değinerek, dedesine ait bir anı ile şu beyti tekrarlardı:
Âşıkı olmayan güzel bir dilber, Hastası olmayan tabip gibidir!
ZEVKLİ SOHBETLER
Abdülhak Hâmid'in evine, bayramlarda, bazen cuma sohbetlerine devam eder olduk. Şairimizin vekârlı kibarlığı nazik ihtiyarlığı bizi duygulandırmaktaydı.
Hâmid konuşmalarında, her biri ayrı değerde olan, anıları işlerdi. Sanki şiir okurmuşçasına konuşurdu. Çok süslü, tantanalı cümleler yapar, olayları büyük bir ustalıkla, gözler önüne sererdi. Misafirler, onu edebi bir zevk içerisinde, hayranlıklarla dinlerlerdi. Sohbetlerin ağırlığı eski edebiyat anıları, Hâmid’in dış ülkelerdeki hayatı ile maceraları, klasik Türk musikisi, tarihi konular ve bazen de içinde bulunduğumuz günlük hayatın olaylarını teşkil ederdi. Hâmid çok konuşmazdı, konuştururdu. Lüsyen muziplik yapar —safdil bir kişi imişçesine— daha çok tebessüm yaratacak konuları ortaya atardı.
Abdülhak Hâmid'in evindeki toplantılarda, herkesin belirli bir yeri, bir köşesi, bir iskemlesi olurdu. Mesela Halit Ziya ve Cenap Şahabettin'in kendisine en yakın koltuklarda oturması, bu evin geleneklerinden sayılırdı. Üstâdın evine sonradan gelmeye alışan kişiler ve gençler, salonun kapıya yakın köşesindeki iskemlelere otururlardı. Şayet misafirler arasında İbnülemin Mahmut Kemal Bey bulunursa, onun koltuğu Abdülhak Hâmid’in en yakınında, daha çok karşısına doğru konulmuş olurdu.
Bir keresinde, Halit Ziya Uşaklıgil, İsmail Hâmi Danişment, Mithat Cemal Kuntay, Ahmet Reşit, Namık Kemal'in oğlu Ali Ekrem Bolayır, Faruk Nafiz Çamlıbel, Yusuf Ziya Ortaç, Yusuf Razi ve şimdi adlarını hatırlayamadığım tanınmış kişiler oradaydılar.
4 KEZ EVLİLİK
Üçü kız, ikisi erkek olan Abdülhak Hâmid’ler 5 kardeştiler. En büyükleri Abdülhak Nasuhi Bey, parlamenterlik ve valilik yaptı. Babalan ölünce ailenin yükünü o omuzladı. Hâmid'in bile ilk eşi ve çocukları kısa müddet onun yanında kaldılar. Hâmid'ten 21 yaş büyük Nasuhi Bey, 1912 yılında 82 yaşında öldü. Hâmid'in Hayrünnisa ve Nurunnisa adındaki kızkardeşleri küçük yaşta ve evlenmeden öldüler. Kızkardeşlerinin en küçüğü olan Abdülhak Mihrinnisa Hanım, ağabeyini taklit eden bir şairdi. Keçeci Fuat Paşa’nın torunu Hikmet Fuat Bey’le evlenmiş, üç yıl sonra boşanmıştı.
Abdülhak Hâmid 4 defa evlendi. Üzerinden 5 nikâh geçti. Son eşi Lüsyen Hanım'la iki kez evlendiği için, üzerinden 5 nikâh geçti dememizin nedeni budur.
Şairimizin ilk eşi, Türk edebiyatına “Makber” adlı eserin kazanılmasına neden olan Fatma Hanım’dı. Veremden Beyrut’ta öldü.
Hâmid'in diğer eşlerinden biri Türk, biri İngiliz, sonuncusu Belçikalıdır. Hâmid, İngiliz eşi Nesli Hanım’la on iki yıl yaşadı. Nesli Hanım Londra’da öldü. Cemile Hanım’la evliliği kısa sürdü. Hâmid'in boşadığı bu hanım Edirne’de öldü. Dördüncü eşi Lüsyen Hanım’dır ki, maceralı bir hayatın kahramanı olarak tanınır.
