Bu kitabın ilk üç bölümündeki şiirler 1955-1968 yıllarından, son bölümdeki şiirler ise 1972-1973'e ait yeni çalışmalar. Okurlar 1969-1971 yıllarına ne olduğunu merak edebilirler, çünkü yazar bir keresinde 1944'ten 1945'e kadar (gerçekten) ortadan kaybolmuştu. Ancak bu kez değil. Günler Tepelerden Aşağı Vahşi Atlar Misali (Black Sparrow Yayınevi, 1969) 1968'in sonlarına ve 1969'un çoğuna ait şiirlerin yanısıra elinizdeki bu kitabın ilk üç bölümüne alınmayan 5 adet önceden basılmış elkitabından seçilmiş şiirleri içermektedir. Bülbül Bana Şans Dile (Black Sparrow Yayınevi, 1972) 1969'un sonlarından 1972'nin başlarına dek yazılmış şiirleri içerir. Sonuç olarak, eleştirmenlerim, okurlarım, dostlarım, düşmanlarım, eski sevgililerim ve yeni sevgililerimin bilgisine, Günler, Bülbül ve de okuyacağınız bu kitap geçen ondokuz yılda yazdığım en iyi şiirlerimi kapsamaktadır diyebilirim.
Bu bölümlerin her biri özel anılar çağrıştırıyor. Elleriyle Yakalar Yüreğimi için New Orleans'a gitmem istendi. Yayıncı her şeyden önce doğru dürüst bir insan olup olmadığımı görmek istemişti. Sam Amca'ya çalıştığım Postane'nin Ek Terminal'inin hemen altında treni yakalayıp, bar vagonunda oturmuş viski ve su içerek son hızla New Orleans'a, antika bir matbaası olan eski bir sabıkalı tarafından ölçülüp biçilmeye gidiyordum. Jon Webb çoğu yazarın (kendisi Sherwood Anderson, Faulkner ve Hemingway gibi bazı iyi yazarlarla tanışmıştı) daktilolarından uzaktayken çekilmez insanlar olduklarına inanıyordu.
Vardığımda beni karşıladılar, Jon ve karısı Louise ile iki hafta boyunca içki içip konuştuk, sonra Jon Webb şöyle dedi, "Sen piçin birisin, Bukowski, ama yine de basacağım yazdıklarını." Şehirden ayrıldım. Ama hepsi bununla bitmedi.Çok geçmeden iki köpeklerini de alıp Los Angeles'a geldiler ve berduşlar sokağının hemen dibinde yeşil bir otele yerleştiler. İkinci kontrol. İçki ve muhabbet. Hâlâ piçin biriydim. Elveda. Bolca ayrılık ve tren pencerelerinden el sallamaca. Louise camın öbür tarafında ağlıyordu. Elleriyle Yakalar Yüreğimi basıldı...
Ölümeli'ndeki Haç'taki şiirlerin büyük bölümü 1965 yılında New Orleans'ta çok sıcak, lirik bir ay boyunca yazıldı. Sokakta yürürken sendeliyordum, ayıkken sendeliyordum, kilise çanlarını, yaralı köpekleri, yaralı kendimi duyuyordum. Elleriyle Yakalar Yüreğimi yayınlandıktan sonra çökmüş, baygın düşmüştüm, ve Jon ve Louise beni tekrar New Orleans'a getirmişti. Evlerinin köşesine çok yakın bir yerde şişman, iyi kalpli bir kadınla oturuyordum, (ölmüş olan) eski kocası orta siklet ya da hafif orta sıklette dünya şampiyonluğunu kılpayı kaçırmış, hangisiydi unuttum. Her gece Jon ve Louise'in evine gidiyordum ve mutfakta küçük bir masada sabahlara kadar içiyorduk, biz içip muhabbet ederken karafatmalar önümüzdeki duvarda bir aşağı bir yukarı dolanıyordu (özellikle de duvar prizindeki çıplak bir ampulün etrafında dolanmaya bayılıyorlardı).
Eve dönüp sabah 10:30'da bulantıyla uyanıyordum. Giyinip Jon'un evine yürüyordum. Matbaa sokak seviyesinden aşağıdaydı, kapıyı çalmadan önce içeriye bir dikiz atardım. Camdan görüyordum kendisini, sakin, hiç de akşamdan kalmamış, sapasağlam, mırıldanıp matbaaya Haç'ın sayfalarını besliyordu.
"Şiir var mı, Bukowski?" derdi içeri girdiğimde. (Dikkatli olmak zorundaydınız: hazır bir matbaaya şiirleri beslemek kolayca gazeteciliğe dönüşebilirdi.)
Eğer elimde bir kaç şiir yoksa Jon hemen kıllaşırdı. O zamanlar o piçin yanında bulunmak o kadar da hoş birşey değildi, kendimi odamda daktiloyla boğuşurken buluyordum. Akşam kendisine bir demet şiir getirirsem keyfi düzeliyordu.
Böylece şiir yazmayı sürdürdüm. Karafatmalarla içiyorduk, ev küçüktü, ve 5, 6, 7 ve 8. sayfalar küvete yığılmıştı, kimse banyo yapamıyordu, l, 2, 3 ve 4. sayfalar büyük bir sandıktaydı, ve çok geçmeden hiçbir şey koyacak yer kalmamıştı. Her yerde iki buçuk metrelik sayfa yığınları vardı. Aralarında çok dikkatli dolaşıyorduk. Küvet çok işe yaramıştı ama yatak yolu tıkıyordu. Bu yüzden Jon, atılmış kerestelerden küçük bir asma kat yaptı. Bir de merdiven. Jon ve Louise orada bir şiltenin üzerinde yattılar, yatağı da birine verdiler. Zeminde sayfaları yığmak için daha fazla yer açılmıştı. "Bukowski, her yerde Bukowski! Kafayı yiyeceğim!" diyordu Louise. Karafatmalar dolanmayı, biz içki içmeyi, matbaa da şiirlerimi yutmayı sürdürdü. Çok tuhaf bir dönemdi, ve böylece Haç tamamlandı...
John Thomas'ın evine gidip bütün gece takılıyordum. Hap çakıp içki içiyor, muhabbet ediyorduk. Yani, John hap çakıyor ben hap çakıp içki içiyordum, ikimiz muhabbet ediyorduk. O zamanlar John her şeyi kaydetmeyi huy edinmişti, iyi ya da kötü, sıkıcı ya da ilginç, yararlı veya beş para etmez her şeyi. Ertesi gün konuşmalarımızı dinliyorduk ve harcadığımız zamana değiyordu, en azından benim için. Çoğu zaman, en azından kafam kıyakken, ne kadar salak, zorba ve kaymış olduğumu anlayabiliyordum. Bazan da kafam kıyak değilken.
Bu kayıtlar sırasında, bir keresinde John bir kaç şiirimi getirip okumamı istedi. Götürdüm. Ve şiirleri orda bırakıp tamamen unuttum. Şiirler çöple birlikte atılmış. Aylar geçti. Bir gün Thomas aradı. "O şiirlerden sıkı bir kitap çıkardı, Bukowski." dedi. "Hangi şiirlerden, John?" Şiirlerimin kaydını çıkarıp tekrar dinlediğini söyledi. "Kasetten dinleyip daktilo etmem gerekecek, adamın anasını beller," dedim. "Ben yazarım senin için."
"Tamam," dedim ve çok geçmeden daktilo edilmiş şiirler elimdeydi.
Tam da o günlerde aşınmış yüksek alnının üzerindeki kızıl saçları dökülmekte olan, titiz ve nazik, bellibelirsiz sürekli sırıtan bir adam uğruyordu. Büro mobilya ve malzemeleri satan bir şirkette müdürlük yapıyordu ve nadir bulunan kitap kolleksiyoncusuydu. Adı John Martin'di. Şiirlerimin bazılarını elkitabı olarak basmıştı. Mutfağımda karşısında oturmuş bira içip elkitaplarını imzalarken o da çekleri yazıp duruyordu. Çok geçmeden Amerika'nın öncü şiirlerinin büyük çoğunluğunu yayınlayacak olan yayınevi, Black Sparrow Press böylece hayata geçmiş oluyordu, ancak o zamanlar bunu ikimiz de bilmiyorduk.
John Martin'e, Thomas'ın kasetten benim için daktilo ettiği şiirleri gösterdim. Çıkarttığı şiirleri kontrol ettim, gerçekten dikkatli, kusursuz çalışmıştı. John Martin şiirleri alıp eve götürdü ve bir kaç gün sonra beni aradı:"Burda tam bir kitap var ve bunu kendim basacağım." Ve işte böylece neredeyse kaybolan bazı şiirler bulunup kitap formunda basılmış oldu ve Black Sparrow uçuşa geçti. Kitaba Dehşet Caddesi ve Izdırap Yolu'nda adını verdim.
1955 ve 1973 arasında yazılmış bu şiirlere baktığımda (çeşitli nedenlerle) en çok son şiirleri beğendiğimi görüyorum. Bundan da memnunum. Elbette gelecekte yazacağım şiirlerin nasıl olacağı veya başka şiirler yazıp yazmayacağım konusunda hiç fikrim yok, çünkü ne kadar yaşayacağımı bilmiyorum, ama şiir yazmaya oldukça geç, 35 yaşımda başladığıma göre bana fazladan bir kaç yıl tanıyacaklarını sanıyorum. Bu arada, okuyacağınız bu şiirlerle yetinmek durumundayız.
30 Ocak 1974
CHARLES BUKOWSKİ
Suda Yan Ateşte Boğul, Önsöz
ŞİİRLERİ