EYLÜL ÇALGICISI

Daha 22 yaşında ilk kitabını yayınlamadan önce ülkenin en önde gelen sanat dergilerinde çıkıyordu şiirleri. Onu geleceğin önemli bir şairi olarak gören yazın adamları ve okurlar hiç de haksız değildiler. Gerek Yaşar Nabi'nın Varlık'ında gerekse usta seçicilerin yönetimindeki Türk Dili'nde pek de kolay değildi, bıyıkları yeni terlemiş bir delikanlının beğeni bulması, şiirlerinin basılması.

Yaşın gereği sevi şiirleri ağırlıklı olan ilk kitabında (GÜNEŞ TOZLARI) doğa ve insan sevgisini dile getirdiği dizeleri yer alıyordu Bir de ayrı sayfa numarası verilmiş, dört tane halk tarzı şiirin bulunduğu eki vardı yapıtın. Bu şiirleri daha sonra halk şiirlerinin tümünü topladığı KEREM GİBİ'ye aldı.

Genç yaşında, o zamanlar pek çok ocağı söndüren bir sayrılığa yakalanmış olması ise şiirinde belli bir ağırlığı olan karamsarlığın ana etkenidir diyebiliriz.

Ezgilendirilmiş olan ve çok bilinen şu dizeleri gibi sevi üstüne söyledikleri sevildi, dilden dile dolaşır oldu.

Yağmur üstüme üstüme
Varsın yağsın küçük hanım
Ben yağmurdan yaştan değil
Aşkından sırılsıklamım

Doğa sevgisi ozan dilinde bir başka olur. Aslında sanatçı o başkayı, öbür başkayı, herkesin göremediği başkaları görüp ürününe yansıtan kişi değil midir?

Bahar dallarda tünemiş
Dallar çiçeğe duranda
Altın iğnelere dönmüş
Başaklar güneş vuranda

Yabanlığı giymiş doğa
Umut yüklenmiş ağaçlar
Yeşille kucak kucağa

Bir kız, bir adam, çocuklar ve onları izleyen ozanın gönül gözü. Öbür insanların kim bilir nerelerde olduğunu sandığı mutluluğu o çoktan buluvermiştir minik ellerde

Bir sevda türküsü söylüyor bu kız
Bu adam ekmek taşıyor evine
Mutluluk sıcacık duyuyorum
Küçük çocukların ellerinde

EKUANİL ÇİÇEKLERİ kitabının basıldığı 1964'lerde, giderek bir başka derinlik kazanmıştır Alkan'ın şiiri. O artık toplum birey ilişkisiyle topluma ve insana bakışında, mitolojiden, felsefeden, Uzakdoğu dinleri ve göksel dinlerden özümsenmiş edinimin ortak hamurundan mayalanmış bir şiirin peşindedir.

Bilinmez nasıl kalma orta çağlardan
Yakasında eski bir gül Ofelya
Adı dilimizde kaç yıl Ofelya
Düşündükçe yalnızlığı ansıtan

Biz dağ çiçeklerine adadık
Seviyi ışığı ve yalnızlığı
Söyler gümüş ayaklı Tetis
İyon kıyılarında şarkımızı.

Büyük uran devrimiyle mekanikleşen toplumda, bireyin makinenın parçası durumuna dönüşmesi ve giderek ezilmesi, niteliklerini yitirerek özüne yabancılaşması onu Equanil ve benzeri sinir ilaçlarına yöneltmektedir. Bu ilaçları kullanarak bir anlığına kendi gerçeğinden uzaklaşmayı, "teskin" olmayı yeğlemektedir kişi. Adını ilaçtan alan yapıtta uran çağı insanının nabzını tutmakta, soluk alıp verişini yansıtmaktadır ozan. Çünkü kendisi de bu çağın insanıdır ve benzeri tinsel durumları yaşamaktadır. Böyle bir tinsel konumdaki kişinin, örneğin bir kadının dalgınlığı ne cinsellikten ne evrensel sorunlardan ne de çevresinden kaynaklanır. O çalışan bır kadındır ve benliğinden uzaklaşmaya başlamasının sonucudur dalgınlığı.