Dört kadınla evlenen Hâmid'in yalnız ilk eşi Fatma Hanım’dan çocukları oldu. Bunlar, Abdülhak Hüseyin Bey ile Hamide Nasip Hanım’dır.


2. KADINLARDAN ÇOK ÇEKTİ VE ÇEKTİRDİ
ŞAİR-İ Âzam'ın sohbet toplantılarına, o zamanın deyimiyle, Şair-i Âzam'ın kabul gününe, arasıra tanınmış kadınlar da katılırlardı. Bir keresinde devrin ünlü şair ve bestekârı olan Leyla Hanım, oğlu Yusuf Bey’le, gelmişti. Birkaç kere de Abdülhak Hamid'in hemşiresi, şair Mihrinnissa Hanım’ın bu toplantıya katıldığını hatırlıyorum. Rahmetli ve o devrin güzel görünümlü kadın şairlerinden Şükûfe Nihal Hanım da Hâmid'in sohbetlerine katılanlar arasındaydı.
Abdülhak Hâmid'in kadınlardan çok çektiği veya kadınların ondan çok çektiği, her zaman söylenirdi!
Bunlar daha çok Hâmid’in evinde toplananların, dağılışından sonra, merdivende veya tramvaya binip dönülürken konuşulan konulardandı.
Denilebilir ki, Abdülhak Hâmid’in aşırı kadın tutkusu, yaşamı boyunca, hem saadetinin, hem felaketinin nedeni olmuştur. Fatma Hanım’ın ölümü üzerine yazdığı “Makber" kitabı, Hamid’i yücelten bir eserdir. Kalpleri dağlayan bu eseri, bir kadın ilham etmiştir. Ne var ki, sefaletine de yine kadınlar neden olmuştur.
1908 Meşrutiyet inkılabından sonra Brüksel Elçiliği’ne gönderilen Hâmid bir gece kulübünde, masasına davet ettiği bir kadın yüzünden, hakarete uğramış, üzerinde Türk elçisi yazılı kartviziti yırtılarak suratına fırlatılmıştı. Kişisel zaafı yüzünden uğradığı bu hakaret, —Babıali tarafından— Hâmid'in görevinden azli ile sonuçlanmıştır. Büyük şairin bu tutumuna, akibetine, çok üzülen Tevfik Fikret'in bu üzüntülü durumu şu cümle ile açığa vurduğu söylenir:
— "Hükümet, Hâmid'i Brüksel’e sefaret yapsın diye gönderdi; rezalet yapsın diye değil!’’
Bir müddet açıkta kalan Hâmid, daha sonra İspanya’ya elçi olarak gönderilmek istenir. Ne var ki, İspanya Hükümeti, Hariciye’nin danışma niteliğindeki yazısını cevaplamaz. Bunun Brüksel’de gece kulübündeki olayın duyulmasıyla ilgisi var mıdır? Bilemiyoruz.
Hâmid'in son yıllarda, yaş günleri büyük edebi topluluklarla kutlanır, bunun için —Galatasaray ve Feyzi-Âti gibi— büyük okulların salonları seçilirdi. 82. yaş günü için, sonradan adı Boğaziçi Lisesi’ne dönüştürülen, (Feyzi-Âti) salonunda yapılan törene, şık bir delikanlı gibi gelen Hâmid'e, şair Faruk Nafiz (Çamlıbel):
— “Üstad,"demişti. "Bütün kadınlar, bu yaşınızda bile hâlâ sizden, âşıkane bir surette bahsediyorlar! Bunun sırrı nedir?" Hâmid, gülerek şu karşılığı vermişti:
— "İnanma! Beni bu vaziyete sokanlar, hep onlar değil mi?"
RÜYADAKİ KADIN
Abdülhak Hâmid’in kadınlarla ilgili maceraları ve onlara dair pek çok esprileri vardır. Londra’da Hariciye memuru olarak bulunduğu sıralarda, genç, güzel ve nüktedan bir kadınla tanışan Hâmid, aşkını bir türlü açmaya imkân bulamamış. Sonunda bu fırsatı, bir ziyafet sırasında yakalamış, karşılıklı espriler arasında:
—“Matmazel" demiş, “Bilir misiniz ki, dün gece sizi rüyamda gördüm!”
Kadın hayretle Hâmid'in yüzüne bakarak ilgilenince, o rüyasını açıklamaya devam etmiş:
— “Evet, rüyamda bir prens oluyorum, sonra zengin oluyorum. Üstelik size âşık oluyorum!” Zarif kadın kıvrak bir kahkaha atarak:
— “Halbuki, uyanınca bunların hiçbirinin gerçek olmadığını hayretle gördünüz tabii" deyince, Hamid, şu karşılığı vermiş:
— "Evet matmazel, uyanınca yalnız prenslikle zenginliğimi bulamadım!”
İNGİLİZ KIZIYLA
Yıl 1894’tür. Osmanlı İmparatorluğu’nun Londra Büyükelçisi, İtalyan kökenli, Rüstem Paşa’dır. Kendisi, Katolik olup, uzun süre devletimizi İtalya’da ve İngiltere’de temsil etmiştir. O yıllarda Abdülhak Hâmid Bey, elçilik müsteşarıdır. Hâmid’in Yıldız Sarayı çevresiyle de iyi ilişkileri vardır. Arasıra özel mektuplar göndermektedir.
Şairimiz diplomasi yaşamında etikete ve rahatına düşkündür. Bu açıdan Yıldız Sarayı’ndakileri etkilemek ister. Kendisine (sefir muavini) sıfatının verilmesini arzulamaktadır. Babıali tarafından Hâmid, hayranlık duyulan bir şairdir. Siyasi alanda ona elçi yardımcılığının verilmesinde hiçbir mahzur görülmez. Ne var ki, İtalyan kökenli elçimiz Rüstem Paşa, Hâmid'e böyle bir rütbe verilmesine karşıdır. Hariciye Nazın Sait Paşa’ya Fransızca olarak aşağıdaki gizli mektubu gönderir. 5 Eylül 1894 tarihli, dosya no’su 129 olan mektup şöyledir:
"...Abdülhak Hâmid, bütün yardımcılarım arasında. bana faydası en az olanıdır. Gözde bir şair ve edebiyat mensubu olduğu söylenirse de kesinlikle, işinin ehli değildir. Bu konuda yeteneği de yoktur. Kendisi de sık sık, büro işlerini sevmediğini söylemiştir. Öte yandan, şu sıralarda, Londra’da bir İngiliz kızı ile gayri meşru bir yaşam sürdürmektedir..."
Bu mektup üzerine konu yeniden gözden geçirilir. Rüstem Paşa, padişahın ve hâriciyenin gözde bir diplomatıdır. İtirazı Babıali tarafından kabul edilir. Abdülhak Hâmid'e verilmiş olan “sefir muavinliği" unvanı geri alınır.
Aşağıdaki olay ise, şairimizin yakın dostu Sami Paşazade Sezai Bey’den dinlenilmiştir.
Abdülhak Hâmid, eşi Fatma Hanım'ın hastalığı dolayısıyla şehbenderlik yaptığı Bombay’dan İstanbul’a dönerken eşini Beyrut’ta kaybetti. Bu felaket, edebiyatımıza Makber adlı şaheseri kazandırdı. Hâmid, karısının veremden yolda ölümüne o derece üzülmüştü ki, dostları, şairin bu büyük acıya dayanamayacağı kanısındaydılar!
Hâmid, İstanbul’a dönünce Hariciye Nezaretine bir dilekçe vererek, derin üzüntüsünün çalışmaya elverişli olmaması nedeniyle izin istedi. Hariciye’nin tüm mensuplan şairin hayranlarıydı. Büyük şaire bir jest yapmayı kararlaştırdılar. Onu —yol parası ve ikamet tahsisatı vermek suretiyle— izinli olarak Paris'e gönderdiler.
Şairimizin çocukluğundan beri en yakın can dostu olan Sezai Bey, o günlerde Avrupa’dadır. Hâmid'in acısını dindirebilmek ve başsağlığı dilemek için, Paris’in yolunu tutar. Sezai Bey çok üzgündür. Hâmid'i teselli için nasıl söze başlayacaktır. Hâmid'le nasıl kucaklaşıp ağlayacaklardır. Hep kafası bunlarla doluyken, şairin otelini aramaya başlar.
Paris’in civcivli caddesi olan Şanzelize’de Hâmid’e benzer monoglu birinin karşıdan gelmekte olduğunu görür. Bir de ne görsün, karşıdan gelen Hâmid Bey’in kendisidir. Kolunda 20 yaşlarında, simsiyah, fakat vücudu manken gibi bir kız vardır. Burun buruna gelirler. Hâmid'i teselli için, yüreği üzüntülerle dolu olan Sezai Bey, bu manzara karşısında, şaşalar:
—"Aman Hâmid, bu ne hal?” der. Şairimiz üzüntülü bir sesle şöyle karşılık verir:
—“Sezai, biliyorsun ki teessürüm çok büyük! Matemde olduğumu herkese göstermek için bu zenci kızı buldum!.”


3. HEM YARALAYAN HEM MUTLU EDEN KADIN
ABDÜLHAK Hâmid, Lahey elçiliğinden sonra Brüksel elçiliğine atandı. İki dönem sevgilisi, iki dönem nikâhlı karısı olan Lüsyen'i burada tanıdı. 18 yaşındaki güzel bir kıza, 60 yaşındaki ihtiyarlığa yaklaşmış kalbini kaptırdı. Belçikalı bu kız, o sıralarda bir gençle nişanlı imiş. Ama, Osmanlı elçiliğinde kâtip Mahmut Sabit Bey’le dolaşırmış...
Söylentilere göre, Lüsyen, 9 gençle flört edermiş. Mahmut Sabit, Lüsyen’e, Sefir Abdülhak Hâmid'den bahsetmiş ve tanışmalarını sağlamış. Tanıştığı günden itibaren, şairimizin kalbine bir iksir gibi girmiş. Abdülhak Hâmid, bir konuşması sırasında, tüm mutluluğu onda bulduğunu söylemişti. İhtiyar âşık, onun için yazdığı şiirlerde de aynı duyguları ve Lüsyen'e olan sonsuz aşkını dile getirmişti.
Lüsyen Hanım, zeki bir kadındı. Onun Hâmid'e bağlılığı, ünlü bir kişi ile beraber yaşamak tutkusundan ileri geliyordu. Onun meclisinden, sohbetlerinden, çevresinden, ona gösterilen saygıdan, büyük mutluluk duyan Lüsyen, bu suretle yaşamının gıdasını sağlamış oluyordu. Hâmid de ona gerçekten âşıktı.
Aralarında 42 yaş gibi büyük fark olmasına rağmen, neşeli halleri, aşklarının ve sevgilerinin gücü, bu yaş farkını silip atmış gibiydi. Bu kanımız, yaşamlarının son yıllarındaki izlenimlerimizdendir.
Ancak, Hâmid'le Lüsyen ilişkisinin garipsenecek, hatta, ayıplanacak devrelerine de değinmek gerek.
Hâmid’in evine devam ettiğimiz sırada işittiğimize göre, büyük şair, Lüsyen'le iki defa nikâhlanmış, iki nikâh arasında uzunca bir süre de onunla yaşamını sürdürmüştür. Hâmid'in Lüsyen’le olan iki evlilik arasındaki yaşamı, âdeta sefalet içinde geçmiş ve birçok dedikodulara neden olmuştur.
Hâmid, Lüsyen’le birlikte İstanbul’da yaşarken, evindeki sohbetlere dadanmış olan, yakışıklı bir İtalyan kontu vardır. Bunun zamanlı zamansız Hâmid’in evine girmesi ve Lüsyen’le ilişki kurması, İstanbul sosyetesinde büyük söylentilere ve skandallara sebep olmuştur. Lüsyen’in, kalben ve şeklen Hâmid'e bağlılığı kalmak suretiyle, bir İtalyan kontu ile ilişki kurması Hâmid’i şaşırtmamıştır! Hatta Hâmid, kendine göre, bu duruma bir formül bulmuştur!
Lüsyen’i, İtalyan âşıkı zengin Kont Soranzo ile evlendirmek ve onunla olan gizli ilişkilerini resmiyete dökmek! Ama, kendisi de onlarla birlikte bir çatı altında yaşamak arzusunu yenememiştir!
Pera Palas’ta eşini Kont Mişel Soranzo ile evlendiren Hâmid, bu evliliğin şahitliğini yapmış, gerdek gecesi de, onların odasının bitişiğindeki odada yatmıştır!
Ne var ki, ihtiyar âşık, bir türlü Lüsyen’den kendisini koparamamıştır. Kocası Kont Mişel ile, İtalya’nın en büyük vapuru Semiramis ile Venedik’e gitmek üzere Galata rıhtımından ayrılırken, Hâmid'in mendil sallayarak uğurlaması, çevresinde, çok garipsenmiştir!
Lüsyen’in hasretine dayanamayan şairimiz, sonraki yıllarda Venedik’e giderek, yanlarında misafirlik yapmış, onların da 1924 yılında İstanbul’a gelmelerini sağlayarak konuk etmiştir!
Şair ruhunun bu derece değişikliği, tabiat kurallarına, toplum yaşamındaki geleneklere elbette aykırıdır. Bu tutum, dâhi şair dediğimiz Hâmid’in çok zayıf bir yönünü gösterir.
İSMET PAŞA’DAN RİCA
Abdülhak Hâmid'in bu buhranlı yaşamı sırasında Viyana’ya gittiği, hatta parasız haline acındığından, bir müddet oradaki elçilik binamızda barındığı bilinmektedir. Fakat o günlerdeki Hâmid, daha doğrusu Lüsyen’siz Hâmid, şair Hâmid değildir. Belki insan Hâmid'dir fakat kendisine saygı gösterenlerin şair Hâmid’i değildir. Kalbinin her çarpması, ona, Lüsyen’i hatırlatır. Hâmid’e göre Lüsyen, zengin kontla evli kalsın fakat, kendisinin gözü önünde bulunsun!
Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanınca, İsmet Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Hariciye Vekili olur ve Lozan’a gönderilir. İsmet Paşa, Batılıların kurt politikacıları ile masada âdeta bir meydan savaşı vermek zorunluluğundadır. Bütün bunları hesaplayamayan, bizim âşık büyük şairimiz, Abdülhak Hâmid, Viyana’dan İsmet Paşa’ya garip bir mektup gönderir. Bu mektupta eski karısı —İtalyan kontu Soranzo ile evlendiği için kontes olan— Lüsyen’in, kocasına İtalyan Hükümeti tarafından verilecek bir görevle İstanbul’a gelmesi ihtimali belirtilmektedir. Abdülhak Hâmid, İsmet Paşa’ dan şu ricada bulunur:
Lozan Konferansı sırasında, herhalde İtalya devletinin Lozan’daki temsilcisi ile temasları olacaktır. Bu temas sırasında, Lüsyen’in kocası Soranzo'dan bahsedilerek, kendisine iltimas edilmesini ve böyle bir tayine yardımcı olması rica edilirse, Lüsyen Hanım, bu suretle İstanbul sosyetesine tekrar girecek ve Hâmid de sevgilisine kavuşacaktır!
İsmet Paşa, böyle bir mektubu okumak bile istemez. Kaşları çatılır ve cevap vermez.
Lüsyen’le Kont Soranzo’nun evliliği altı buçuk yıl sürmüştür. Lüsyen, Venedik’te, kayınpederinin sarayında yüz bulamaz. Kayınpeder, oğlunun bu tür evlenişinden hoşnut olmamıştır.
Ne var ki, Lüsyen de Abdülhak Hâmid'i unutamamıştır. Gittiği günden itibaren ona mektuplar yazar. Fransızca olan bu mektuplar, daha sonra Hâmid'in bir jesti olarak yayınlanmıştır.
Lüsyen’ine kavuşan Hâmid, onunla eski aşıkâne hayatına devam eder. Vakta ki Hâmid’in milletvekili seçilmesi söz konusu olur, iki sevgili tekrar nikâhlarını tazelerler.
ATATÜRK VE LÜSYEN
Ankara’da (Türk Ocağı) binasındaki bir toplantıya gelen Atatürk, Abdülhak Hâmid’le Lüsyen’e rastlar. Hamdullah Suphi, Türk Ocağı’nın Genel Başkanı sıfatıyla Atatürk’ün yanında yer alır. Törenden sonra, özel sohbet başlar. Atatürk, Türk kadınlarının kültürünün yükseltilmesini, onlara erkeklerle eşitlik hakkı tanınmasını ve bu konuda çalışılmasını öğütlerken, Abdülhak Hâmid, Atatürk’e yanındaki Lüsyen’i göstererek:
“— Efendimiz Lüsyen cariyeniz, bu bakımdan Türk kadınlığının mükemmel bir örneğidir!'’ der. Hatta bu konularda kendisinden çok faydalanılacağını sözlerine ekler. Atatürk, bir İtalyanla maceralı, Lüsyen Hanım'ı, Abdülhak Hâmid’e göstererek şöyle cevap verir:
“— Beyefendi; bu mu Türk kadınlığının timsali olan kadın?.. Bu Hanım, Türk kadınlığına asla örnek olamaz!..”
Büyük şair, bu sert ve anlamı ağır olan sözlerden üzülür, ezik ve bitik bir durumda koltuğuna yığılıverir. Hamdullah Suphi, hemen Abdülhak Hâmid’in koluna girerek, şairi, salonun bitişiğindeki odaya götürür...
1937 Nisan’ının seması kaplı, hüzünlü bir gününde Abdülhak Hâmid’in cenazesi Zincirlikuyu Mezarlığı’na gömüldü. Şairimiz, bu mezarlığa gömülen ilk kişidir. Mezarlık Hâmid’in ölümüyle kamuya açıldı.
Hâmid’in kabri için güzel bir proje hazırlatıldı. Proje, Yüksek Mimar Arif Hikmet Bey tarafından yapıldı. 3 yıl sonra, bu mezara, —torununun eşi— ilk kadın heykeltıraşlarımızdan Sabiha Beugütaş tarafından yapılan Hâmid’in büstü eklendi.
Yazımızın sonuna gelince, şairimizin yaşamında sıcak bir kış güneşi olan Lüsyen Hanım’ın akıbetine de kısaca değinmeliyim:
Lüsyen Hanım, çok masraflı bir kadındı. Süsüne, giyimine düşkündü. Geçmişindeki yaşamını sürdürebilmesi için Hâmid’den kalan emekli aylığıyla geçinemezdi. Aldığı dul maaşına ilave olarak, İstanbul Belediyesi tarafından yaşamı boyunca maaş bağlandı. Bu ikili aylığın da yeterli olmaması üzerine, Abdülhak Hâmid’in anısına bir saygı eseri olmak üzere, kendisi Bursa’daki Çelikpalas’a müdür yardımcılığına atandı. Ne var ki, bu görevi beceremediğinden, aynı zamanda İstanbul’daki komşu ve arkadaşlarından uzakta yaşamaya alışamadığından, Bursa’dan İstanbul’a döndü.
Lüsyen Hanım, Sıraserviler’de oturduğu apartmanda, 18 Temmuz 1966’da 73 yaşında öldü. Ölümünden sonra, kendisinin, Hâmid’in kabri içine konulmasını vasiyet etmişti. Ama iki bakımdan bu arzu yerine getirilemedi.
Hâmid'in görkemli mezarının mermerlerinin kırılması mahzurlu görüldü. Bazıları da Lüsyen’in Müslüman olmadığından, bir Müslüman’ın yanına gömülmesinin caiz olmadığım söylediler. Oysa. Abdülhak Hâmid Bey, Lüsyen’in Müslümanlığı kabul ettiğini ve adını Nasip’e dönüştürdüğünü söylerdi. Büyük şairin büyük âşkı Lüsyen, sevgilisinin yanına gömülemedi.
TAHA TOROS Milliyet Gazetesi, 12-14 Nisan 1987
 ŞİİRLERİ
| | | | | |