Son günlerde Cehennem'de Bir Mevsim'i sahnelemeye kalkışan birtakım
oyuncular çıktı ortaya. Söylenenlere bakılırsa, Rimbaud'nun cehennemini
gözlerimizin önüne sermek için hiçbir şey esirgenmiyormuş: Ne şeytanlar, ne
ateşler, ne kızgın şişler, ne de ızgaralar... Öyle ki bu, ancak XX. yüzyılda geçerli
olan basit dil anlayışıyla, dar açıdan ele alınan sözcüklerin sıkıcılığıyla, imge ve
söyleme ilişkin bilgisizlikle ölçülebilir.
Adı geçen cehennem için yapılanlar Eluard'ın Siyasal Şiirleri için de yapılırsa,
kitap nasıl okunacaktır?
Bilindiği gibi, eser iki bölümden oluşuyor: Biri, tam anlamıyla cehennemde bir
mevsimdir, öbürü ise bunun olumsuzlanmasıdır; ama burada ne masalsı opera
vardır, ne de Rimbaud'nun sözünü ettiği o "mutlulukla ölümü dişleme". Acaba
karşıtlık ve bağlılık aynı zamanda görülecek midir? Bir insanın yüceliği ve acısı
okurun karşısına hangi kılıkla çıkarılacaktır?
Mademki cehennem var, öyleyse bizim cehennemimiz yeryüzündedir.
CEHENNEM
Bir insanın ufkundan herkesin ufkuna... Bu insanın ufkunu onulmaz bir mutsuzluk
kaplayıp da içinde ölü karısının (1) hayalinden başka bir şey kalmayınca, perde onun
üzerine açılır (tiyatro- daymış gibi, utanarak). Bu iki mevsim -Rimbaud ile Eluard'ın
mevsimleri— arasında o korkunç insancıl ayrım vardır. Düzyazıyla karışık bu
şiirlerde yapıca bazı benzerlikler bulunursa, burada Rimbaud'nun Söz Simyası
("Veda Ettim Dünyaya Türkülerle") anılmalıdır. Cehennemlerin her biri öbüründen,
doğa ötesi cehennem bu gerçek cehennemden çok ayrıdır. Nitekim, gerçek
cehennemde kahırlı koca yoktur, bir yudumluk zehir ile bir aziz Şeytan ve öte
dünyanın ateşi yoktur. Yalnızca yaşamın, sevgiliden geride kalmanın 'cehennem
azabı' vardır.
Evet, cehennemin birinden öbürüne çok yol var. Ama Söz Simyasının yardımıyla
Eluard'ın geçtiği yer burası değil. Bu onun için artık eski bir hikâye. Ya genç
Rimbaud... Fakat dram burada başladığında, Eluard çoktandır güzelliği selamlamayı
bilmektedir. O, öteki gibi, çılgınlıklarından birinin hikâyesini anlatmaz bize, dertli
biri gibi yalın konuşur. Çılgınlık-dil yetisini, her türlü anlatım yolunu zorlayan bu
çılgınlık— onu da kendisi için değil, başkaları için konuşturur. Çılgınlığın yansısı,
gölgesi olan ve Rimbaud'nun gölgesiyle ezilen bu yüzyıl onu çok önce tanıyıp yaşadı.
Eluard da onun içinden geçti: Otuz yıl önce, neredeyse çocuk sayılacak yaşta Ödev
ve Tasayı, Barış Şiirleri'ni yazarak Rimbaud'nun o 'ünlü' bir yudumluk zehir ini içti, karanlıklar ayartmasına kapılarak çağının
okulundan kaçtı. Sonunda "Guernica"nın, "Özgürlük"ün, "Karartma"nın şairi olarak
ortaya çıktı. Çünkü onun cehennemi orası değildi.
Cehennem daha sonrası için ayrılmıştı ona. Sahneye konmayacak türde bir
cehennemdi bu: Tek şeytan acıydı orada, işkencelerle taşkınlıklar aynı sapma
içinde birbirine karışmıştı. Bir adam tam anlamıyla burada yitiyor, yitmeye
gidiyordu... Zorlu, yaman bir mevsimdi bu, bizler de güçsüzlüğümüzü duya duya bu
büyük batışı gözlüyorduk. Bir daha oraya dönmek istemiyorum. Ayrıca, şairin
içinden gelenlere de bir şey ekleyemem:
Bırakın bir düşüneyim yaşamama yardım edeni
ORPHEUS
Yazık, orada bırakacağım dostumu, adını andıkça içim yanıyor, sanki
yazdıklarımı okuyamayacakmış gibi. Bundan ötürü, ben de ünlü Orpheus'tan (2) söz
açacağım burada. Biliyorsunuz. Orpheus cehenneme inmiş ve oradan tek başına
çıkmıştı. Ardında, cehennemin kıyısına bağlı o ölü kadının, eşi Eurydike'nin silinen
görüntüsü kalmıştı uzakta.
Halkın, herkesin göğüne kavuşan Orpheus üstüne ne biliyoruz? Ripha dağlarını
aştığını, Tanais ırmağının karlarını geçtiğini. Türküleri bize ulaşmadı hiç,
tasarlayabildiğim kadarıyla cehennemin havasını korumuşlardır. Belki de bir
masalsı operanın yiğitlik havasını yansıtan Glück un (3) inleyişidir bu. Gerçi Orpheus karların yağdığı ya
da Mainad'ların (4) yakıcı ışıklarını açtığı gökyüzüne kavuşmuştu, ama insanları
bulamamıştı. Üstelik, gökle cehennemin insanlar için tek bir bütün olduğunu da
anlayamamıştı: Bu bütünün adı Yeryüzü'dür.
Eluard'ın büyüklüğünün de burada olduğu bir gün anlaşılacak. Ne Rimbaud, ne
Orpheus. Yeryüzünü onda yeniden bulan bir insan şöyle diyecek:
Bırakın bir düşüneyim yaşamama yardım edeni
Umut veriyorum bezgin insanlara
İşte orada sevginin gürbüz sevinçleri
Onun yaşamasına yardım eden şey, başkalarının yaşamasına yardım etmektir.
Orpheus bunu düşünmemişti. Yazık ki masalsı opera da düşünmedi.
CENNETLE CEHENNEMİN BİRLEŞMESİ
William Blake'in şiirinin bu başlığını düşünüyorum. Sonra da cehennemi belirten
imgesini. Romantik bir cehennem resmediyor Blake: Kendi gizli gökyüzünün
görüntülerine göre değil, bir gerçek metallurji fırınına göre. Galler ülkesinden
gelmiş, arıtma fırını önünde duran işçileriyle.
"Bir insanın ufkundan herkesin ufkuna", öncelikle bu, "bir insanın
cehenneminden ortak cehenneme" demektir.
Kan rengi çalılar var İspanya'da
Yunan göğü renginde çalılar var
Ekmek kan gökyüzü ve umut hakkı
Kötülükten tiksinen bütün iyi insanlar için
İstense de istenmese de bir şey değişmez. Orpheus'a karşı Mainad'lar haklı
çıkar sonuçta. Bunu bilseydi, kalkıp kendini sokak fenerine asar mıydı Nerval? Genç
Rimbaud ancak Harrar'ı buldu ve o bozgunu, o kaçışı. Hiçbiri cennetle cehennemi
birleştiremediler. Benzer ya da karşıt kendi cennet ve cehennemlerini tüm
insanların cennet-cehenneminde tanıyamadılar. Kaçışı, yenilgiyi, ölümü
seçtiklerinde acaba yaşamın bir çeşit kavga olduğunu biliyorlar mıydı? Yaşamın
karşıtların birliği olduğunu ve bunun ölümle çözülüp sona erdiğini biliyorlar mıydı?
Gerçekte insanlar da birbirinden ayrılmaksızın var olan bu iki şeyi —cennetle
cehennemi— yalnızca ölümle düşünürler. Oysa, cennetle cehennemin birleşmesi
yaşamdır, melekle şeytanın savaşımı olan yaşam. İnsan da yaşam demektir.
İşte burada Eluard ortaya çıkar yeniden. Onunla getirdiği örnekle bazı şeylere
son verilir. Belirli bir şair görüşü asılır tarihin vestiyerine. Eski çelişkinin aşılmasını
artık hiçbir şey önleyemeyecektir: Düş ile eylem, cennet ile cehennem, salt şiir ile
siyaset arasındaki çelişki sona erecektir. Çünkü cennetle cehennemin birleşmesi
yeni bir ad taşıyacaktır: Politika. Orpheus'un Mainad'lara söyleyemediği Grekçe
sözcük, geçmişin şairlerinin dudaklarında ölen sövgü, birimizin ve hepimizin
dramının ortak çözüm yolu, bir insanın ve bütün dünyanın ufku, çelişkiyi çözen
üçüncü terim, savaşımın büyük yasası, yaşamın ilkesi, Herakleitos ateşi...
ELUARD'IN TOPLUMSAL, SİYASAL ŞİİRLERİ
İnsanların yaşamındaki cehennemi tanıyan şair, kendi cehenneminin de ondan
soyutlanamayacağını öğrenmiştir. Bilmektedir ki, mutlulukla ölümü dişleme bir
yalandır; cehennemden hoşlanma bir acı alaydır; mutluluk arayışı zorunlu olarak bir
insanı tüm insanlarla karıştırır; kendi acısının üstüne basarak insanları yolundan
saptıran büyük çığlıklar atmak suçtur. Artık masalsı operanın sonu gelmiştir.
Yaşam, masalın foyasını ortaya çıkarmıştır. Ağaç dersem bu bir ağaçtır, ekmek
dersem ekmektir; kurultay ya da sokak ya da Varşova dersem... Evet, en yalın
sözcükler bile şimdi müziktir, masalsı opera ölen bir çocuk için susmaktadır. Bugün
tartışma konusu olan dil değil, şiirin kendisidir. Yasaklamalar, sınırlamalar
kalkmıştır: Bütün sözcükler şiirseldir, yeter ki onlar yaşamın sözcükleri olsunlar.
Çünkü şiir pratik gerçekliği amaçlamak zorundadır.
Cennetle cehennemin evlenip birleşmesi, aynı zamanda, gerçeklikle güzelliğin de
içten, sımsıkı kaynaşması demektir. Eluard'ın toplumsal şiirleri işte böyle bir
birleşmenin ürünüdür. Şair artık kendini insanlardan ayırmıyor, "Şimdi gerçeği
selamlamayı biliyorum" diyor...
Hadi, sahneye koyun bunu, gücünüz yetiyorsa! Şiirde olduğu gibi düzyazıda da
'umut' diye geçen mutluluğa inancı sahneleyin bakalım! İnsanın sonsuz yetkinleşme
gücüne inanmaktan başka din, dünyayı değiştirme olanağını sağlayandan başka
felsefe ve cehennemin dibinde bile kamu cennetinden, insan mutluluğundan başka
ufuk tanımayanlara özgü bir duygudur bu.
Eluard'ın siyasal şiirlerinin amacı pratik gerçekliktir. Bu şiirler Fransa'da
1948'de Charles Baudelaire'den hemen hemen yüz yıl sonra yayımlandı. Baudelaire
o sıra şunları yazıyordu:
"Öyleyse dağılın artık Rene'nin, Obermann'ın, Werther'in aldatıcı gölgeleri,
boşluğun sisleri içine kaçın. Aylaklığın ve yalnızlığın korkunç yaratıkları,
Genezareth gölündeki domuz yavruları gibi büyülü ormanlara dalın. Ancak düşman
perilerle romantik, delibaş koyunlar sizi oradan çekip çıkarsın. Eylem cini artık
aramızda yer vermiyor size... Ne yüce bir yazgıdır şiirin alınyazısı! Sevinçle de
üzünçle de olsa, şiir hep o tanrısal ve düşsel niteliği taşır bağrında. Durmaksızın,
yok oluncaya kadar olgunun tersini söyler. Zindanda başkaldırıya dönüşür; hastane
penceresinde yakıcı iyileşme umudu olur; pis ve yıkık tavan arasında incelik ve
bolluk perisi gibi süslenir; ama göstermekle kalmaz, onarır da. Her yerde günaha
boş verir. Onun için, ey tanrısal şair, şarkı söyleyerek geleceğe git! Halkın
umutlarının ve görüşlerinin yankısı olsun şarkıların." (5)
Bir zamanlar Pierre Dupont'un (6) çok sözü edilirdi. Şimdiyse Paul Eluard'ın.
Üstelik, yüz yıl içinde dünya öylesine değişti ki, şiir artık olguya karşı çıkmayla
yetinmiyor, ona yardım da ediyor. Çünkü bizler de tanrısal ütopya çağından
insanları etkileme çağına geçtik.
(Çeviren: Asım Bezirci)