Beatrice'ler, Leylâ'lar, Zeliha'lar
Eğilin eski çağ balkonlarından
Nasıl dalgın karanfilsiz kadınlar
Dolmuşlarda şapkasını unutan
Parmakları daktiloya ayarlı.

Ekuanil Çiçekleri'ni okuyan kimileri, Erdoğan'ı ikinci yeni akımında bir yerlere oturtmaya çabaladı. Gerçi bu şiirin önden gelen adlarıyla iyi arkadaştı. Hatta Mehmed Kemal, bir Cemal Süreya'yı anma toplantısında şairle ilgili en sağlıklı değerlendirmeyi Erdoğan'ın yaptığını yazmıştı. Ama o hiçbir akıma katılmadan özgün çizgisini sürdürüyordu. Ekuanil Çiçekleri, kapak düzeninde şair ressam Turgay Gönenç'in bir çalışmasıyla sunuluyordu.

Bu benim işbölümlü elim, ayağım
Kaç uygarlık çağı uzak benden
Sürahi, çatal, kaşık konduğu gibi
Bir sinek kaskatı olmuş havada
Sigara dumanı tek eylem

Yapıtın özünü vurgulayan yukarıdaki dizelerden sonra KEREM GİBİ'ye geçelim.

Şairimiz Samsun doğumludur ama kökü Şarkışladandır. Onun şiirinde doğup büyüdüğü kentin havası, oradaki yaşantısı, kavgalarıyla aşklarıyla acı tatlı anılarıyla varlığını sürdürür. Ama yazdığı halk şiirinde Pir Sultan'dan Ruhsati'ye, Veyselden Ali İzzet'e nicelerini yetiştiren toprağın kokusunu alırız.

"Yetiştiğim topraklarda analar beşikleri ağıtlarla ve türkülerle sallar. Ezgilerle boy atarız. Ve büyüdüğümüzde, bir gün, biz de kucağımızda, kollarımızda bebe gibi sazı sallar, yaylarız "

Böyle diyen Erdoğan, daha çok dost meclislerinde çalıp söyler ezgilendirdiği koşmalarını. Sesinin de çok elverişli olmasına karşın, pek öne çıkarmadığı bu yönünü ancak tanıyanlar bilir. Meclislerde kendi yazdıklarının dışındakileri de severek çalıp söyler. Bir gün bir başka ozanın koşmasını bıktırana değin çalıp söylettiğimi anımsıyorum.

Kerem Gibi'deki bir çok şiir halk sanatının ustalarınca ezgilendirilmiş, ünlü okuyucularca seslendirilmiştir.

Dalımıza bülbül konmaz kuş ötmez
Sallamıyor karlı dağlar el bize
Palandöken'den öteye yol gitmez
Korkarım ki mezar olur çöl bize

Ağla gönül ağla gelin oldu yar
Telli duvağını taktı da gitti
Kahrını ben çektim elin oldu yar
Yüzüme son bir kez baktı da gitti

Bir mendildir ki sallanır
Dostun elinde ayrılık
Yürüye yürüye bitmez
Gurbet yolunda ayrılık

Yukarıya ilk dörtlüklerini aldıklarım, ezgilendirilmiş şiirlerinden üç örnektir. Güzel çalıp söylemesinin yanı sıra güzel de şiir okur. Bu da ayrı bir yetenek işi.

Gençliğimizde "müdavimi" olduğumuz içkievleri vardı. Şiiri seven gazeteci ve öğretmen dostlar da bizimle birlikte buralara gelirdi. İçkievlerinden birinin sahibi olan Kurukahveci Rıza, cimrilik derecesinde tutumluydu. Hesapta kuruş sektirmez, kimseye kolay kolay çay bile ısmarlamadığı söylenirdi.

Gecenin bir saatinde şiir faslı başlardı. Erdoğan'ın şiirlerini eli şakağında dinleyen Kurukahveci'nin dalıp gittiğini görürdünüz. Ne de olsa bir Erzincan çocuğuydu ve büyük bir olasılıkla onun da mayası halkın dizeleri, ezgileriyle yuğrulmuştu.

Bir şiir, bir şiir daha arkasından bir şiir daha ister, sonra garsona "Oğlum yeğenime bir duble rakı verin" derdi. Bir duble rakı ve üstelik Kurukahveci Rıza gibiı eli sıkı birinden alışılmamış bu telif hakkı alma yöntemi, olsa olsa ancak bir şair için yadırganır olmasa gerek!

SEVGİ, ÖZLEM, UMUT

Sevgi, özlem, umut, karamsarlık iç içedir Alkan'ın şiirinde. Bir de uğruna savaşımlar verdiği, işinden, aşından olduğu hakça bölüşüm özlemi yansımıştır yazdıklarına

ALKAN der yaylalar göller ağalı
Sulak beller susuz çöller ağalı
Yoksul kanı ucuz zengin pahalı
Reşat altın lira tartar ölçeği

Nice yiğitlerle gezdim dolaştım
Nice sütü bozuklarla dalaştım
Ekmeğimi bebelerle bölüştüm
Evim bana yayla gibi yurt gibi

Broy Yayınları arasında çıkan ve 3 kez basılan Kerem Gibi'nin kapak resmi ise Fikret Otyam'a aittir.

KUŞ ORMANI, geçen zamanı, gençliğin yaşandığı Samsun'u yıllarla birlikte yöremizden ve kendimizden gidenleri ereğine ulaşılmamış bir kavganın geriye bıraktıklarını ve sonraki sonsuz sessizliği içeren duyguların oluşturduğu şiirlerden bir bütün

Konuşmak istedi konuşamadı
Dil şaşkınlaştı.. yürek yavaşlar
Söz dudağında asılı kaldı
Ağzının kıyısında baykuşlar..

Ve eylem bitti.. sessizlik başlar.

Samsun, ilk seviler ve bizi sarmalayışı bu sevilerin. Her yağmurda anımsanan o günler

Çok eski bir kıyı kentidir Samsun,
Selmin'in yüreği orda vurur
Çürük balık başları sokaklarda,
Ay ışığı yıldızlar can sıkıntısı
İnsan ummadığı anda âşık olıır

Şimdi bu şiirin yazarı ozan
Bakıp yağmurlara düşünür durur
Onyedi'de Selmin geçecek diye
Arka sokaklarda hangi Erdoğan
Öksürüğe, aksırığa tutulur.

DEVRİM TUTKUSU

İyi niyetli ama ayağı yere tam basmayan kavganın özüyle tam örtüşmeyen ülküsel bir gençlik dürtüsünden kıvılcımlanmış eylemsiz bir devrim tutkusuyla geçirilen yılların şiiri.

Ne yana sürseler atları, alaturka
Yönsüz bir koşuydu attakalan

Atları yoruldu... dokundukları
Ürkek bir kuş oldu... pırr... havalanan.

Doldurup izmaritleriyle kenti
Gittiler, sakalları kaldı armağan.

Şimdi bir bayraktır sakalları
Samsun surlarında dalgalanan.

Ayrı duyguları ayrı düşünceleri, benzemez gözlemleri şiirlerine yansıtmış ayrı ayrı akımların şairlerinin bakarsınız bir yerlerde yolları kesişiverir. Çok da aykırı olmayan ÇEVRE'nin, EVLER'in, İKİ BAŞINA YÜRÜMEK'in şairi Necatigil'le Alkan'ın buluşması daha doğaldır Bu iki ustanın buluşması ancak "odalarda" olabilirdi.

Odalarda gelir gider
Usul ivedi ayaklar.

İki odalı evimiz
Dirliğimiz, düzenimiz.

Bir odada ben ve karım
Bir odada annem, çocuklarım.

Eski ama dost eşyalar
Yoksul halimizden anlar.

1981 yılında basılan Kıyı'da 19 şiir yer almaktadır.

O karşı kıyıda
Ben bu kıyıda
Eğilmiş bakıyoruz suya.

Yukarıya ilk üçlüğünü koyduğum bu şiirden adını alıyor 1983'te çıkan kitap. Şiir şöyle sürüyor.

Yürüyorum, yürüyor
Köprü yok
Irmak derin.

O ve ben bütün gündüzler
O ve ben bütün geceler
Ellerimizde çıra

Kıyılarda ve evlerde
- Köprü yok -
Sığ sular arıyoruz.

Bu kitapta katettiği yolun ve ulaştığı noktanın göstergesi sayabileceğimiz Çöl şiiri şu dizelerle bitiyor.

Bana gözlerinle soyun
Bu büyük sonsuz düzlükte
Kuşlarsız ağaç kadar
Yalnızdır çıplak kadın

Kar, o ilginç doğa olayından etkilenmeyen ozan var mıdır? Şiirimizin en saygın ozanlarının karla ilgili şiirleri yazdıklan içinde en çok sevilenlerdendir. Şairimizinki de şöyle başlıyor ve sonlanıyor.

Düşlerimde açan çiçek mi deyim
Şarap uyutmuyor uyandırıyor
Gözlerim kocaman pencerelerde
Sıkıntı sürekli kanat vuruyor

Arnavut taşlarının döşeli olduğu caddeler asfalt kaplanmış, gürültülü homurtulu bir büyük kente dönüşmüştür Samsun.

Samsun büyüdüğüm kent
başına taş mı yağdı
Belki alın yazında
gizli kargışlar vardı

Belki Amazonların kanlı sunaklarında
Kurban ettiklerinin uğultusu bu sesler

Gece boyu dinmek bilmeyen kent gürültüsü ozanı çağlar öteye götürmekte, il toprakları içerisinde (Terme) yaşadıkları varsayılan savaşı Amazon kadınlarına ulaştırmaktadır.

Alkan'ın şiirinde baba ocağı Şarkışla'nın, doğduğu büyüdüğü Samsun'un olduğu kadar askerlik yaptığı Erzurum'un da yeri vardır. Oradan en büyük sevgilisi olan eşine şunları yazar:

Namlunun ucunda arpacık nemli
Gecenin kimbilir kaçıncı saati

Sen yoksun şimdi odamda kalan
Bir fotoğraf ve postallarımın bağı

düzeninin değişmesi için yazdıklarında bile sanat kaygısından ödün vermediği görülür şairin. Çünkü sanat önde gelir Erdoğan'a göre. Didaktikle yetinmek gerçek ozanın işi olmamalıdır.

Onlar ki şimdi soluk gül çalındı yanaklarından
Onlar ki şimdi yalnız betikleri yok
Onlar ki şimdi karanlıktalar duvar kesti ışıklarını
Onlar ki şimdi sessiz gölgeleriyle

Donmuş eski kanları kayalarda
Tek ışık yanan sigaraları
Ve gözleri birbirine bakan
Onlar ki Anadolu
Geri alacaklar
Yanaklarından çalınan gülü

Bir başka örnek

Düşündü geri bırakılmış adam
N'ola bedenimden geriye kalan
Kömür petrol fosfat ve bunun gibi
Onlar örtülürken kuytu bir yerde
Kar seni şiirime nasıl koyayım

Bu şiire girmeyen kar ve çocuklar
Şimdi başka bir zamanda ve yerde
Yazdığım özge bir kar şiirini
Söylüyorlar uzak pencerelerde

Bitiş şiiri olan H. İzzet Dinamo'ya adadığı Yontucu'yla birlikte I. bölümde 24 şiir bulunuyor Kıyı'da.

1985 yılında şiirlerini EYLÜL ÇALGISI adı altında toplar Erdoğan.

ELİMDE GÜLLER ve RUZGÂR (1992) gençliğin kentine dönüşü, anılarında olanları bulamamanın hüznünü taşıyan şiirlerle başlıyor.

Bütün bahçeleri kokladım yoksun
Bütün sokakları yürüdüm yoksun
Geldim gidiyorum bu kentten
Elimde rüzgâr ve rüzgâr

O sevimli kıyı kenti artık büyümüş, sarı boyalı bahçelerinde incir ağaçları olan, kuşların cıvıldaştığı evlerin yerini beton yığını almıştır. Yarım yamalak yabancı dil bilen Avrupa'ya, Amerika'ya birkaç günlüğüne gidip gelen kimileri kendilerini Batılılaşmış saymanın tafrasıyla gerinirken Fransızca'dan dilimıze onca yapıt kazandırmış, Avrupa ülkelerin tanımanın yanı sıra, Fransa'da ve Belçika'da uzun süre kalmış olan Alkan, oraları bir Anadolu ozanı olarak değerlendiriyor, bir Anadolu ozanı içtenliğiyle yurt özlemini dile getiriyor. Puteaux Köprüsü şiirinde olduğu gibi

İşte geldim gidiyorum
Şen olasın Paris kenti
Hasretlik zor çekilmiyor

Dilin benzemiyor bizim dillere
Yolun benzemiyor bizim yollara
Ardımızda yıkılası dağlar var

O kadar Anadoluludur ki en mutlu olduğu anlardan birinde, kendisi için şiir yazan giysiler gönderen kızına yanıtında, Fransızca'dan alınma "pantolon" sözcüğünü aslına uygun olarak değil de, bir Samsun'lu gibi kullanır.

Kasket ve pantol göndermişsin

Yeni kitabı SFENKS'te, Eylül Çalgısı'nda olmayan şiirler yer alacak. Kitabın yazın çevrelerinde ve okur katında gereken ilgiyi görmesini beklerken, hepsi incelmiş zevkle köklü ekinden damıtılmış, günü sarmalayan şiirlerin göreceği ilginin bir hak olduğu kanısındayım. Şairimizin hüzünde güzelliği yakaladığı şiirlerden ikisini aktarıyorum.

AKŞAM

Güneşin tunç yelkovanı sularda
Kenti beyaz sayfasından siliyor
Kara gözlerine akşam iniyor
Çöküyor geceyle yüzüne hüzün
Üzüldükçe güzelleşiyor yüzün.

SFENKS

Sessizliğin görkemli saltanatı,
Genç vurulmuş, yüzü yaralı bir kaya
Açmış kuyu ağzını sonsuzluğa
Uzaklardan tek bir yolcu bekliyor.

Yatmış kumun üstüne hörgüçlü dağlar
Şişman bir kadının mor memeleri gibi,
Ses yok, havada kuş, yerde bitki yok,
Yalnız kum, deniz... ve uçuşan kağıtlar

Belki boş, belki de elyazıları
Kızgın güneş altında hangi ellerin,
Sfenks gibi ağzı yaralı bir devin
Çölün boşluğuna bakarak yazdığı.

Döğüyor bacaklarımı kum fırtınası,
Kulağımda Kızıl Deniz'in uğultusu,
Yürüyüp Sfenksle buluşuyorum:

"Yeni soylar üreten ece arı gibi
İçinde balla billurlaştığım şiir
Sert bir elmasa dönüştürdü beni,

Senin gibi yaralı ölümsüzlüğü
Seçtim ve taşlaştım, rüzgârlar artık
Yıpratamaz bu düz, saydam yüzümü."

SON ŞİİRLER..

Yaşanıp geçmiş, bir daha geri dönmeyecek günlere, anılara, sevgilere yönelik dizeler egemen son şiirlerde de. Delice tutkunu olduğu ilk sevgilinin yani annenin bir süreliğine de olsa ayrılması, ozanı derinden etkilemiştir.

Nasıl taze bir ceviz
Direnip çıkamazsa kabuğundan
Öyleydik annemle biz

Alıp götürdü annemi kara tren,
O ayrılık akşamından sonra ben
Rüyalarımı bile gerçek sandım,
Sevdiklerim terk edip gider diye
Bütün uykularımdan erken uyandım.

Divan'dan halk şiirine, halk şiirinden günümüzdekine değin yazılanlarda; kaş, göz, kirpik gibi yüz güzelliği ve anlamını tamamlayan ve hep bir şeyler çağrıştıran öğelerden vazgeçememiştir ozanlar. Erdoğan'da da göz kapakları ve kirpikler bazen çırpınan bir kuş, bazan da kelebektir:

Çırpınınca göz kapaklarım
Göçmen kuşlar gibi
Umutlarım düşlerim
Gelecek günler uçuyor

Gözü yaşlı su perisi
Odamın ortağı
Uçar kirpiklerde kelebekler

Sokaktan geçen eskiciyle birlikte, bir unutulmaya yüz tutmuş sevgiler resmi geçididir başlar ozanın belleğinde. Bu resmi geçit alır onu odasından; öğrencilik yıllarına, Kadırga Öğrenci Yurdu'nda dillenmiş bir aşk öyküsüne değin götürür. Ancak o aşkların üstü küllenmiştir ve belki de unutuluşun açılmaz kapısı örtülmüştür üzerlerine. Ne çare, eski eşyalar kadar değeri yoktur eski aşkların:

Siz, ey geçmiş zaman penceresinden
Gülümseyip beni selamlayanlar
Aylı gecelerden arta kalanlar!

İnsan bu evrenden göçüp gitse de
Üç beş kuruş ediyor eşyaları,
Alan yok eski aşkları
Yüreklerin sıcak limonluğunda.

Yarınlara şevkle kucak açmamızı sağlayan umutlar ve düşler tükendiğinde kendimizi boşlukta buluruz. Evrenin çeşitli güzellikleri bile ilgimizi çekmez olur. Bir süre önce altında yürümekten tat aldığımız doğa olayları bizi olumsuz yönde etkilemeye başlar:

Umutların ve düşlerin bittiği
Vakte erişince zaman
Artık ne ay ne çiçek
Ne de yıldızlar altında
Dolaştığın geceler

Karda üşür yağmurda ıslanırsın

Tenha bir ağacım gölgesiz
Kuşlar konmayan dalında
Eteğine yolcular uzanmayan

Ve sonra "yüreğimiz" diyor:

Yüreğim ılık
Karanlık bir körfez

YALIN BİR GÜZELLİK

Sanat oyunlarına başvurmadan, yalın bir güzellik içerisinde ancak "Körfez" kadar başarılı yazılabilirdi hepimizin yaşadığı o evrenin şiiri... Güzellikler avcısı şair, salt karşısındaki güzelliği seyreden, ondan esinlenen kişi değildir. Gördükleri onu ayrı zamanlara, ayrı duyguların yaşandığı ortamlara doğru çeker. "Ayvalık'ta Akşam"da olduğu gibi:

Yorgun kenti sayfasından siliyor
Güneşin tunç yelkovanı yanan sularda.
Saat çaldı, artık evlere dönün diyor
Soğuk bir kırbaç gibi yüzüme iniyor!

Çocuktum, kıştı ve böyle soğuk bir akşam
Annemin öğretmen olarak atandığı
Köye götürüyordu bizi kızakla babam,

Çocuk yalnız üşümez, ürker korkar da,
Böcek çıtırtılarından bile ürperir
Annesini görmediği alacakaranlıklarda

Soğuk ve karanlık bana hep ürperti verir

Cennette serin şerbetler varmış ne gam!
Çalınca yoğun karanlıkların saati,
Dalıp güneşin içine, ateşe kansam
Zincire vurulmuş bir Promethee gibi.

Şiir yazmak sözcükleri ustalıkla kullanırken onlara derinlik ve farklı anlamlar yüklemek "sözcüklerin yakasına karanfil takmak"tır şairimizce. Ve şair "Bir şeyler yenilenirken" eskidiğinin ayırdında olan ve "hüzünlenen" kişidir.

Bir de ironik dileği var Erdoğan Alkan'ın son yapıtında. O da sonumuzla ilgilidir:

İnsanlar kentin içine
Sokaklara parklara meydanlara
dikine gömülmeli

Çamaşır sermeli kadınlar
üzerimizde çiçekler bitmeli

Kediler tembel tembel
gerinip üstümüzde
tadına varmalı yaz'ın
duymalıyız aşağıda
sıcaklığını soluklarının

İşte böyle ne güzel

Ustalık dönemindeki son şiirleri, daha bir renk ve zenginlik kazandırıyor Erdoğan Alkan "külliyatı"na...

TRT Bilimsel Araştırma Ödülü, YAZKO Çeviri Büyük Ödülü, TRT Dizi Film Senaryo Ödülü gibi başarıların da sahibi ozan, tüm düşün ve sanat adamları gibi darbe döneminin baskısından payını almış, TRT'deki görevinden uzaklaştırılmıştır. Bu dönemde yaşamını üniversitede ders vererek ve gazetelerde köşe yazarlığıyla gazeteciliğin öbür dallarında çalışarak sürdürmüştür.

Toplumsal ve sanatsal birçok araştırmasından bazıları Sembolizm (1985),Karanlıklar Prensi Baudelaire (1995) ve Devrim Şarkıları'dır(1997). Bugüne değin 20'ye yakın şiir kitabı çeviren Erdoğan'ın; Rimbaud, Baudelaire, Verlaine, Mallarme, Aragon'la, birlikte Neruda ve Byron'dan çevirileridir bu yapıtlar. Neruda'dan 7 kitabın yanı sıra Baudelaire'in tüm şiirlerini çevirmiştir ve bu bir ilktir şiirimizde. Roman ve öbür düzyazı çevirileri Balzac, Zola, A.France, Sartre'la Aragon ve Freud'un kitaplarıdır. Kendi de Aşık Veysel'in yaşamını konu alan "Kör Oldum Veysel Oldum" adlı bir roman yazmıştır (1992).

SAMSUNLU BİR OZAN

Samsun bugüne değin birçok ünlü sanatçı yetiştirmiştir. Bunların uğraş alanlarında müzik başı çekmektedir. Müziği sahne ve sinemanın izlemekte olduğu görülür. Resmin de içlerinde bulunduğu sıralamada şiir, daha da geneliyle yazın, olması gereken yerde değildir.

Erdoğan Alkan'la; yazınımız gibi Samsun da önce çok iyi bir ozan, sonra dünya şiirinin doruğundaki bir adın tüm şiirleriyle başka büyük şairlerin yapıtlarını çeviren başarısı tartışılmaz bir şiir çevirmeni, evrensel romanın önde örneklerini aktaran ayrıca araştırmaları ve bir de romanı bulunan dil ustasını kazanmış olmaktadır.

Zamanında doğduğu şehir için hep güzel şeyler düşünen; ekinine katkı olsun diye sürekli koşuşturan, yerel dergilere ve gazetelere yaşam vermeye didinen, tanınmış ozanların katılımıyla şiir geceleri düzenleyen, önemli halk ozanlarımızı konuk eden bir kenttaşlarının bugünkü geldiği yerden ötürü kıvanç duymakta elbette haklıdır Samsunlu sanatseverler...

RUHİ GÖKTEKİN
Cumhuriyet Kitap Eki, Sayı:742, 6. 5. 2004, S. 4-7

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI