Vüs’at O. Bener’in ‘Dost’u 60 yaşında. Kitap yayımlandığı zaman dönemin yazarları ve eleştirmenlerince de yadırganmış, tuhaf ve kapalı bulunmuş. Ne oldukları tam anlaşılamamışsa, dönemin edebiyatının önüne geçtiği içindir.
Vüs’at O. Bener okumak, bir edebiyat metninin nasıl olması gerektiğini, yalnızca hemen anlaşılan anlamlarının ötesindeki anlamları gördükçe o metnin nasıl zenginleşebileceğini, Türkçenin kusursuz biçimde kullanıldığında ne denli olanaklı bir edebiyat dili olduğunu, yaratıcılığın sınırlarının adım adım nasıl genişletilebileceğini, bilinenlerin dışında dünyaların nasıl bir bakış açısıyla tasarlanabileceğini görmektir.
Nitelikli edebiyatın popüler ilgilerin dışında, bambaşka bir dünyası olduğunu yadsıma eğilimi, edebiyatın çoksatanla yenilikçi örneklerini bir potada görmeyi yeğliyor. Artık böyle görmeye zorunlu. Gelgelelim, her şeyi karıştırıp ipe serebilirsiniz de, Vüs’at O. Bener’i ne yapacaksınız. Onu okuduğunuz zaman kurduğunuz yakın ilişkiyi, bir çok satan romanın hikâyesini okuyup bitirdiğinizde kurmanızın olanaksızlığı can sıkıcı olmasın. Yan yana, birbirine koşut tutarak okuyup görebilirsiniz.
Dost-Yaşamasız, ilk okuduğumda, öykünün aslında nasıl olması gerektiğini göstermişti. Böylece eleştiri anlayışımı değiştiren kitaplardan oldu. Yalnızca Vüs’at O. Bener’in yazdığı gibi yazılmaz öykü, bu değil dediğim, ama hangi anlayış ve biçim içinde olursa olsun, dilin bir öykünün anlamını içselleştirme biçiminin nasıl olacağını ve metnin nasıl yoğunlaşıp eksiksiz ve fazlasız kusursuzlaşabileceğini anlamak için az bulunur örneklerdendir Dost-Yaşamasız.
Dost yayımlanalı altmış yıl oldu
Zaman, en keskin ayırt edici. Ondan daha güçlü eleştirmen yok. Dost (1952) yayımlanalı altmış yıl olmuş. Demek o “Dost”, “Havva”, “İlki” gibi öyküler altmış yıl önce yazılmış. Zaman, yazınsal metnin dokusunu gevşetir, öğelerini bütüncül yapıdan ayırmaya başlar, böylece yapısı zayıflar, direnci kırılır. Yazar, zamana göre ayarlamaz kendini, geleceğe kalma kaygısıyla yazmaz ama içine doğduğu edebiyatın değerlerinin ötesine geçmeye, yeni olanı yapmaya çalışmazsa, zamana yenik düşme olasılığı kendiliğinden çoğalır. Dost’taki öyküler altmış yıl önce yayımlandığı zaman dönemin yazarları ve eleştirmenlerince de yadırganmış, tuhaf ve kapalı bulunmuş, demek ne oldukları tam anlaşılamamışsa, yazıldıkları dönemin edebiyatının önüne geçtiği içindir.
Bu öyküler verilmiş anlamlarını dışarı yansıtmakla yetinmez. Okurun daha başka hangi anlamlar bulunduğunu görmek için etkin katılımını da gerektirir. Okur da kayıtsız kalmaz, belki daha yakın bir ikinci okumayı istekle yapmaya başlar. Kaldı ki bu öykülerin asıl anlamı, dolayısıyla yazınsal tadı böyle alınır.
"Dost" öyküsü, bugün yanı başımızda bulamayacağımız ama öykünün zamanı ve hikâyesi göz önünde tutulduğunda, seçilmiş, demek ki özel üç kişi arasındaki ilişkiyi anlatır. Gündelik hayatın içinde fark edilmesi olanaksız üç kişilik, Niyazi Bey, onu dost bilip akşam içkisine eve çağıran Kasap Ali, Kasap Ali’nin karısı Naciye. Üçü ve aralarındaki ilişkiler, okunduklarında çok iyi seçildiklerini hemen belirten öylesine ayrıntılarla anlatılır ki, birdenbire ne denli özenle yaratıldıkları duygusunu veren üç unutulmaz kişilik ortaya çıkıverir. Yaşadığımız hayat içinde hiç ilgi duyup merak etmeyeceğimiz üç kişilik, neden sonra yeniden okuma isteği uyandıracak bir küçük hikâyenin yaratıcılarına dönüşür.
Ne bir eksik ne bir fazla. Öyküyü en iyi anlatan tanımlardan biri. “Dost” böyle bir öykü ama kitaptaki bütün öykülerin de böyle olduğunu belirtebiliriz; “Istakoz” da, “Havva” da, “İlki” de.
“İlki”, bana kalırsa Vüs’at O. Bener’in Dost-Yaşamasız döneminin en önemli ve en tipik öyküsü. “İlki”nin kusursuz bir öykü olduğunu düşünüyorum. Öykünün başındaki, bir atmosferin nasıl yaratılabileceğini gösteren giriş bölümü dikkatle okunmalı. Bir ânın değil de uzun bir hikâye zamanı ile kişilerdeki değişimin kısa öykünün sınırları içinde nasıl verilebileceğini de iyi örnekler “İlki”. Öyküyü öykü yapan asıl etmenler ayrıntılarsa, ayrıntıların nasıl kullanılabileceği; mekânın, nesnelerin, eşyaların işlevlerini ayrı ayrı nasıl üstlenebileceği de bu öykünün önemli özellikleri arasında. Kısası, Vüs’at O. Bener yazdığı öykülerin altmış yıl sonra da örnek alınabileceğini, değerlerinden bir şey yitirmeyeceğini, daha iyi anlaşıldıkça değerlerinin artacağını düşünmemişti elbette. Yaratıcı yazar bunları düşünerek yazmaz. O anda en iyisini yazmak için oturur işinin başına.
Bu düzeyde oluşan niteliğin başında dil vardır. 1950’lerin hemen başında yazılan öykülere bakıldığında, Vüs’at O. Bener’in yazdıkları Sait Faik ile Sabahattin Ali’nin yanında bulunur. Bu önemli olmalı.
Dönemin öncü yazarlarından
Sabahattin Ali daha başka bir yol izledi; Türkçeyi en iyi biçimde kullanmaya, öyküye daha çağdaş biçimsel özellikler kazandırmaya, toplumsal sorunların odağına bireyleri yerleştirmeye, öykünün küçük dünyası içinde bireyleri olabildiğince zenginleştirmeye çalışan tutumu, onun da o günden bugüne dönemin iki büyük öykücüsünden biri olarak anılmasını sağladı. Vüs’at O. Bener’den önce bütün büyük yapıtlarını yazmış ve yayımlamıştı Sabahattin Ali. Düzyazının niteliğini değiştiren yaratıcılığıyla kendisinden sonra gelen yazarlar üstünde büyük bir etkide bulunan Sait Faik’in ise, Vüs’at O. Bener’in öykücülüğünü öncelediği kuşkusuz.
Vüs’at O. Bener’in başlangıç dönemindeki konumu ilginçtir. Sait Faik’in Son Kuşlar (1952) kitabı Dost ile aynı yıl yayımlanmıştı ve bir başına edebiyatımızda köktenci bir değişikliğe neden olan Alemdağ’da Var Bir Yılan iki yıl sonra yayımlanacaktı. Bu arada aynı dönemin önde gelen yazarlarından, başta Memduh Şevket Esendal olmak üzere, Ahmet Hamdi Tanpınar, Samet Ağaoğlu, Kenan Hulusi Koray, Oktay Akbal, Halikarnas Balıkçısı, Naim Tirali, Orhan Kemal, Haldun Taner, Ziya Osman Saba da 1950’den hemen önce ve sonra ilk kitaplarını yayımlamıştı.
Önemli bir yazar kuşağı. Bu kuşakla birlikte edebiyatımızda ivmesi baştan verilmiş ana akımın niteliği yükselmeye başlamıştı. Yazılanlar yenilenmeye, Türkçenin bütün olanakları kullanılmaya çalışılıyordu. Vüs’at O. Bener bu önemli kuşağın organik bir parçası değil. Aynı zamanları yaşamış, asıl olarak Sait Faik ile yakınlığı olabilecek Vüs’at O. Bener için de, kendi yolunu kendi bulmuş yazarlardan, diyebilir miyiz. Benzeri olmadığını, kökü topraksız olduğu için kendi yolunu kendi açmış bir yazar olduğunu.
Sürekli yenilenen anlatı dünyası
Önemli bir özelliği: Bütün yazarlık serüveni boyunca kendisini sürekli yenilemiş bir yazardır Vüs’at O. Bener. Dost’tan Yaşamasız’a, anlatımında aynı dönem içinde de belirgin bir değişim oldu. “Yaşamasız”, Vüs’at O. Bener’in dili ve anlatım biçimiyle yenilikçi bir yönsemi benimsediğini gösteren ve anlatımındaki değişimi en çok belirginleştiren öykülerin ilki. Sonra Buzul Çağının Virüsü ve Bay Muannit Sahtegi’nin Notları bir yazarı uçurabilecek iki roman oldu, sıradışı iki romandı. Bir aradan sonra da Siyah-Beyaz öyküleri. Hem olgunluk dönemi hem yaratıcılığın sınırlarının keşfi. Okurun o sınırları keşfetmesine olanak veren bir dünya. Siyah-Beyaz’da ve sonraki öykülerde dilini daha sivriltti. Daha doğrusu, Buzul Çağının Virüsü’nden aldığı dil biçimini gitgide yoğunlaştırarak sürdürürken seçtiği küçük dünyalar daraldı ve sertleşti, sorunlar keskinleşti, anlamlar seçilmiş noktalara saplanmakla yetinmeye başladı. Bu dönemin öyküleri kısa, kısacıktır ve bu üç özellikle kurulmuştur.
Demek ki Dost-Yaşamasız, Vüs’at O. Bener’in ilk dönemini belirtirken Buzul Çağının Virüsü ile başlayan ikinci dönemi son öykülerine dek sürdü. Sürekli yetkinleşmeyi dert etmiş bir yazardı Vüs’at O. Bener. Çok yazmadı, bu yüzden. Çok okunup okunmadığını da düşünmedi. Her şeyden önce dil geliyordu onun için, yaratıcılığını göstermek istediği alan. Kusursuzluğu, dile getirmeden önemserdi. Bunun için az yazdı. Sonunda şunu diyebiliriz: Vüs’at O. Bener’de tek bir sorunlu metin yoktur ve yazdığı her cümle edebiyatımıza bırakılmış bir mirastır. Nasıl yazdığını anlamaya çalışmak çok şey kazandırır.
Vüs’at O. Bener kolay bir yazar değildir belki. İkinci döneminde yazdığı iki romanı ve sonraki bazı öykülerini anlamak için özel bir okuma çabası gerekebilir. Bütününde de dikenli yollar bekler okuru. Öte yandan onun yazdıklarını okurken sıkılmazsınız. Coşkulu dili ve sert dünyası daha baştan ilgiyle okutturur. Dost altmış yıl sonra bugün daha anlaşılıyorsa, hikmeti artık bellidir.
SEMİH GÜMÜŞ
Radikal Kitap, 25.02.2013
ŞİİRLERİ