ENİS BEHİÇ KORYÜREK’İN ESERLERİNDE
MACARLAR VE MACARİSTAN

(.....)

A. Hariciye Mensubu Olarak Enis Behiç

Enis Behiç’in Macarlar ve Macaristan ile münasebeti yukarıda belirtildiği üzere 1916 yılında Budapeşte konsolos katipliği görevine atanması ile başlar (Tevetoğlu, 1985: 46). Bilindiği gibi Osmanlı Devleti, bu sırada I. Dünya Savaşı’nda Almanya ile Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun olduğu bloğun içindedir. Bu bağlamda müttefikimiz olan Macarlar ile Türkler arasında siyasi, sosyal, kültürel anlamda yakın bir ilişki söz konusudur. Bu noktada, dostane ilişkilerin zemininde söz konusu savaşın başlamasından iki yıl önce, 1912 yılında, Budapeşte Başkonsolosluğuna atanan Ahmet Hikmet ( Müftüoğlu) Bey’in çabalarını özellikle belirtmek gerekir. Zira, Ahmet Hikmet Bey, orada bulunduğu sırada çeşitli konferanslar vermek suretiyle Türklerin tanınması için büyük çaba gösterir. Macar basını da ona ve çalışmalarına yer verir. Mesela, “İtilaf Devletlerinin Çanakkale Boğazı’nı 18 Mart 1915’te geçme girişimlerinden önce Endre Béla’nın 2 Mart 1915 tarihli Pesti Naplo gazetesinde Budapeşte Başkonsolosu Ahmet Bey’le yaptığı röportaj, bu yıllarda müttefik Türklere duyulan ilginin boyutuna güzel bir örnektir” (Çolak, 2009: 25-26).

Bu sırada Enis Behiç de millî duyarlılık sahibi bir şair olarak bir grup şair ve yazarla birlikte Temmuz 1915’te Çanakkale Cephesi’ni ziyaret eder. Dönüşte buradaki gözlemlerinden hareketle duygu ve düşüncelerini iki adet şiirin mısralarında ebedîleştirir. Bunlardan “Çanakkale Şehitliğinde” isimli 11 dörtlükte oluşan şiirinin bir dörtlüğünde şair, Çanakkale şehitlerine şöyle seslenir:

Sizler ki: Bilinmez isimleriniz,
Bu taşsız mezarlar değil yeriniz.
“Türklüğün Tarihi” türbeniz sizin;
Kandili “hilâl”dir bu türbenizin.
( Enis Behiç, 1331)

İşte, Çanakkale Muharebeleri’nin bütün şiddeti ile devam ettiği günlerde Enis Behiç Türkiye’de, Ahmet Hikmet ise Macaristan’da bulunmaktadır; ancak kalpleri Çanakkale için çarpan bu iki edebiyatçı güzel bir tesadüfle bir yıl sonra 1916’da Budapeşte’de buluşacaktır.

Enis Behiç, Temmuz 1915’te Çanakkale Cephesi’ne yapılan ziyaretten sonra Eylül 1915’te önce Bükreş Konsolosluğu Katipliğine atanır. Yaklaşık bir yıl sonra da Haziran 1916’da Budapeşte konsolos katipliğine getirilir ( Tevetoğlu, 1985: 46). Onu orada Ahmet Hikmet Bey büyük bir ilgiyle karşılar. Fethi Tevetoğlu, bu sıcak ilgiyi şöyle anlatır: “Bu eski Türk şehrinde buluşan “Usta ve Çırak” büyük bir sevinç duymuşlardı. Sefarethanenin dar bir bürosu, kançilaryası vardı. Ahmet Hikmet Bey, konsolosluk kâtipleri Nâdir (Nandor) ve Cevad Beylerin son derece şişman ve göbekli oluşlarından, yer darlığı bakımından şikayetçiydi. Yeni gelen genç, hem tanınmış bir şair, hem de Ahmet Hikmet Bey’in kendisi gibi ince, zarif yapılı idi. Tıpkı kendisi gibi çok şık giyinmeye meraklı; güzel keman çalan, sanat yetenekleri ile de çevrede büyük bir sevgi yaratacak müstesna yaradılışta idi. Ahmet Hikmet Bey, her bakımdan sevinç ve muhabbetle Enis Behiç’i bağrına bastı” (Tevetoğlu, 1985: 46).

