Atatürk'ün edebiyat ve hitabet merakı Manastır İdadisinde başlamıştı. Daha talebelik yıllarında arkadaşları arasında iyi yazan ve iyi konuşan bir genç olarak tanınıyordu.
Atatürk devrinin diğer ihtilalci münevverleri gibi büyük şair olarak Namık Kemal'i tanımış ve sevmişti. Sonraları Serveti Fünun şairlerinin tesirinde kalmış, bu mektepten bilhassa Fikret'le ve Hüseyin Siret'le alakadar olmuştu. Bazı hatıralarını nakledenler seneler sonra bile sofrasında Leyali Girizanını okuttuğunu ve bu şiirleri büyük bir hassasiyetle dinlediğini naklederler.
Tarihin nadir yetiştirdiği kumandanların devlet adamlarının, devirlerinde yaşayan sanatkarlarla olan münasebetleri her vakit dikkati ve alakayı çekmiştir. Bu bakımdan Atatürk'ün, büyük şair Abdülhak Hâmit'le olan münasebetleri ayrıca tetkike değer.
Hâmit, Mustafa Kemal'i dehasının ve kahramanlığının göz kamaştıran ölçüleriyle ilk defa vatan hudutları dışından seyretmişti. Mağlup ve istilaya uğramış bir memleketin ortasında Milli Mücadele destanını yaratan kahramanın şöhreti dünyayı sardığı günlerde Abdülhak Hâmit Viyana'da bulunuyordu. Oradan 5 teşrinievvel 1922 tarihiyle Sami Paşazade Sezai Bey'e gönderdiği bir mektupta Gazi Mustafa Kemal hakkındaki ilk intibalarını şöyle naklediyordu:
".. Seninle ben, bilirsin ki bir zamanlar Kemalist idik, şimdi ise iki defa öyle olduk. Geçen akşam bir refikimle bir restoranda taam ediyordum. Yanımızdaki masayı işgal eden Avusturyalı bir zat hangi millete mensup olduğumuzu sordu.
- Kemalistiz- dedim.
Herif hürmetle kıyam ederek,
- Ben de Kemalistim- dedi! ve
- Ah! Avusturya'da öyle bir adam zuhur etseydi, memleketimiz bu hale gelmezdi- sözünü suz-ü güzar ile ilave etti.
Burada tanıdığım İngilizler bile bu Kemal namındaki harikai kemâlatın meddahı bl-ihtiyarı ve hayranı iktidarıdırlar. O Büyük, pek Büyük asker bugün, Kutuplarda bile hararetle alkışlanıyordu. Yalnız meydanı harbte, değil meydanı siyasiyat ve kiyasette de yekta olan Mustafa Kemal, alemi İslamı tenvir ve ihya için, doğmuş bir şemsi istikbaldir. Eminim ki yalnız Trakyayı, Türkiye'yi kurtarmakla iktifa etmeyecek -daha, daha, yanımdasın yazmaya hacet yok- bir çok mucizevari halaskarlıklarda bulunacaktır, hemen Allah ömrünü efzun etsin."
Abdülhak Hâmit daha 1922'de Mustafa Kemal'in "Türkiye'yi kurtarmakla iktifa etmeyerek daha bir çok mucizevarl halaskarlıkları bulunacağına" işaret ediyordu. Ve "Gazi" ismiyle yazdığı bir şiirinde de
"O bir deha ki diyor kainata arş ileri
humayı himmetinin şarkı garp bâlü peri
cihanşümul olacaktır. Onun bu şaheseri"
mısraları bulunuyordu.
Hâmit, kararan vatan ufuklarında bir yol gösteren yıldızın doğuşunu seneler evvel yazdığı "Validem" isimli eserinde de söylememiş miydi; Büyük şair o vakitler:
Onu mahir ve muktedir bir el,
Döndürür iktizayı hale göre.
diyordu.
Hâmit Viyana'da ıstıraplı hayatı ortasında vatan ve Mustafa Kemal'i hayal ederken Ankara'da Mustafa Kemal'in dâvası yolunda çıkan gazetelerde de Büyük Şair hakkında makaleler çıkıyordu. İsmail Habip Bey "Yeni Gün" de "Unutulan Dâhi" isimli bir makale yazmış, Akagündüz de "Hakimiyeti Milliye" de Büyük Şairin ıstırabından üzüntü ile bahsetmişti.
Son Osmanlı hükümdarının memleket dışına çıkmasından sonra Büyük Millet Meclisinin intihabiyle Hilafet makamına getirilen Abdülmecit Efendi Ankara'ya müracaatla Abdülhak Hâmit Bey'in kendisine baş kâtip olarak verilmesini istemiş, fakat Ankara'dan gelen bir tâyinde bu yere Haristan ve Gülistan muharriri Ahmet Hikmet Bey'in tâyin edildiği öğrenilmişti.
Abdülhak Hâmit bu sıralarda memlekete dönmüş ve bir müddet Dolmabahçede, Halifenin misafiri olarak kalmıştı. Bir müddet "Hıdematı Vataniye" tertibinden maaş alan Abdülhak Hâmit 1927'de İstanbul milletvekili olarak Büyük Millet Meclisi'ne girmişti.
Artık Büyük Şair sık sık Atatürk'ün sofrasında bulunmak hazzını tadıyor, aralarında hoş sohbetler oluyordu.
Siyasetin, askerliğin büyük dehâsiyle edebiyatın dehâsı arasındaki bu sohbetler sırasında bazan elektrikli bulutların birbirine çarpışları gibi, gelip geçici şimşek parıltılarının görüldüğü de olurdu.
Abdülhak Hâmit zaman zaman bu şimşekli, yıldırımlı anlarına rağmen Atatürk'ün meclislerinden hoşlanır, "Millet Meclisinin tenkidsiz celselerinde bulunmaktansa, Atatürk'ün her şey konuşulan sofralarını tercih ederim" derdi.
Atatürk kendi devrini süsleyen, zenginleştiren Büyük Sanatkâra "Beyefendi" diye hitabeder, yaşayışıyla alâkadar olurdu. Hatta Ankara'da ikâmetinin fazla masraflı olduğunu, Dahiliye Vekili kendisine söylediği vakit, çiftlikte küçük bir köşkün Hâmit Bey'e tahsisini istemiş, fakat yerin uzaklığı, köşkün ıslahı meselesi bu arzuyu tahakkuk ettirememişti.
Abdülhak Hâmit, son zamanlarına kadar Atatürk'ün dâvetlerine icabetten büyük bir zevk alıyordu. İsmail Habip Bey bir hâtırasını şöyle naklediyor:
".. .Ondaki hayat aşkına da bakınız: Birinci Dil Kurultayına giderken Dolmabahçe Sarayının kapısında tesadüfen buluştuk. Koltuğuna girdim. O yürümüyor, ben götürüyor gibiydim. Avluyu dönerken manzaramızı, o zaman Dil Kurultayının reisi bulunan General Kâzım Özalp karşıdan gelirken gördü. Nazikane bir tavırla elini Hamide uzatarak:
- Neye zahmet ediyorsunuz, dedi, ve beni göstererek "bunları yetiştirdiniz, artık istirahat sizin hakkınız ve zahmet bunların vazifesidir." Hâmit hem teşekkür ediyor, hem de Atatürk'ü telmih ederek;
- Büyük Adamın davetine bacaklarım tuttukça koşmak benim de vazifemdir, diyordu.
Abdülhak Hamid'in ölümü, Atatürk'ü müteessir etmişti. Resmi bir cenaze merasimi yapılmasını istedi. Yaverlerini kendisini temsilen merasime gönderdi. İsmail Müştak Mayakon diyor ki:
" .. âlim ve fâzıl önderimiz civanmert ve alicenap bir alaka ile onun ölümünü de tevkir etti. Ve her faziletli işte olduğu gibi edeb ve irfana hürmet hususunda da millete rehber oldu. Hâmid'in o kadar aşkla sevdiği ve o kadar heyecanla terennüm ettiği Türk vatanını kurtaran el, onun her defasında sonsuz bir bahtiyarlık duyarak öptüğü büyük el, nankör muhitlerce can veren cazimi eslâfın akıbetinden Hamid'i de kurtarmıştı.
Nisyan çölünde ölen Şinasi'ye, hüsran içinde toprağa giren Namık Kemal'e nispetle Hâmit son kafilei edebin bu son yolcusu muhakkak ki bahtiyar öldü. Şinasi'nin hatırası gibi mezarı da meçhuldü. Namık Kemal millete ümit ettiği feyzi görmeden, seng i kabrinin mahzun satırlarını kendi eliyle yazarak bu dünyadan çekildi. Hâmit ise vatanın hem halâsını, hem de halâskârını görerek ve terennüm ederek gözlerini kapadı ... "
HALUK Y. ŞEHSUVAROĞLU
Taha Toros Arşivi, 001580732010

ŞİİRLERİ