Bedri Rahmi son günlerde, çoğu bu yazın mahsulü
olan tablo, desen, sulu boya ve etüdlerden mürekkep bir sergi açtı. Bize çok sevdiğimiz sanatıyla tekrar karşılaşmak, paletine, zengin fantazisine, eşya ile konuşma edasına, hulasa her an oluş halinde bir dünya gibi kaynayan ruhunun cümbüşlerine bir daha hayran olmak fırsatını verdiği için aziz ressama ne kadar teşekkür etsek
azdır.
Fakat ben Bedri'ye bu sefer bir başka taraftan da minnet duyuyorum; bu sergisindeki eserlerin çoğu Bursa'da yapılmış olanlardır. Onun sanatının büyüsünü ilk gazâlar diyari Bursa idare ediyor. Bu suretle sergi bir resim sergisi olmaktan adeta çıkıyor; tıpkı Ebu Ali Sina hikayelerinde olduğu gibi iki büyücünün birbiriyle kaşılaşmasından doğan bir nevi kozmik hayretler dünyası oluyor. Bursa kendi
cevherini ressamdan kaçırmak için bütün tarihini, kaplıcalarını, genç kız edalı ovasını unutuyor, bir manav dükkanı, bir nalbandın kıskacı önünde kıvrılmış bir öküz, bir cami kubbesi, hülasa bin türlü şey oluyor, kalıptan kalıba giriyor, manadan manaya değişiyor, sanatı kâh sadece kıvrak bir desen, kâh bir asma yeşili, kâh duru bir
gök mavisi oluyor.
Burada bir köy düğününün saf musikisini taklit ediyor, ötede açık havaya bir sıcak halvet buğusu koyuyor, hülasa eşya ve tabiata, "ne yaparsan yap, seninle barışacağım" diyor. Onu bütün değişikliklerinde yakalıyor, kah teferruatını unutuyor, hiç bir şeyi saymadan bütünü veriyor, kâh bir nakış işleyen genç kız dikkatiyle en ince hesapların üzerinde duruyor ve biz, dizisi
kopmuş inci ve mercanlardan ibaret acayip bir dünya görüyoruz; kendi gözü yetmediği zaman oğlunun gözüyle bakıyor ve bu çocuk gözünü kendisine ilave edebildiği için eşyanın büyüsünü, sırrını şekillerin ve örneklerin arkasındakini buluyor, bulmasa bile - hatta iyisi budur - uyduruyor.
Neticeyi sorar mısınız? Bursa bizim için eski
Arap hikayecilerinin yazmasını unuttuğu veya füsununu tanımadığı bir "Binbirgece" oluyor. Bu, Bedri'nin mazhariyetidir. Eşya ve kâinat insanlarla kendi kabiliyetlerine, yaratılışlarına, hatta bu yaratılışın sırlarına göre konuşur.
Çünkü hayat ve kâinat bitmez tükenmez ve çok sık
bir orman gibi birbirine girift bir konuşmadır. Bursalı İsmail Hakkı - celveti Mutasavvuf, büyük alim ve zaman zaman da cins şair- geç vakit yattığı zaman ağır uykularından sabah namazına bahçesindeki horozun "İsmail Efendi , hu ... " diye kendisini uyandırdığını anlattıktan sonra, hayvanat ve eşya konuşur, fakat onu her kulak iştmez, der. Sanatkar bu fısıltıları, bu mahrem konuşmayı duyan insandır. Bedri ise zaman zaman bu mahremin çekirdeğine erişir.
Niçin söylemeyelim? Bedri eşyayı kendi dışındaki aydınlıkta seyretmeye katlananlardan değildir. Beyninin içinde bir güneş parçalanmış gibi, o her şeyi kendi aydınlığından görür. Bu itibarla çocuğa benzer. Ve çocuğa benzediği için de dokunduğu şeylere bir sır ve masal çeşnisi verir. Bunu söylerken Bedri'nin sanatının gayri şuuri bir sanat olduğunu söylüyorum sanılmasın; masal uyduran çocuk kadar şuurlu kim vardır? Aksine Bedri'nin sanatı çok şuurlu bir sanattır. Fakat ruhu, ihtirasları başka türlüdür. O, eşyayı sadece şekil olarak görmüyor; bizim ağaç, su, meyve, taş, kubbe, hamal küfesi , kadın ve erkek elbisesi diye dışından gördüğümüz eşyada bir konser, bir yığın cıvıltı, kaynaşan zerrelerin ebedi ve ezeli raksını görüyor ve onu ressam olarak vermek istiyor.
İmkân, sanatına zararlı olabilirdi; eğer Bedri
hülyalarından silkinmesini bilmese idi... Fakat zaman zaman silkiniyor, kendisini soğuk suyun altına atıp uyanıyor. O zaman kemalini bulmuş formlar, yani bütün bir plastik, biraz evvel bıraktığı rüya aleminin renk ve çizgilerine, yani çok muammalı bin bir hasrete bürünmüş
olarak karşımıza çıkıyor.
Bedri'nin tablolarının mevzuuna dikkat ettiniz mi?
İstisnayı bulmağa hiç bir gayreti yoktur. Nevin yegânesini aramaz. Hatta mücerret eşyadan hoşlanmaz bile. O hayatın serhoşudur. Gündeliği muhayyilesiyle giydirir. Demin Binbirgece'den bahsettim. Bu itibarla benzeyiş tamamdır. Bedri o kadar kalabalığı, çokluğu sever ki, tek başına aldığı konularda bile, mesela "Nue"lerde bir tek
kadın görmezsiniz; bir orkestrasyon görürsünüz. Bütün o deformasyonların, o birbirini yalancı çıkarmağa çalışan çok lezzetli tabiat dışı oyunların sırrı odur.
Bedri'nin bu sergisinde çıplak bir kadın etüdü seyirciye adeta "ey beni tek bir şey sanan, koluma, bacağıma, başıma ve gövdeme ayrı şahsiyetler gibi bakmadıkça beni anlayamayacaksın" der gibidir. Bu etüde bakarken insan uzuvlarının, hakiki sahibi olan nefsi natıkaya yarı ayrı serzenişler edeceğini söyleyen eski mistikleri hatırlamamak kabil değildir.
Bununla beraber. Bedri'nin son resimlerinde form endişesi daha fazla görünüyor. Daha sıkı, daha ustaca ve dikkatli çalışıyor. Bu çalışma görüş şeklini bozmuyor: aksine daha derinleştiriyor, onu daha yüksek plana naklediyor.
Son Bursa resimlerinden Bedri'nin paletinin bu bir
senede ne kadar kazandığını görüyoruz. Artık o renkli ressam değildir, bilâkis renkçi ressama doğru gidiyor. Bir bahar kahkahasından ciddi ve hakiki manasında cömert ve kandırıcı bir yaz değişiyor.
Bedri bugünkü resmimizin en güzel manzaralanndan biridir. Onu ihmal etmek bir tarafımızı noksan tanımaktır. Yarın ise gururlarımızdan biri olacaktır.
Hakikat şudur; genç Türk resmi gittikçe kuvvetleniyor. Onu sevmek ve tanımak için yabancıların işaretini beklemeyelim, mahcup oluruz.
(Ülkü, Sayı 10, 1 Şubat 1946)
AHMET HAMDİ TANPINAR
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Türk
Büyükleri Dizisi / 159, S. 124-126
ŞİİRLERİ