Tevetoğlu’nun verdiği malumata bakılırsa Enis Behiç’in Budapeşte yıllarının başlangıcında özel hayatında ve resmî işlerinde pek de düzenli ve titiz olduğu söylenemez. Çünkü, mesela maaşını, “şık ve pahalı giyim eşyalarına, cana yakın Macar güzellerine götürdüğü çiçeklere ve aldığı hediyelere harcayınca” ayın üçüncü günü parası biter. Bunun üzerine üstadı Ahmet Hikmet’ten borç para ister. Yazıları günlerce ihmal eder; postanın yollanacağı gün acele olarak yetiştirir”. Fakat bütün bunlar Ahmet Hikmet’i üzse de aralarındaki samimi dostluğa zarar vermez (Tevetoğlu, 1985: 47).

Bu durum onların çeşitli faaliyetlerine de yansır ve Enis Behiç’in Ahmet Hikmet ile Budapeşte’deki çalışmaları oldukça verimli olur. Bu bağlamda, “Türk –Macar kardeşliğinin kökleşmesinde, Türk-Macar kültür ve sanat ilişkilerinin gelişmesinde, Gülbaba Türbesi’nin Macaristan’da bir Türk Mâbedi ve müzesi halinde ihya edilmesinde Enis Behiç’in büyük hizmetleri olmuştur” (Tevetoğlu, 1985: 49). Enis Behiç, “bazı kayıtlara göre yedi yıl, tayin ve dönüş tarihlerine göre [de] beş yıl kaldığı Peşte’de”ki görevinden ayrılarak 1919 Kasım’ında yurda dönmüştür (Tevetoğlu, 1985: 50).

B. Gabrielle Guillemet (Gabi) ile Evlilik ve Macaristan’da Kalan Oğul

Enis Behiç Budapeşte’ye gittiği sırada yirmi beş yaşındadır. Tevetoğlu’nun ifadesiyle “genç, yakışıklı ve çapkın şair” biraz da Ahmet Hikmet’in himayesine kavuşunca Budapeşte’de yazdığı kimi şiirlerinde dile getirdiği duyguları bir bakıma yaşamaktan geri kalmaz ( Tevetoğlu, 1985: 47). İşte bu sırada ( 19171918) Enis Behiç, gönlünü Gabrielle Guillemet (Gabi) adlı Fransız uyruklu bir kıza kaptırır ve onunla 2 Ekim 1919 yılında evlenir (Çolak, 2009: 33-34). Bu evlilikten Hasan isimli bir çocuğu olur.

1919 yılının Türk milletinin tarihinde olduğu gibi Enis Behiç’in hayatında da önemi büyüktür. Zira I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti, 1918 itibariyle yenilmiş ve akabinde topraklarının büyük bir bölümü İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir. Buna karşı 1919 yılında Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Anadolu’yu işgal eden devletlere karşı millî bir mücadele başlamıştır. Başta şair Mehmet Akif olmak üzere dönemin önde gelen şair ve yazarları bu mücadeleye büyük destek olurlar. “Ahmet Hikmet [de] savaş yıllarında Anadolu’ya geçmiş”tir (Tevetoğlu, 1985: 116).

İşte bu gelişmeler üzerine Enis Behiç de Türkiye’ye dönmek ve Anadolu’daki Milli Mücadele’nin yanında yer almak ister. Ancak Türkiye’ye dönecek parası yoktur. Fethi Tevetoğlu, bu dönüşün pek de kolay olmadığını, Macar Başvekilinin yardımları ile olduğunu şöyle anlatır:

“… Yurda dönecek parası yoktu. Enis, kararını ve üzüntülerini doğrudan doğruya çıkıp Macar Başvekiline açtı. Başvekil çok ince bir davranışla Enis’e altı tane saf-kan at hediye etti. Enis, Macar Başvekilinin makamından çıktığı zaman, kapının önünde atları satın almak isteyen kimseler kendisini bekliyorlardı. Enis’in istediği ücretle atları satın aldılar. İşte Enis, o altı atın parasıyla Anadolu’ya geçip Milli Hükümetin yanında yer aldı” (Tevetoğlu, 1985: 117). Dolayısıyla, 1919 yılı Enis Behiç’in hayatında bir dönüm noktası olur.

Bazı kaynaklarda Enis Behiç’in 1919 Kasım’ında yurda dönerken yanında Gabi’nin de olduğunu ifade etmektedir (Tevetoğlu, 1985: 50). Bazıları da Enis Behiç’in yurda dönüşünün 1922 olduğunu belirtmektedir. Melek Çolak’ın tespitlerine göre Enis Behiç, 1919-1922 yılları arasında yanında eşi Gabi de olduğu üzere bazı görevlerle, geçici olarak İstanbul’da/Anadolu’da bulunmuş; ancak 1922 yılında Türkiye’ye kesin dönüş yapmıştır. Bu sırada eşler arasında bazı anlaşmazlıklar baş gösterir. Zira, özellikle Türkçü, Turancı düşünceleri güçlü olan Enis Behiç ile Fransız kültürüyle yetişmiş olan Gabrielle’in anlaşması zorlaşır. Bencil biri olarak ifade edilen Gabi’nin yakışıklı eşi Enis’in peşine dedektif bile taktığı düşünülecek olursa aradaki güvenin ciddi anlamda zedelendiği söylenebilir. Kültürel farklılık, hayata farklı bakış, gençlik ve hayat tecrübesi eksikliği bu evliliği giderek çıkmaza sürükler. Bir süre sonra Gabi boşanma davası açar. Enis Behiç de boşanmak istemektedir. Bu sırada Gabi, iki ay on günlük hamiledir. Dava İstanbul’da Mahmut Paşa Şer’iye Mahkemesi’nde görülür. Dava sonucunda çift 14 Eylül 1922’de boşanır. Gabi, doğacak çocuğu altı yaşına gelince babasının velayetine bırakacağına dair bir belge imzalar. Böylece, Gabi ile Enis Behiç’in üç yıl süren aşkı son bulur.

Gabi, Macaristan’a döndükten bir süre sonra, 16 Nisan 1923’te çocuk dünyaya gelir. Çocuğa isim olarak Enis Behiç’in istediği Hasan Argon adı verilir. Fakat annesi onu 7 Eylül 1923’te bir Katolik Kilisesi’nde “Rogerius” adıyla vaftiz ettirir ve oğluna daima bu adla hitap eder. Bununla beraber Hasan Argon Türk vatandaşı olduğu için bazı belgelerde Müslüman olarak da tanımlanır (Çolak, 2009: 36-42). Enis Behiç, boşandıktan iki yıl sonra 27 Şubat 1924’te Fahri Paşa’nın kızı Müfide Hanım ile evlenir. Ancak bu evlilikten çocukları olmaz (Çolak, 2009: 42). Dolayısıyla Enis Behiç’in kendi ifadesiyle “tek erkek varisi” Hasan Argon’dur(Çolak, 2009: 46).

C. Enis Behiç ile Oğlu Hasan Argon Mektuplaşması

Enis Behiç ilerleyen yıllarda eşi ve oğlu ile irtibatını koparmaz ve onlarla mektuplaşmaya çalışır. Zira son yıllarda yapılan bir araştırmadan öğrendiğimize göre Enis Behiç ile oğlu Hasan 1929’dan 1943’e kadar mektuplaşmışlardır. Hasan’a yazılan eldeki mektupların sayısı 27 adettir. Hasan Argon okuma yazmayı öğrenmeye başlayınca kendi el yazısıyla babasına bir kartpostal gönderir (Çolak, 2009: 47). Aslında Gabi, baba ile oğul arasındaki iletişime pek sıcak bakmaz. Hatta zaman zaman Enis Behiç’i kötüler. Fakat para meselesi yüzünden arada bir oğlunun babasına mektup yazmasına izin verir (Çolak, 2009: 51-52). Enis Behiç’in Hasan’a yazdığı ilk mektup 7 Nisan 1929 tarihli olup söz konusu kartpostala cevap mahiyetindedir. Oldukça duygulu olan mektup şöyledir:

“Çok sevgili oğlum, göz bebeğim Hasan’ım

Yeni yılda kendi el yazınla yazdığın kartpostalını aldığım zaman ne kadar mutlu oldum! Sana hemen cevap yazamamıştım. Zira işlerim yolunda gitmiyordu. Ve senin çeşitli ihtiyaçlarını karşılayacak bir şeyler gönderemeyecektim. Fakat bu kez bir hafta sonra doğum gününü kutlayacağın için ilk mektubumu yazıyorum. Güzel el yazın için kutlarım seni oğlum. Ve çok çok büyümeni ve gerçekten mutlu olmanı diliyorum. Babanın dilini henüz bilmediğin için sana en derin ve içten sevgimi, dileklerimi ve öpücüklerimi annenin diliyle gönderiyorum…” (Çolak, 2009: 47).

Enis Behiç bu mektubun yazıldığı 1929 yılında altı yaşındaki oğlunu Budapeşte’de bir kez görme imkanı bulur. Şu satırlar da Enis Behiç’in farklı tarihlerde yazdığı mektuplardan. Adeta kor yürek olmuş bir babanın duygularının dile gelmiş hali gibi:

“Senden o kadar uzak olan ve seni sadece rüyalarında öpen, kucaklayan babanı da seviyorsun değil mi Hasan’ım. Beni seviyorsun değil mi?” (Çolak, 2009: 48).

“Senden derslerine çalışan küçük, yakışıklı, iyi yürekli, annesinin sözünü dinleyen ve seven, başkalarına elinden geldiğince yardım eden, arkadaşlarıyla iyi geçinen ve de babasını seven çocuktan başka bir şey olmanı istemiyorum. Seni uzaktan da olsa çok seven baban için, her akşam güzel dualar ediyorsun değil mi?...” (Çolak, 2009: 53)

“Belki de kışa doğru Macaristan’a seni binlerce kez öpmek için gelirim. Orada sana güzel oyuncaklar, güzel kıyafetler ve de şekerler alırım. Ve daha sonra işlerim için tekrar Ankara’ya dönerim. Oğlum, bu yolculuğu yapabilmem için Tanrı’ya dua et. Her ne olursa olsun beni göreceksin ve seni yakında öpüp kucaklayacağım ve çok çok öpeceğim… Önceden olmasa bile daha sonra gerçekleşebilecek. Beni bekle, benim küçük Hasan’ım, baban seni öpmek için bir gün mutlaka gelecek…” (Çolak, 2009: 47).

Türkiye’de soyadı kanunu çıkınca 1934’ten itibaren Hasan da Koryürek soyadını kullanmak durumunda kalır. Enis Behiç ile oğlu arasındaki mektuplaşma arada kesintili yıllar (1930-1939) olsa da uzun süre devam eder. Ancak mektuplaşma 1943 yılında kesilir. Bu sırada Enis Behiç’in oğluna gönderdiği para da geri gönderilir. Bu durum oğlu ile irtibatın da kopmasına sebep olur. Aile arşivinde bulunan mektuplara göre Enis Behiç’ten Hasan Argon’a gönderilen son mektup 6 Ocak 1943 tarihlidir.

Enis Behiç, çok istemesine ve çabalamasına rağmen oğlunu ikinci kez göremeden 18 Ekim 1949 yılında vefat eder. Oğlu Hasan ise bir gazeteci ve yazar olarak oldukça hareketli bir hayat sürer ve 1978’de geride dört çocuğu olduğu halde intihar ederek hayatına son verir. Bu arada 1960’lı yıllarda Hasan Argon’un Türkiye’deki akrabaları ile iletişim kurması, onlarla mektuplaşması sonraları Türk edebiyatından bazı eserleri Macarcaya çevirmesi dikkati çekmektedir (Çolak, 2009: 53-141).

ÇOLAK, Melek. (2009). Enis Behiç Koryürek’ten Budapeşte’ye Mektuplar, Akçağ Yayınları: Ankara.
KORYÜREK, Enis Behiç. “Çanakkale Şehitliğinde”, Türk Yurdu, Yıl: 5, C.9., Sayı: 1, 10 Eylül 1331.
TEVETOĞLU, Fethi. ( 1985). Enis Behiç Koryürek Hayatı ve Eserleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: Ankara.

ÖMER ÇAKIR
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Yıl 7, Sayı 2, Aralık 2014, S. 176 - 180

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI