"TÜRKİYEM" ŞAİRİ DİLÂVER CEBECİ

Şair kalemle dertleşendir; kalemle dost, kalemle sırdaş olandır. Şair, şiirinde sevgisini, hüzünlerini, sevinçlerini bizimle paylaşandır. Aslında, şiirlerde anlatılanlar sadece şairin duyguları değildir. O, bir bakıma içinden çıktığı milletin de duygularını sunan kişidir. Hal böyleyken acaba mensup olduğu milleti, kendi şairini, yazarını hatırlıyor mu? Ona hayatta iken gereken değeri veriyor mu? Bu sorunun cevabını kendi gözlemlerimizle verebiliriz.

Biz millet olarak gerçek sanatçılara, şairlerimize ve romancılarımıza gereken ilgiyi göstermiyoruz. Bu gerçekten de düşündürücü bir durum. Büyük Atatürk’ün ifadesiyle “Sanatsız kalan toplumların hayat damarlarından birisi kopmuştur.” Hayat damarlarından birisi kopunca herhalde bu damarı vücudunda taşıyan beden de yok olmaya mahkûmdur. Onun içindir ki, bizler insanımıza sanatın önemini anlatabilmeliyiz.

"Baş koymuşum Türkiye’min yoluna,
Düzlüğüne, yokuşuna ölürüm.
Asırlardır, kır atımı suladım,
Irmağının akışına ölürüm.

Deli sular, salkım-saçak söğütler,
Kışlada kumandan asker öğütler,
Yaylalarda ata biner yiğitler,
Bozkurt gibi bakışına ölürüm.

Sevdalıyım yangın yeri bu sinem
Doksan yıldır çile çekmiş hep ninem,
Pınarlardan su doldurur Eminem,
Mavi boncuk takışına ölürüm.

Düğünüm, derneğim, halayım, barım,
Toprağım, ekmeğim, namusum, arım,
Kilimlerde çizgi çizgi efkârım,
Heybelerin nakışına ölürüm"

Bu şiir bestelendi, milli maçlarımızda yaşanan gol sevincimize ortak oldu, cep telefonlarının en çok aranan melodisi oldu. Her söylenişinde vatan sevgisini hissettirdi. Bu beste ile sanatçı Mustafa Yıldızdoğan ünlü oldu; fakat bu şiirin yazarının kim olduğu merak edilip araştırılmadı.

Türkiyem’in yazarı Dilâver Cebeci 1943 yılında Kelkit’e bağlı Dayısı köyünde doğdu. 5 yaşında iken ailesiyle birlikte Kırıkkale’ye yerleşti. Gençliği de Kırıkkale’de geçen şairin, birçok akrabası günümüzde de Kırıkkale’de ikamet etmektedir. Dilâver Cebeci Aydın’da öğretmenlik, Halk Eğitim Başkanlığı, Diyanet İşleri Neşriyat Uzmanlığı, Üsküdar Kız Meslek Lisesi’nde öğretmenlik, Marmara Üniversitesi Beden Eğitim Spor Yüksek Okulu ve İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyeliği görevlerinde bulunmuştur.

Şiirleri, hikayeleri, mensureleri ve mizah yazıları Devlet, Töre, Bozkurt, Türk Edebiyatı, Türk Yurdu, Güney Su, Ortadoğu, Hergün, Yeni Düşünce, Ayrıntılı Haber, Türkiye dergi ve gazetelerinde yayınlandı.. Edebiyatımıza “Seyyah-ı Fakir Evliya Çelebi” mizahî tipini kazandırdı.. Şiirleri: Hun Aşkı (1972, ikinci baskısında mensurelerini ekledi1984), Şafağa Çekilenler (1984), Ve Sığınırım İçime (1992), Kandahar Dağlarında Sabah Namazı (Kendi sesinden kaset, 1992). Mensureleri: Mavi Türkü (1983). Mizahî yazıları: Devranname (Seyyah-ı Fakir Evliya Çelebi imzasıyla, 1984). Oyunu: Büyü (1984). İktisat Tarihi ve Sosyoloji konularında makaleleri olan Cebeci’nin “Tanzimat ve Türk Ailesi” isimli kitabı 1993 yılında neşredildi. Ayrıca kendi eşine nişanlılık döneminde sitemle yazdığı “Olumsuz Koşma - Sultanım” adlı şiiri Türk Sanat Müziğimizin önemli isimlerinden Zekai Tunca tarafından bestelenmiştir.

"Yüreğime kör düğümler atıldı,
Çözemedim, çözülmüyor Sultanım,
Yıllar yılı kaderimin hükmünü,
Bozamadım, bozulmuyor Sultanım...

Yollarıma tuzak konmuş bir kere,
Güvenim yok haftalara günlere,
Zamanın tesbihi saçıldı yere,
Dizemedim dizilmiyor Sultanım..."

"Bir Yalnız Savaşçının Ölümü" adlı şiiri de, Selçuk Küpçük tarafından bestelenmiştir.

"Erguvan bakışlı bir akşamüstü,
Bir büyük caddede vurdular beni…
Neon lambaları yeni yanmıştı,
Yanımdan insanlar geçiyordu…"

Yukarıda birçok özelliğini anlattığımız büyük şair Dilâver Cebeci, aynı zamanda milli kültür hizmeti olarak düşündüğü kurultay faaliyetlerinden de uzak kalmamıştır. Şairin bu yönünü bilen dostları düzenlenen kurultaylara mutlaka onu davet etmişlerdir. Dilâver Cebeci, yine aldığı davetin gereğini yerine getirmek için sonsuz bir heyecan ve adeta çocuksu bir sevinçle İzmir’de yapılan Türk Kurultayına giderken bir trafik kazası geçirdi. Bu trafik kazasının etkisi ile beyninde hasar oluştu. Daha sonra hafıza kaybı da yaşayan şair 8–9 yıl boyunca bu hastalığı ile mücadele etti. Kendisini ziyarete gelen birçok dostunu hatırlayamaz durumda, ömrünün en verimli geçebilecek çağını yatağa bağlı bir şekilde geçirmiştir. Şairimizin bu sıkıntılı dönemini ve ruh halini bu ifadeler özetliyor dersek yanılmış olmayız:

"Yığılıp kalmışım bu Anadolu toprağına Sitare
Adam akıllı yorulmuşum
Ellerin böyle olmamalıydı
Ellerine acıyorum
Ve kim bilir kaç zamandan beridir
kalbimi öğütlüyorum
Durup durup ıssız yerlerde
'güçlü ol ey kalbim, güçlü ol
Daha çok işimiz var' diyorum.”

Şair daha çok işimiz var diyordu, kalbine sesleniyordu fakat vade dolmuştu. Bir bahar günü, 28 Mayıs günü aramızdan ayrıldı. Arkasında sevenlerini, öğrencilerini, okuyucularını boynu bükük bıraktı, ebedi aleme göç etti. Fakat yetmiş milyonun dilinde Türkiyem şiiriyle hatırlanacaktır.

"Uçup gitti Cennete, hak Yalavaç katına,
Ordan Özge menzil yok, ne ileri ne geri.

Gidişi bir faninin burdan göçüşü değil,
Sanki Hıtay üstüne Tanrıkut’un seferi..."

Cebeci, şiirlerinde ülkemizin çalkantılı dönemlerinde ülküsü ve ülkesi uğruna can veren ülkü sahibi gençliğin ardından özlemle şu satırları kaleme almıştı:

"Onlar, Oğuz mayası gök ışığın erleri,
Onlar, ülkü çağının bahadır melekleri...
Mor dağların göğsünde kaldı pençe izleri,
Haceru’l esved gözlerini gönlümüze resmettiler...
Eyvah biz kaldık Esfele safilinde!
Ahsen-i takvim üzre, onlar geçip gittiler..."

Onlar geçip gittiler. Kürşat misali gittiler. Onları hatırlamayan yeni nesillerin hali ne olacak? İdealsiz, fikirsiz… Gençliği eleştiriyoruz; fakat çözüm yollarını sunamıyoruz. İnsanları eleştirmek kolaya kaçmak aslında. Çıkış yolları aramak da zahmetli bir iş.

Yine şairimizin bir diğer özelliğine değinelim: Dilâver Cebeci, şiirlerinde söz sanatlarından telmih sanatını ustaca kullanmıştır. Hz.Yusuf’un çektiği çileyi bize hatırlatır.

"Ve gidin!
Nereye giderseniz gidin!
Kuyular her yerde derin!
İster Kenan illerinde, ister Mısır’da,
Zindanlar karanlık, mahzenler serin..."

Hayır, yalnızca Hz.Yusuf’un çektiği çile değildir bu. Yusuf, semboldür bu dörtlükte. Ülkemde vatan ve bayrak diyen gencecik bedenlerin karanlık zindanlarda gençliğini tüketmesidir.

Bir Dündar Taşer Sagusu vardır ki onun ardından yazılmış belki de en etkileyici ifadelerdir.

"Aman karlı dağlar ne olur
Esker ağam gelende yaralarım ey olur.

Dündar Ağam, çoh görestim hardasan?
Eller sanir bir karanluk gordasan
Mene göre Tanrı nerde ordasan,

Get Cennette nebileri gör ağam,
Muhammedin sağ yanında dur ağam.

Ataş yanıp tütün göğe ağanda,
Delü kurtlar düşmanını boğanda,
Tanrıdağ’da bayaz aylar doğanda

Dündar Ağam, Ötüken’de toy edek,
Kara kımız göl olanda pay edek.

Beyle yazdım, Türklük bunu tez bilsin
Türkmen bilsin, Yörük bilsin, Uz bilsin.
Kafkas ilde bala bilsin, kız bilsin,

Dündar Ağam heç çıkmasın ürekten,
Sayasında dertleşirih iraktan."

Dilâver Cebeci geçmiş asırları, Türk’ün gücünün dünyayı titrettiği devirleri özlemle anlatır. Destanların yazıldığı çağlara, hasret vardır; Oğuz Kağan’a, Ergenekon’a, Fatih’in kılıcının keskinliğine, Yavuz’un şecaatine, Alperenlere, Hacı Bektaş-ı Veliler’e…

"Şu dumanlı doruklarda
Boz şahinler uçmaz gayrı
Gözelerden ağı çıkar
Alperenler içmez gayrı.

Obam yurdum talan oldu
Destanlarım yalan oldu
Yollar birer yılan oldu
Kervanlarım geçmez gayrı.

Hani mavi denizlerim
Üç kıtada nal izlerim
Kör mü oldu bu gözlerim
Çaşıtları seçmez gayrı”

Şair, her dönemde duyarlılığını, milli duruşunu, zulme başkaldırışını şiirleriyle dile getirmiştir. Buradan hareketle, 1990’lı yıllar hatırlanacağı gibi Türk-İslam alemi için kan kaybının yoğunlaştığı bir dönemdir. Ermeni’nin salyasını akıtarak Azerbaycan’a saldırması, Miloş’un torunları Sırplar’ın Bosna’da insanlıktan çıkıp çoluk çocuk demeden katledişi Dilâver Cebeci’yi susturamazdı ve erkekçe sesi ile haykırdı:

"Vakit hafif yağmurlu bir ikindidir
Sabırlı ve sâlih bir ikindidir
Bosna’da boynu kanıyor körpe bir oğlanın
Gence’de saçlarını yoluyor bir ana
Ben dönüyorum silâhlara"

Dilâver Cebeci şiirlerinde İslamiyet’in temel öğelerini ve güzelliklerini de yoğun bir şekilde işlemiştir. Ayette buyrulduğu ifade ile “Allah ile insanları aldatıp”, dünya menfaatleri için dini kullanan insanların Dilâver Cebeci’ye kulak vermesi ve “Nur Dağından Gelenler” adlı şu şiiri okuması gerekir:

"Onlar bu dünyaya niye geldiler
‘Li ya’budun’ diye diye geldiler.

Konaklı, sofralı tuğralıydılar
Bir dilim ekmekle doyageldiler.

Eline, beline, diline sahip
Kalpleri nurla yuyageldiler.

Burçlar her taraftan çağırıyordu
Onlar yıldız ile aya geldiler.

Ünlü şehirlerde ünsüz gezdiler
Bazen de bir sessiz köye geldiler.

Kutlu seferlerden zaferle dönüp
Ala sayvanlarda toya geldiler.

Din-ü devlet ile mülk-ü millete
Asi olmadılar uyageldiler.

Hem yüzleri hem sözleri güzeldi
En güzel sözleri duyageldiler.

Yedi göbek nesepleri helaldi
Helal rızıkları yiyegeldiler.

Dağları Tanrı’ydı, Süphan’dı, Nur’du,
Göklerin sesini duyageldiler!"

Sonuç olarak, bu topraklarda yetişen, bizden biri olan Dilâver Cebeci gibi şairlerimizin haykırışlarına kulak vermeli, onlara hayatta iken de hak ettikleri değeri vermeliyiz.

ERHAN SOLMAZ
Bilgiyurdu Gençlik Dergisi, Eylül - Ekim 2008, S.28-30

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI