TÜRK YAZININDA BAUDELAİRE

Les Fleurs du Mal'i (Kötülük Çiçekleri) türkçeye ilk kez, 1927 yılında Alişanzade İsmail Hakkı bütünüyle çevirdi. Ancak, bu çeviriler düzyazı biçimindedir, ölçü ve uyak koşuluna uyulmaz. Adı bile yanlıştır: Elem Çiçekleri. Sabahattin Eyüboğlu "Baudelaire'i Türkçeye ilk çevirenlerden Alişanzade İsmail Hakkı'nın kitabını okuduğum zaman ilk işim, kaba yanlışlıklarıyla, kelime kelime çevirmeden doğan tuhaflıklarıyla eğlenmek olmuştu." der.

Kötülük Çiçekleri'ni daha sonra bütün halinde Vasfi Mahir Kocatürk Elem Çiçekleri adıyla yayınladı. Adı bile yanlış ve düzyazıdan farksız olan bu çevirilerde de Baudelaire'i bulmak olanaksızdı. 1959'da Şükran Kurdakul çeşitli çevirileri İçe Kapanış adını taşıyan bir betikte topladı. Bu betikte Kötülük Çiçekleri'nden 26 şiir, Paris Sıkıntısı'ndan 3 düzyazılmış şiir ve güncelerinden de iki bölüm var.

Seçkilerden oluşan bir betiği de 1961'de Abdullah Rıza Ergüven yayınladı.

1984'te "Charles Baudelaire, Özden Günceler, Kötülük Çiçekleri" adıyla Baudelaire'i okura ilk kez en geniş biçimde ben sundum. Betikte Kötülük Çiçekleri'nden yapılmış bir seçkinin yanı sıra, şairin Füzeler ve Soyunmuş Yüreğim adlan altında topladığı güncelerinin tamamı, "Genç Edebiyatçılara Öğütler" yazısı ve şiir üzerine yazdığı çeşitli yazılarından önemli bölümler yer alıyor.

Cahit Sıtkı Tarancı, Orhan Veli Kanık ve Ahmet Muhip Dranas gibi cumhuriyet dönemi şairleri Baudelaire'in bazı şiirlerini çevirip yayınladılar. Yahya Kemal, Ahmet Hamdi, Necip Fazıl gibi şairlerimiz ise Baudelaire'i okudular, ondan etkilendiler ama tek bir dizesini bile yayınlamadılar.

Baudelaire'den etkilenen, esinlenen şairler arasında Cahit Sıtkı, Necip Fazıl ve Ahmet Muhip Dranas ilk sırada yer alır. Daha çok bir Nerval hayranı olan Tanpınar da parsadan payını aldı.

Şimdi bazı şairlerimiz üstündeki Baudelaire esin ve etkilerini araştıralım.

AHMET HAMDİ TANPINAR,
BAUDELAIRE VE NERVAL'İ YANSITAN AYNA

Tanpınar'ın edebiyat yazılarında sık sık adı geçer Baudelaire'in. Bazı örnekler verelim:

"Bende asıl büyük tesir Fransız şiirinden ve bu tesirin Baudelaire-Mallarme-Valery kolundan gelir. Fakat bu çizgi de tam değildir. Gerard de Nerval diye çok mühim bir Fransız şairinin (. . .) payını da ayırmak lazım (Antalyalı Genç Kıza Mektup)"

"Louvre'da bazı büyük psikolojik vaziyetler gibi yıkılış ve çöküş fikrinin tam ifadesi ancak "Ben" ile kabil. Rembrandt'ın ihtiyarlık devrinde yaptığı (1660) kendi portresinde bu çok iyi görülüyor ( ) Baudelaire'e gelince, şiirlerini o kadar keskin ve azaplı yapan nefis hesaplamalarını Rembrandt'ın bakışlarında muhakkak tanırdı. Çünkü bu tablonun korkusunda ihtiyarlıktan başka bir şey, kendisini suçlandırma var. Korku ve kendini suçlandırma (Paris Tesadüfleri, Ill)"

"Şiirde musiki aşkı, onunla (musikiyle) rekabet arzu ve ihtirası Baudelaire ile başlar (Edebiyat Üzerine Makaleler)."

"Baudelaire'in ve Stephane Mallerme'nin büyüklükleri burada, sanatı alelade bir iş yahut hülya olarak değil, müsbet ve şuurlu bir şey olarak kabul etmelerindedir ( .. .) Valery'ye göre, Baudelaire'in en büyük şerefi, Mallarme, Verlaine, Rimbaud gibi büyük şairleri yetiştirmesindedir ( ... ) Verlaine ve Rimbaud, Baudelaire'i his ve ihsas sahasında devam ettirirlerken, Mallarme, onu, şiirin mükemmeliyet ve safiyet sahasına kadar ilerletmiştir. (Edebiyat Üzerine Makaleler)"

Tanpınar Şiirinde Baudelaire dizeleri

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın şiir betiğinde bağımsız şu üç dize var:

Bu azap ta hilkatten beri bizimle ve bizde
Geçinir, kurt nasıl ölüyle, tırtıl neşeyle
Beslenirse biz de öyle besleriz onu.

Önce bir yanlışlığı düzeltelim. "Tırtıl neşeyle beslenirse"nin "Tırtıl meşeyle beslenirse" şeklinde olması gerekir; Nereden biliyorsun diyeceksiniz? Çünkü bu dizelerin gerçek sahibi Tanpınar değil, Baudelaire. İşte Baudelaire'in "L'irreparable" şiirinin ilk bağlamı:

Pouvons-nous etouffer le vieux, le long Remords
Qui vit, s'agite et se tortille
Et se nourrit de nous comme le vers des morts,
Comme du chene la chenille?
Pouvons-nous etouffer l'implacable Remords?

Türkçesi:

Dindirebilir miyiz eski, uzun azabı?
Yaşar ve kımıldanır içimizde
Kurt nasıl ölülerle, tirtıl nasıl meşeyle
Beslenirse öyle beslenir bizle
Dindirebilir miyiz bu onulmaz Azabı?

Tanpınar, Baudelaire'in beş dizesinin özünü üç dizede emip kendine mi mal etmiş? Peki, meşe nasıl neşe olmuş? Tanpınar Hoca'nın ölümünden sonra şiirlerini yayına hazırlayan Prof. Mehmet Kaplan ve yeni baskıları sürdüren Prof. Dr. İnci Enginün gibi edebiyat muallimlerinin azizliği yüzünden. Prof. Dr İnci Enginün'ün imzasını taşıyan, "üçüncü baskıya Önsöz"ü okuyalım:

Onun eserlerinin en iyi şekilde yayınlanması için, onun öğrencileri olarak elimizden geleni yapmayı bir görev saymaktayız ... " Aynı önsözden anladığıma göre, yayın işinde bir değil, birçok öğretim görevlisi var. El birliğiyle ve titiz (!) bir çalışmayla hocalarına neşeli bir süpriz hazırlamışlar. Tek yanlışlık bu değil. Tanpınar'ın bir başka şiirindeki "Mortofon"un "Mortefontaine", "Ermenonvil"in, "Ermenonville", "Ter çayı"nın "Theve çayı" şeklinde düzeltilmesi gerekir.

Şimdi bir husus üstünde önemle duralım. İlk şiir betiğinin düzenlemesini Ahmet Hamdi Tanpınar sağlığında kendi yapıyor ve birinci baskı 1961 'de yayınlanıyor. İkinci baskıyı ise yayına, Tanpınar'ın eski öğrencisi, zamanın edebiyat profesörü Mehmet Kaplan hazırlıyor, şairin yayınlanmış şiirlerine, dosyasında bulduğu yayınlanmamış dizeleri de ekliyor ve böylece Baudelaire'in üç dizesi "Yayınlanmamış Şiirler, Bitmemiş Şiirler ve Mısralar" bölümünde Tanpınar'ın şiirleri içine giriyor.

Sonraki baskıları hazırlayanlar da edebiyat profesörleri, öğretim görevlileri ve Prof. Mehmet Kaplan'ın öğrencileri. Hocaları Mehmet Kaplan'a pek güvendikleri için hiçbir araştırma, hiçbir yeni çalışma yapmadan betiği aynı düzenle okura sunuyorlar.

Burda iki soru geliyor usa: Tanpınar Baudelaire'in dizelerini çevirip, yazacağı yeni bir şiire sokmaya mı hazırlanıyordu? Yoksa, böyle bir niyeti yoktu da, Baudelaire dizelerini onun dizeleri sanan profesör öğrencilerinin azizliğine mi uğradı?

Her iki olasılık da mümkün. Zira yabancı bir şairin dizelerini kendi şiirlerine aktarma alışkaiılığı Tanpınar'da fazlasıyla var. Birkaç örnek verelim.

Aşağıdaki şiir Nerval'in:

SİYAH NOKTA

Kim ki güneşe sürekli bakıp durur
Mor bir lekenin uçuştuğunu görür
Gözlerinde, çevresinde ve havada.
Bir zamanlar çok genç ve çok gözüpektim,
Utku'ya bir an sabit gözlerle baktım
Aç bakışımda siyah bir nokta kaldı.

O gün, bugün, bir yas işareti gibi
Görürüm her yerde o siyah lekeyi
Karışır gözümün daldığı her şeye!
Nedir bu mutlulukla arama giren!
Yazık bize! yalnız kartal bakabilen
Kazasız, belasız Utku ve Güneş'e.

Bu şiirdeki "siyah nokta", "Kim ki güneşe sürekli bakıp durur", "Mor bir lekenin uçuştuğunu görür", "Nedir bu mutlulukla arama giren?", "Yalnız kartal bakabilen / Güneşe" sözcüklerine, imgelerine, benzetmelerine dikkat edelim.

Şimdi de Tanpınar'ın çeşitli şiirlerinden dizeler göreılm:

Eşik Şiiri:
Alnında bir siyah nokta geceden

Zaman kırıntıları:
Ve benim gözlerimle bakanlar güneşe
Ancak tanır bizi
Mor çemberlerin uçl!ştuğu akşam sularından.

Zaman kırıntıları:
Sokma güneşle arana
İmkansızın parıltısını

Bendedir Korkusu:
Çelik gagasında fecri taşıyan
Mavi kartal benim...
Pençelerimde
Asılmış bir zümrüt gibidir hayat.

Ey Kartal Bakışlı:
Ey kartal bakışlı avcısı fecrin

Görülüyor ki Nerval'in Siyah Nokta şiirini tümüyle kendi şiirlerine aktarmış Tanpınar. Önemsiz, küçük değişiklikler yapmış, örneğin: "Gözlerindeki mor leke, yani göz halkaları Tanpınar' da "mor çember" olmuş. Güneşe ve utkuya Nerval'in şiirinde yalnız kartal bakabildiği için Tanpınar "Çelik gagasında fecri taşıyan / Mavi kartal benim" demiş , güneş sözcüğünün yerini güneşin doğuşu "fecir" almış.

Başka örnekler. Şu iki dize Paul Valery'nin "Dost Orman" şiirinden:

Gökte ay masaldaki bir meyve
Paylaştık o sihirli meyveyi

Bu iki dize de Tanpınar'ın Hatırlama şiirinden:

Bir masal meyvası gibi paylaştık
Mehtabı kırılmış dal uçlarından

Tanpınar, Ahmet Kutsi Tecer'e yazdığı mektubunda bitmemiş bir şiirindeki çalışmalarından söz ediyor. Yazdığı dizeleri beğenmediğini söylüyor ve şunları ekliyor: "Halbuki ben aynen, Mallarme'den tercüme ettiğim şu beyiti koymak isterdim: 'Bütün bir ömürde yalnız / Bir kere duyulan sesi', yapamadım."

Tecer'e yapamadım diyor ama yapabiliyor böyle şeyleri Tanpınar. Nitekim bir başka şiirine Mallarme'nin başka dizelerini rahatça aktarmış.

Mallarme'nin İmbat şiirinden:

"Denizde ıslanan yüreğini bu yolculuktan
Hiçbir şey durduramaz: ne gözlerin yansıttığı
O eski bahçeler, ne lambanın solgun ışığı"

Tanpınar'ın Yolculuk şiirinden:

"Hiçbir şey bağlamaz beni bu yere
Ne hatıraların yalvaran sesi
Ne ağaçların kuytu gölgesi
Rüya besteleyen eski bahçeler
Ne lambam ki soluk bir ışık serper ... "

Tanpınar şiirinde başta Nerval olmak üzere Baudelaire, Verlaine, Mallarme ve Valery gibi Fransız şairlerinden başka dizelere de rastlayabiliyoruz. Konumuz Baudelaire olduğuna göre biz, yalnızca Baudelaire dizelerini araştıralım.

Aşağıdaki dörtlükler Baudelaire'in L'Irremediable (Çaresiz,) şiirinden:

Bir Fikir, bir Şekil, bir Varlık,
Çirkin sevinin ayarttığı
Gezgin ve toy bir melek, göğü
Terk edip, kurşunlu, bataklık

Göksel bakışın ermediği
Styx Irmağının ağına
Diplerdeki karanlığına
Düşmüş ve o korkunç akışın

Karabasan'ın elinde
Çırpınıyor, ey büyük acı!
Çılgın şarkılar dilinde,
Dönüp duran o dev burgacı.

Boşuna bir yüzücü gibi
Uğraşıyor aşayım diye
Ve sürekli batıyor suya
Bırakmıyor Styx'in dibi.

Özetleyelim, Bir Düşün (Fikir), Biçim ve Varlık'ı simgeleyen toy bir melek Styx ırmağına düşüyor, çırpınıyor kurtulmak için, sürekli batıyor suya, bırakmıyor Styx ırmağının dibi.

Şimdi Tanpınar'ın Yavaş Yavaş Aydınlanan şiirinin dörtlüğünü okuyalım:

"Yavaş yavaş aydınlanan
Bir denizaltı alemi
Yosunlu bir boşluktan
Çekiyor kendine beni"

Baudelaire'i özetlemiş, ilk dizeyi "Bir Fikir, bir Biçim, bir Varlık"ı da biraz değiştirerek bir başka şiirine, "Eşik"e şöyle aktarmış:

"Bir fikir, bir şekil dalında olgun"

Tanpınar'da Baudelaire etkisi yüzeysel. Baudelaire'de düşünce olabildiğince yoğunlaşır, mayalanır. Tanpınar ise resim çizer. Yine de Tanpınar, dizelerine özenti olarak Baudelaire'i aktarmış:

"Ne varsa, hepsini, boyun, saç, meme! Esîr'den dudaklar okşasın, sevsin", "Sesler, kokular, renkler, Bilmiyorum hangi derin Ve uzak hayali bekler", "Çılgın mahşerinde ses ve renklerin" gibi.

NECİP FAZIL KISAKÜREK

"Batının pırtıkları"

Necip Fazıl, Kabus şiirinde:

Ve evlerde baş köşe
Batının pırtıkları
Görünmezi görmeye
Eremez mantıkları

diyor ve Batılı yazarları, Batıdan esinlenen Türk yazarlarını, şairlerini küçümsüyor ama kendisi de Batıyı öykünmekten geri kalmıyor.

Dörtlüğünde yer alan "Görünmezi görmeye! Eremez mantıkları" sözlerinin bile gerçek sahibi kendi değil, Arthur Rimbaud'dur. Rimbaud Paul Demeny'ye yazdığı mektubunda eski ve mevcut bazı şairlerin bilici (voyant) olamadığını söylüyor ve şöyle diyordu: "Bilici (voyant) olmak, görünmezi görmek gerekir. Kendini araştırır şair, bütün ağuları kendinde tüketir ve özünü alıkor."

Necip Fazıl'ın, şiir üstüne görüşlerini içeren Poetika'da bazı fransız şairlerinden söz ettiği görülüyor:

"Bodler müsbet ilim keşifleri önünde bütün dayanak ve tahakküm hakkını kaybetmiş ve malihülyaya düşmüş bedbin münevverlerin sesiydi... Rembo bu sesi, buhran ve maraziliklerle daha ileriye götürdü. Valeri ise aynı sesi, şiire sonsuz bir tecrid mizacı aşılamak yoluyla muvazeneye kavuşturmak istedi. Fakat kimse, müsbet ilimlerin atlı karıncasında sarhoş hale gelen insanın beklediği yeni ümit şarkısını besteleyemedi."

Demek ki Baudelaire, Rimbaud ve Valery gibi bazı şairleri okumuş. Okumakla da kalmamış, "pırtıkların" imgelerini, sözcüklerini, şiirlerinin içeriklerini kendi şiirlerine, şiir üstüne görüşlerini ise kendi "Poetika"sına aktarmış.

Necip Fazıl'ın Poetika'sı

Necip Fazıl Çile'nin önsüzünde şunları yazar: "Şiirlerim yemişin içini, şiir hakkında düşündüklerim de kabuğunu gösteriyor. Demek ki ben, sadece şiir dokumakla kalmıyorum: Frenkçeden Türkçeleştirilmiş tabiriyle (Poetika)mı, şiir sanatı üzerindeki fikirlerimi de örgüleştirmiş bulunuyorum. Yaptığım işin değerini bilmem ama, böyle bir işin ananemizde şimdiye kadar mevcut olmadığını belirtmek hakkımdır."

Örneklerle göreceğiz, Necip Fazıl'ın şiir sanatı üstüne ileri sürdüğü fikirlerin çoğu kendinin değil, başta Baudelaire ve Rimbaud olmak üzere fransız şairlerinin, fransız sembolistleri ve romantiklerinin fikirleri. O halde yaptığı işin değeri de yabancı ozanların, kendi deyimiyle "Batının pırtıkları"nın düşüncelerini aktarmaktan öteye gitmiyor. Mal yabancı olduğuna göre Türk şiir geleneğinin bir parçası da sayılamaz.

Şimdi Necip Fazıl'ın Poetika'daki şiir görüşlerini alıp Baudelaire, Rimbaud ve sembolistlerin görüşleriyle karşılaştıralım:

Necip Fazıl: "Şair, his cephesinden, daha ilk nefeste vecd çözülüşleriyle yere seriliveren bir afyon tiryakisi; fikir cephesinden de, bu afyonu esrarlı havalarda hazırlayan ve tek miligramının tek hücre üzerindeki tesirini hesaplayan bir simyacı."

Afyon ve simyacı sözcüklerinin altlarını çizelim. Frengi ve mide sancıları çeken Baudelaire hem bu acıları dindirmek, hem de yapay yoldan vecd halini yakalamak için afyon yutar, şiir ve sanat tanımlarında da bu sözcüğü sık sık kullanırdı. Hatta bu konuda Paradis Artificiels (Yapay Cennetler) başlığı altında bir dizi yazı kaleme aldı.

Wagner'in müziğini överken Necip Fazıl'ınkine benzer bir karşılaştırma yapar:

Baudelaire:
"Wagner müziğini dinlerken insan afyon içmiş gibi
hayal ve vecd içinde kendinden geçer."

Simya'ya değğin örneği de Rimbaud'dan verelim.

Rimbaud: "Söz simyamda şiirsel eskiliğin haylice yeri vardı (Sözün Simyası)."

Necip Fazıl, Aristo ve Valery'nin şiir tanımlarını yeriyor ve "Bu tariflerin başında ve sonunda, şiiri merkezileştiren haysiyetli bir muhit ile, şiir muhitini kuran ulvi merkezden bir eser yoktur" diyor.

Şiirde merkezileşme düşünü Baudelaire'indir: "Ben'in buharlaşması ve merkezileşmesi. Sorun burda (Mon coeur mis a nu - Soyunmuş yüreğim)."

Devam edelim.

Necip Fazıl: "Bizce şiir ( ... ) eşya ve hadiselerin en mahrem ( ... ) nahiyesini tutarak ve nispetlerini bularak mutlak hakikati arama işi."

Nisbet (oran) sözcüğünün altını çizelim.

Baudelaire: "Zevk sahibi bir insanı rahatsız eden şiirin oransızlığıdır (. .. ) Yeryüzünü ve görünümlerini, Tanrının görünümleri ve iletişimi gibi algılamamızı sağlayan Güzelliğin tapılası ve ölümsüz içgüdüsüdür."

Görülüyor ki Necip Fazıl'ın şiir tanımındaki salt gerçek (mutlak hakikat-Tanrı) ve oran (nisbet) kavramları Baudelaire kökenli.

Necip Fazıl: "Şiir sırdaşlık ve laubalilikte en verimli ve en pervasız, kaba, fayda ve kuru akılda da en boynu bükük ve en korkak cehd ve onun usülü ... "

Laubalilik (abartma) ve fayda sözcüklerinin altını çizelim.

Necip Fazıl, şiir, gizliye, gizemliye yönelen abartmalı bir anlatım sanatıdır, amacı fayda sağlamak ve akıl vermek, öğretmek değildir diyor.

Baudelaire de aynı şeyleri söyler.

Baudelaire: "Lirik söyleme tarzının en çok sevdiği dil (anlatım) biçimleri abartmalı biçimlerdir. (Theodore de Banville üstüne)"

"Şiirin amacının şunu ya da bunu öğretmek olduğunu düşünen bir yığın insan var, şiir gelenekleri yetkinleştirmeliymiş, şiir bilinci güçlendirilmeliymiş, hasılı şiir yararlı olanı göstermeliymiş ( ... ) Şiirin şiirden başka amacı olamaz. Yalnız ve yalnız bir şiir yazma zevki uğruna kaleme alınmış şiirden daha büyük, daha soylu, şiir adını gerçekten taşımaya değer başka şiir olamaz (Theophil Gautier Üstüne)."

Necip Fazıl: "Şair, belki de, ilk şairden beri bir tarafıyla dev adam, bir tarafıyla da hafif ve maskara bir havai ve ilcai bilinir."

Dev ve maskara sözcüklerinin altını çizelim.

Baudelaire: "Şair, ey bulutlardan toprağa sürgün ece / Oklara göğüs geren, dostu fırtınaların / Yuhlarlar yeryüzünde seni de gündüz, gece/ Uçmana engel olur ağır, dev kanatlarin. (Albatros)."

"Paris Sıkıntısı adlı yapıtında ürkünç olanla maskaralığı, sevgiyle kini birleştireceğim (Annesine mektubu)."

Benzeşimler, alıntılar hayli çok. İç şekil konusundaki tanımı görelim.

Necip Fazıl: Şiirde iç şekil, ruh gibi, bütün katı şiir maddelerinin, incele incele, gittikçe latiften latife geçe geçe en esîrî latif haline gelmiş, can özü...

Esiri sözcüğünün altını çizelim. Ondokuzuncu yüzyıl yazarlarından Madame de Stael, "lirik şiirin gerçek büyüklüğünü duyumsamak için esîrî (çok hafif-eterli) bölgelerde hayal içinde uçmak ve kutsal uyumu dinleyerek yeryüzünün gürültüsünü unutmak gerekir" diyordu. Baudelaire de Şair, Theodore de Banville'le ilgili yazısında benzer sözü yineler: "Ruh lirik izlenimlerle aydınlanır, ışığa kavuşur, esîrî (eterli-daha hafif) bir bölgeye ulaşmak istercesine, hafifleyip genleşir, kanatlanır."

Necip Fazıl, "Batının pırtıkları"nın söylediklerini bir daha söylemekten öteye gidemediği halde Poetikasının Türk şiir geleneğinde ilk örnek olduğunu ileri sürüyor.

Devam edelim:

Necip Fazıl da Baudelaire gibi teknolojik gelişime karşıdır.

Necip Fazıl: Ondokuzuncu Asırın ikinci yarısından itibaren başlayan büyük ruh ve fikir buhranı, başını alıp dolu dizgin boşanan müsbet ilim buluşlarının şiir ve fikirle payandalaştırılamayışından doğdu."

Baudelaire: "Sanayi ve gelişim her tür şiirin en zorba düşmanlarıdır... (Th. Gautier üstüne)."

Necip Fazıl, Poetika'sındaki şiir tanımlarında Sembolist'lerin ve Romantik'lerin sözlerini yineler. Yazıyı uzatmamak için örnekler vermiyorum. Bir araştırma yapmak isteyenler Necip Fazıl'ın Çile betiğinin sonundaki Poetika'yla Sembolizm (1) adlı betiğimde yazdıklarımı karşılaştırabilirler.

Necip Fazıl Şiirinde Baudelaire Etkileri

Bahriye Mektebinde, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nde okuyan Necip Fazıl Kısakürek, 1925 yılında Milli Eğitim Bakanlığı'nca Paris'e gönderilir, ancak, öğrenimini yarım bırakıp döner. Fransızcayı ne kadar öğrendi, fransız şairlerini fransızcasıyla ne kadar okudu? Baudelaire'in yapıtlarını aslından mı, çevirilerden mi izledi? Bu sorulara tam karşılık bulamasak da Necip Fazıl'ın şiirlerinde, gençliğinden son yıllarına dek Baudelaire izlerinin sürüp gittiğini görüyoruz.

Renk-Koku-Ses-Uyum

Baudelaire'in şiirlerinde renk, koku, ses ve uyum sözcük ve kavramlarına sık sık rastlarsınız. Bazı örnekler verelim:

"Aydınlık gibi geniş ve gece gibi kara / O derin birlik içinde, sesler, kokular ve renk / Uzaktan uzağa karışatı yankılara denk / Birbirlerini işte böyle yanıtlamakta (Correspöndancee-İletişimler)."

"Akşamda kokular, sesler dönüyor / Hüzünlü vals, öldüren başdönmesi (Akşamın Uyumu)",

"Güneşin okşadığı kokulu ülkedeydim (Sömürgeli bir kadına)"

"Yuvarlayıp göklerin resimlerini, Çalkantı / Katıyordu saltanatla, dağdağayla, gizemle / Zengin ezgilerin o güçlü uyumlarını! Batan güneşin gözlerimdeki renk cümbüşüne (Önceki Yaşam),

"Takıların alaycı sesinde raks ederken / Madenler ve taşlarla ışıklanan şu dünya! Coşturur yüreğimi, dehşetli düşkünüm beni Sesin ışıkla hemhal olduğu eşyalara (Takılar).",

"Sıcak bir güz akşamı, kapalı iki gözüm/ Solurken kokusunu baygın göğüslerinin (Alıp Götüren koku),"

"Ve başında kokulu bir şapkaydı saçları", "Bu odada her şey uyumun yeterli ayd!iılığına ve tatlı karanlığına sahip. Uykulu bir zihnin, sıcak bir limonluktaymış gibi sallandığı bu ortamda ( ... ) usul bir koku yüzüyor (İki Oda)."

Örnekleri uzatmayalım ve Necip Fazıl şiirlerindeki renk, koku, ses ve uyumları (ahenk) araştıralım:

"Nasıl kaynaştırılmış renkler, sesler, hacimler (Mimari)",

"Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten (Affet) "

"Ölçüden, ahenkten daha güzeller (Sonsuzluk Kervanı)",

"Biter, her şey biter; ses, şekil ve renk / kokular biter (Biter)",

"Bu dünyada renk, nakış, lezzet, ne varsa küsüm (Tebessüm),

"Renkte, seste, ışıkta, her şeyde bir ihtizaz (İhtizaz)",

"Solmaz, solmaz; bu bir renk .. ./ Ölmez, ölmez; bir ahenk (Onun ümmetinden ol) ",

"Versem gözlerimi bu sonsuz renge/ Kapansam içimden gelen ahenge (Geceye şiir)",

"Renk renk dertlerimi gözümde besle (Gurbet)'',

"Pırıltılar, nağmeler / Renklerle eriyorum (Yalnızlık)",

"Renk, koku, ses ve şekil, ötelerden haberci (Visaf)"

Sayılar

Doğu düşüncesine büyük ilgi gösteren Nerval'e göre insan yazgısıyla yıldızların yürüyüşü, burçlar arasında simgesel bir bağ var. Nerval'in, bir tür uzun şiir de diyebileceğimiz Aurelia adlı gerçeküstücü öyküsünde şu satırlarla karşılaşıyoruz:

"Bir akşam, geceyarısına doğru, oturduğum mahalleye çıkarken gözlerimi rastgele kaldırdım; aydınlıktı, sokak lambasının ışığı vuruyordu; evin numarası dikkatimi çekti. Yaşımın sayısı. Başımı eğer eğmez, solgun tenli, çukur gözlü, yüz çizgileri Aurelia'nın çizgilerine benzeyen bir kadın gördüm önümde. Bu ya onun ölümü ya da öleceğim bildiriliyor bana, dedim kendi kendime."

"Akşam, o öleceğim saate yakın anlarda, iki dostla bir masada, resim ye müzik üstüne konuşuyor ve renklerin soyu ve sayıların anlamı konusunda görüşümü açıklıyordum( .. .) yerini bildiğime inandığım yıldızı aramaya koyuldum gökyüzünde." "Bana göre sayıların genel sıralamasına bir hata karışmıştı ve insanlığın başına gelen tüm yıkımlar, kötülükler bundan kaynaklanıyordu."

Sayıların simgesel gücüne inanç Nerval'den, bir Nerval hayranı olan Baudelaire'e de geçer. Burgaç şiirindeki şu ilginç dizeleri okuyalım:

Başım inatçı ağrılarla dolu, dönüyor
Yürek hiçliğe özlemle tutuşup yanıyor
- Ah, çıkmamak Sayılar, Varlıklar evreninden

Sayıların gizemine çeşitli yazılarında değinir Baudelaire:

"Kalabalıkta olmak arzusu sayının çarpımından duyulan kıvancın gizemli anlatımıdır. Herşey sayıdır. Birey sayıdır. Esriklik bir sayıdır. (Füzeler, I)",

"Fizikte olduğu kadar aktörede de burgaç duygusunu içimde taşıdım hep, yalnız uykunun burgacını değil, eylemin, düş'ün, anı'nın, arzunun, özlemin, pişmanlıkların, güzelin, sayının v.b.g. burgacını (Soyunmuş yüreğim, LXXXVIl)."

Baudelaire'in Burgaç şiirindeki "Ah, çıkmamak Sayılar, Varlıklar evreninden" dizesi üstüne fransız düşünür ve yazarları çeşitli yorumlar yaptılar. Bu yorumların birleştiği nokta şöyle:

Dizedeki merkezi duşünce Bir ile Çok arasındaki, hiç yitmeyecek olan temel Birlik'le bu Birlik'ten doğmuş çoklukların gittikçe artan yayılışı arasındaki zıtlıktır. Demokratik ve sosyal gelişim hızlandıkça insanın insan olarak değeri düşer. Zira artık niceliğin (kemiyet), istatistiğin saltanatı başlamıştır. Kişisel nitelik (keyfiyet) geçerli değildir, kitle içinde, çokluk içinde yoğunluğundan kaybeder.(2)

Şimdi Necip Fazıl Kısakürek'in sayılardan söz ettiği ve sayıları yorumladığı dizeleri görelim:

"Sayılarda çoğalmak, niçin, ne olmak için / Bir tek hiçtir çarpısı kırk milyona bir hiçin (Hiç mi hiç).",

"Bir çözülmez bilmece/ Hep sayı, harf ve hece (Ne ileri, ne geri)",

"Sayılar yalnız Bir'in kendi dalgalanışı / Sayılar kemiyetin keyfiyeti anışı (Sayılar)."

Sayılara eğilen Necip Fazıl yeni bir şey mi söylüyor, yoksa Baudelaire'in söylediklerini ve bu konudaki yorumları mı yineliyor? Sorunun yanıtını okur kolaylıkla kendisi bulabilir. Bir saptama yapıp şunu da ekleyelim. Kimileri "Necip Fazıl tasavvuf felsefesinden, Tanrının birliğinden, vahdet-i vücuttan söz ediyor" diyebilir. Bu tür yaklaşımlar sonucu değiştirmez, kaynak ve model Baudelaire'dir.

Günah, Azap, Pişmanlık

Baudelaire şiirlerini günah, azap ve pişmanlık kavramlarıyla örer.

Bazı örnekler verelim:

"Besliyoruz sevimli azaplarımızı (Okura),

"Günahlarımız dikbaşlı, pişmanlıklarımız alçak (Okura)."

"Kıvançlı Melek, bilir misin acı denen şeyi / Nedir utanç ve azap, gözyaşı, iç sıkıntısı,"

Örnekleri çoğaltmamıza gerek yok. Aynı kavramları Necip Fazıl'ın da işlediğini görüyoruz:

"Başı görünmez hayal, sonu gelmez nedamet (Ruh) ",

"Kalmadı eşya ile aramda hiçbir uyum / Nefes alırken bile inkisar ve pişmanlık (Halim). "

"Annesi azabın! Sonsuzluk şarkısı / Annesi azabın! Cinnetin tıpkısı (Zaman)",

"Azap, saçlarıma ak / Yüzüme çizgi serdi (Azap)."

Kurtlar-Böcekler ve Ölü

Mezardaki kurtlar ve böcekleri bol bol işler Baudelaire:

"Ey kurtlar! gözsüz, kulaksız kara yoldaşlar / Size gelen özgür, kıvançlı bir ölü var! Obur filozoflar, pisliğin oğulları" (Kıvançlı Ölü)."

"Dindirebilir miyiz eski, uzun Azabı! Kımıldayıp kıvranır, yaşar içimizde! Kurt nasıl ölülerle, tırtıl nasıl meşeylel Beslenirse öyle beslenir bizle! Dindirebilir miyiz bu onulmaz azabı ?'',

"Besliyoruz sevimli pişmanlıklarımızı / Dilenciler bitlerini beslerse nasıl."

Şimdi de Necip Fazıl'ın dizelerini okuyalım:

"Koklarken küllerimi mezarımda bir böcek (Ruh)."

"Bir kurdum ki sizi hep diş diş yerim / Ve gezerim her gün elbisenizde (Nefs)",

"Ağzıma soğuk kurtlar dolacak, gözüme kum (Dipsiz kuyu)."

"Ufak böcekler gibi! Gezer onların kalbi! Üstünde döşemenin (Takvimdeki deniz)."

Tabut

Ölüm ve tabut elbette şairlerin demirbaş konusu. Ancak dizelerdeki benzerlikler yineleme olmamalı. Baudelaire Güz Şarkısı şiirinde:

Tekdüzen vuruşlarla salınan bir tabut var
Sanırım, çivilenen, bilmediğim bir yerde
Ölen kim? -Dün yazdı, bugün sonbahar
Çınlar bir yolculuk gibi bu ses yüreklerde

diyor. Cahit Sıtkı aynı dizeleri şiirine şöyle aktarır:

"Nerden çıktı bu cenaze, ölen kim?"

Baudelaire'in bu dizeleri Necip Fazıl şiirine de şöyle girer:

"Tabut değildir bu, bir tahta kundak
Bu ağır hediye kime gidecek
Çakılır çakılmaz üstüne kapak" (Tabut Şiiri)

Bir kıyaslama

Bir şair başka bir şairin imge ve deyişlerini kıyaslama yoluyla da kendi şiirine aktarabilir. Baudelaire Vampir şiirinde şunları yazmış:

Nasıl kumarbaz kumara
Nasıl şişesine sarhoş
Nasıl kurtlarına bir leş
Bağlandıysa - Lanet, sana
Ben de bağlandım o kadar.

Şimdi de Necip Fazıl'ın Beklenen şiirindeki dörtlüğünü okuyalım:

Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar.

Necip Fazıl en azından "Ne taze ölüyü mezar" dizesiyle kendini ele veriyor. Bu dizenin kökende, Baudelaire'in "Nasıl kurtlarına bir leş " dizesiyle farklı bir yanı yok. Farklı olan sözcükler.

Kendini Cezalandıran Kişi

Baudelaire'in bir şiiri " Heautontimoroumenos" adını taşır. Anlamı Kendini Cezalandıran Kişi. Şair, kendini cezalandırarak günahlarından, suçluluk duygusundan arınmaya çalışır. Peki Kısakürek Aynalar Yolumu Kesti şiirinde ne söylemiş:

"Benim işim kendime
en büyük ceza" demiş.

Baudelaire'in şiir adından bir başka şiirinde de yine dize üretiyor Necip Fazıl. Yolculuğa Davet şiirini yazmış Baudelaire.

Şu iki dize de Necip Fazıl'dan:

Yolculuk, her zaman düşündüm onu
İçimde bu azgın davet ne demek? (Yolculuk şiirinden)

Titreşim

Baudelaire' in Akşamın Uyumu şiirinden:

Her çiçek dalında buğulanıyor
Kemanda üzgün bir kalp titremesi;
Hüzünlü vals, öldüren başdönmesi
Bir tapınak gibi gök dinleniyor

Necip Fazıl'ın İhtizaz (titreşim) şiirinden iki dize:

Renkte, seste, ışıkta, her şeyde bir ihtizaz
Her şeyde bir titreşim, zikir fikir ve niyaz

Renk, ses ve titreşim Baudelaire'e ait, bunu yazmıştık, peki bu iki dizede Necip Fazıl'a ait ne kalıyor: Zikir, fikir ve niyaz.

Şehvet

Baudelaire'in ana temalarından biri de şehvet. Birkaç örnek verelim:

"Durgun şehvetimle çok eskiden orada yurt kurdum (Önceki Yaşam)",

"Orda her şey düzen ve güzellik! Lüks, durgunluk ve şehvet",

"Derin sonsuzluklarda kıvançla uçuyorsunl Tarifsiz, diri, canlı bir şehvetle dolusun (Elevation).

Necip Fazıl şiirinin bütününde ters düştüğü, yama gibi durduğu halde, salt Baudelaire özentisi yüzünden şehvete de yer vermiş:

"Yeşil asmalarda depreniş, şehvet (Çile)",

"Bela, bela bende yakıcı şehvet (Yüzkarası)."

Bela

Yeri gelmişken Necip Fazıl şiirindeki bu "Bela" sözcüğünün kökenini araştıralım. Baudelaire'in şiir betiğinin adı Les Fleurs du Mal. Gerçek anlamı ise Kötülük Çiçekleri. Ancak Baudelaire üstüne hiçbir araştırma yapmadıkları için çevirmenlerimiz, Le mal'in gerçek anlamını da bilemediler. Bu sözcük acı, bela, şer gibi anlamlara da geliyor.

Les Fleurs du Mal'i bir betik olarak yayınlayan Vasfi Mahir Kocatürk, yanlış bir yorumla, betiğe Elem Çiçekleri adını verdi. Le Mal sözcüğünü yanlış yorumlayanlardan biri de Atilla İlhan. Bela anlamını uygun görüp kendi betiğini bile Bela Çiçeği adıyla yayınladı. Yanılgı yakın zamanlara dek sürdü. Cemal Süreya da aynı hataya düştü. Görülüyor ki, yanılanlardan biri de Necip Fazıl:

"Bela.. Bela bende yakıcı şehvet", "Ne var, ne var alemde bela kadar çekici (Bela)" diyor.

MADEN

Necip Fazıl'ın şiirlerinde zaman zaman maden sözcüğüyle karşılaşıyoruz:

"Ülfet, kara yalnızlık madeninde bir yaldız", "ey gönül madenin ne kadar yufka (Orada)" gibi.

Bu sözcük Baudelaire'in şiir sözlüğünden. Hayli örnekleri var Baudelaire'de:

"Ve irademizin zengin madeni! O bilge simyacı tarafından buharlaştırılır (Okur'a),

"Bilinmeyen madenler, denizin incileri (Benediction)",

"Bu parlayan maden ve taş dünyası (Takılar)",

"Cilalı gözleri sevimli madenlerden yapılmış"

"Boşlukta Düşen Fikir"

Baudelaire Çaresiz (lrremediable) şiirinde

"Bir Fikir, bir Şekil, bir Varlık
Gökten hareket edip düşmüş
Çamurlu ve kurşunlu Styx Irmağının
Diplerdeki karanlığına"

diyor. Necip Fazıl da buna benzer bir dize düşürüyor:

"Ben başı ağır gelmiş boşlukta düşen fikir" (Ben)

Necip Fazıl şiirleriyle Baudelaire şiiri arasında daha pek çok benzerlikler var. Kısakürek'in şu dizelerinin benzerlerini bir araştırmacı her zaman Baudelaire'de bulabilir:

"Cinnet, korku, şüphe benim eserim / Sıcak kalbinizde gizlidir yerim (Nefs)",

"Göğsü yakut ve safir / Karşımda bir misafir /Sordum: Kimsin, nesin sen / Dedi: Şeytandan sefir (Hep Nefs)",

"Bir tatlı vehim gibi içimi bayıltacak (Ruh)."

Diğer Etkiler

Akla şöyle bir soru gelebilir: Necip Fazıl şiiriyle Baudelaire şiiri arasındaki bu benzerlikler, esinler, etkilenmeler, örtüşmeler bir rastlantı mı? Bu soruya rahatça "hayır" yanıtını verebilirim. Dil bilen bazı şairlerimizde özellikle fransız şairlerinden, dize, kavram, imge aktarmak bir alışkanlık halini almış. Fransız şiirinden bir havuz oluşturulmuş ve bu ortak kaynaktan çoğu yararlanmaya kalkmış.

Nitekim Necip Fazıl da sanıyorum daha çok dolaylı olarak, Ahmet Hamdi Tanpınar kanalıyla Nerval'den de yararlanıyor. Nerval'in Aurelia öyküsünden bir bölüm:

"Açık seçik belirgin, canhıraş, acı dolu bir kadın çığlığıyla sıçrayıp uyandım (... ) Gecede böyle acı acı çınlayan o ses neydi? Rüyanın içinden değildi (...) Penceremi açtım (... ) Bana göre bu dünyanın olayları görünmeyen dünyanın olaylarına bağlıydı (... ) garip bağlantılardan biriydi bu ses"

Şimdi de Nerval'i hem düzyazılarıyla, hem şiirleriyle yağmalayan Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Abdullah Efendinin Rüyası öyküsünden alıntı yapalım:

"Ne oluyor diye başını kaldırdığı zaman tavanın tepesinden uçmuş olduğunu (... ) gördü (...) Ses, asırlar içinden geliyor gibi boğuktu"

Ve Necip Fazıl'ın Çile şiirine bir göz atalım:

"Göklerden bir ses geldi: Bu adam
Gezdirsin boşluğu ense kökünde
Ve uçtu tepemden birden bire dam
Gök devrildi, künde üstüne künde...

Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!
( ... )
Al sana hakikat, al sana rüya."

Bu benzerliklere raslantı diyebilir miyiz? Göklerden bir ses geliyor, evin tavanı uçuyor, şair pencereye koşuyor ve bütün bunlar bir rüya ya da bir hayal halinde oluyor. Necip Fazıl, Nerval ile Ahmet Hamdi Tanpınar'ı özetlemiş.

Necip Fazıl'da Rimbaud'yu bulabiliyoruz. Arthur Rinibaud "Tümceler" şiirinde "Teller çektim çan kulesinden çan kulesine, kurdeleler pencereden pencereye, yıldızdan yıldıza altın zincirler çektim ve dans ediyorum" diyor.

Necip Fazıl'ın şu dizesine bakalım:

İki yıldız arası göğe asılı hamak (Uyumak İstiyorum)

Şairimiz yıldızdan yıldıza ip çekip gökte hamak kurmuş. Rimbaud'nun imgesini yinelemekten öteye gitmiyor.

Necip Fazıl'ın başka dizeleri, en çok da Açıklarda şiiri hem Rimbaud, hem Mallarme etkilerini taşıyor.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, Necip Fazıl en çok Baudelaire'den etkilenip Baudelaire'i baş tacı etmiş. Betiğinin sonuna eklediği vasiyeti okunduğunda sanırsınız ki Çile'de kendisinin bir araya getirdiği şiirler onun dinsel ve tasavvufa bağlı inançlarının ürünleridir. Dindar ve "Kalbimi ve aklımı hep sağ elime verdim! Görevi olmasaydı sol elimi keserdim" diyecek kadar sağcı, sol düşmanı Necip Fazıl'ın şiirine "Tanrı bir rezilliktir, bir şeyler veren rezillik (Füzeler, XVII)",

"Bende inanç için gerekli temel yok. Yalnız haydutlar inanmış insanlardır (Soyunmuş Yüreğim XI)

ve "Ben komünistim" diyen Baudelaire'in damgasını vurması kaderin garip bir cilvesi midir?

AHMET MUHİP DIRANAS

Cumhuriyet döneminin ilk şairlerinden Ahmet Muhip Dıranas, şiir yazmaya başladığında kimi örnek alacaktı? Kendinden öncekilere öykündü. Ülkü dergisinde ortalama şiirler yayınladı. Zaman geçince anladı, olmuyor, bir şeyler var eksik kalan. Başladı fransız şairlerini incelemeye. Şair sezgisine sahip olduğu için işe Arthur Rimbaud'yla başladı. Kendi denetiminden geçen "ŞİİRLER" adlı yapıtında yalnız Baudelaire'in değil, Verlaine'in, Rimbaud'nun, hatta, Sembolizmin son ucu olan Apollinaire'in etkilerini bulabiliyoruz.

Dıranas şiiriyle Paul VERLAINE şiiri arasındaki ilişkileri, YÖN yayınevinin çıkardığı betikte açıklamıştım.(3) Dıranas'ın dize aktarmaktan çekinmediğini kanıtlamak için bazı örnekler vermekle başlayalım:

Dıranas:
"Bardaktan boşanırcasına bir yağmur
Dertli yüreğimin başına yağıyor"

Verlaine:
"Kente yağan yağmurlar
Yüreğimde ağlıyor"

Verlaine:
"Hüzün beşik gibi sallıyor yüreğimi"

Dıranas:
"Salla, salla hüzün uyuyan beşiği"

Verlaine:
"Gökyüzü öyle mavi, öylesine durgun"

Dıranas:
"Ya o gökyüzü öylesine mavi"

Rimbaud:
Ben: Gitmek ineklerin su içtiği yere

Dıranas:
Ben: Su içmek inekler içen çeşmelerden

Nerval:
"Üzgün kalbimin o kadar sevdiği çiçeği"

Dıranas:
Kalbimin o kadar sevdiği gülü

Apollinaire:
"Gel ey gece çal saatim
Günler geçer ben kalırım"

Dıranas:
"Saat çalar, zaman yürür
Ben susarım, otururum."

Apollinaire:
"Ağlayan bir kadın
Eh, oh, ha
Geçen askerler
Eh, oh, ha
( ... )
Her şey değişti bende
Her şey
Aşkımı saymazsak
Eh, oh, ha

Bu " eh, oh, ha"lann türkçedeki karşılıkları "kah, kah, kah, ya da "ha, ha, ha"dır. Yani gülüş ve kahkaha.

Dıranas:
Ya görünmez güllerin kokuları! -Hep pusu
Hep pusu bana, kah kah kah ...
( ...)

Birbirinde başlamış birbirinde tükenmiş
İki ölücük ... -Kah kah kah ...(4)

Dıranas'ın "Parkta Seranat" şiiri "Cumhuriyet dönemi Türk Şiiri'nin ilginç bir aynasıdır. Bu şiirde Paul Verlaine'in İçli Görüşme'sini (Colloque Sentimental), Rimbaud'nun Roman şiirini, Baudelaire'i ve Apollinaire'in Mutation (Değişme)(5) şiirini bir arada bulabilirsiniz.

Başka örnekler de verilebilir. Konumuz Baudelaire olduğuna göre biz şimdi Ahmet Muhip Dıranas Şiiri ile Baudelaire şiiri arasındaki ilişkileri araştıralım.

Şu dizeler Baudelaire'den:

"Kıpırdanıp gözlerinde çiçeklendiğin
En güzel, en iyiye, en sevgiliye... "

Bu dizeler de Dıranas'dan

"Hatırası kalbe ışıklarla dökülen
En sevgiliye, en iyiye, en güzele"

Şu dize Baudelaire'den:

"Soğuk karanlıkların içine dalmamız yakındır"

Bu dize Dıranas'dan:

"Artık karanlıklar içine gömülmekteyiz"

Bazı dizeler çok yakın benzemeseler de çağrışım yapıyorlar. Ne diyor Baudelaire:

"Uslu dur ey Hüznüm, daha sakin ol
Akşam olsun diyordun, işte akşam"

Ve Dıranas:
"Gel bakalım Ahmet Muhip Dıranas
Otur
Gün batıyor görüyor musun?
Her vakit böyle hoş bir akşam olmaz" diyor.

Baudelaire'in en çok işlediği temalardan biri, vicdan azaplarının, pişmanlıkların tıpkı bir kurt gibi, bir böcek gibi insanın içini kemirmesi ve insan bedeniyle beslenmesi. Necip Fazıl ve Ahmet Hamdi Tanpınar'dan söz ederken Baudelaire'in L'lrreparable (Onulmaz) şiirine değinmiştik. Aynı dizeleri yeniden aktaralım.

Dindirebilir miyiz eski, uzun Azabı
Kımıldayıp kıvranır, yaşar içimizde
Kurt nasıl ölülerle, tırtıl nasıl meşeyle
Beslenirse öyle beslenir bizle
Dindirebilir miyiz bu onulmaz Azabı?

Ayrıca Baudelaire, "Düşman" Şiirinde:

"Yüreğimizi kemiren o sinsi düşman
Yitirdiğimiz kanla beslenip güçleniyor",

Kıvançlı Ölü" şiirinde:

"Ey kurtlar! gözsüz, kulaksız kara yoldaşlar
Size gelen özgür, kıvançlı bir ölü var
Obur filozoflar, pisliğin oğulları"

ve bir başka şiirinde:

"Besliyoruz sevimli pişmanlıklarımızı
Dilenciler bitlerini beslerse nasıl"

diyor.

Ahmet Muhip Dıranas da şunları yazıyor:

"Hiç kuşku yok ki sen şimdi kalbimde
Bir kış uykusuna yatan böceksin
Yalnız ateşimle ısınacak ve
Yalnız vücudumla besleneceksin"

Başka örnekler de verelim:

Baudelaire (Benediction):
"Bu gudubeti emzirmektense
Engerek düğümü doğuraydım keşke"

Dıranas:
"Engerek düğümü doğuran gelinler"

Baudelaire:
"Ama hayır! yalmzca bir maske gibidir
İnce bir acıyı yansıtan bu yüz"

Dıranas:
"Ya bu yüzler, ne yüzler, maske gibi"

Baudelaire'in bir şiiri var: Yolculuğa Davet (İnvitation au Voyage). Bu şiirin adının Necip Fazıl şiirine girdiğini görmüştük. Aynı şekilde Ahmet Muhip Dıranas da bu şiirin adını dizelerine sokar:

"Her altın kuş ve her akan su beni
Bir yolculuğa davet eder"

Tek örnek bu değil. Baudelaire'in başka şiir adlarının da Dıranas'da dizeleştiğini görüyoruz. Verlaine'in ve Baudelaire'in Kan Çeşmesi başlıklı birer şiirleri var. Ve işte Dıranas'ın iki dizesi:

"Kim şu vurulmuş yatan ova boyunca
Bir kan çeşmesine açık durup avcu."

Hemen anımsatalım, yukarıdaki ikilikteki birinci dize, "Kim şu vurulmuş yatan ova boyunca" dizesi ise Rimbaud kökenli. Bu dize Cahit Sıtkı şiirine de girecek.

Baudelaire şiirinin renk, koku, ses ve uyum sözcükleriyle, imgeleriyle dolu olduğunu biliyoruz. Dıranas da bize:

"Bizimdir bu koku, bu renk dolu sini" diyor. (6)

CAHİT SITKI

Cahit Sıtkı, esin, esinti ve etkiden de öteye gidip fransız şairlerinden bazen dize aktarmaktan bile çekinmez. Bunu, şairden şaire geçen bir mamelek (malvarlığı) olarak kabul eder. Bazı örnekler verelim.

Apollinaire (Marie şiirinden):
"Geçiyordum Seine kıyısından
Eski bir kitap koltuğumda"

Tarancı:
Geçtim bir akşam Sâdâbâtdan
Koltuğumda Nedim divanı

Verlaine (Nevermore Şiirinden):
"Hatıra, hatıra, ne istiyorsun benden? Sonbahar"

Tarancı:
"Bilmem ki hatıralar
Ne istersiniz benden
Gelir gelmez sonbahar"

Cahit Sıtkı Tarancı, hangi fransız şairinin şiirini çevirmişse o şiirin dizelerini, imgelerini, içeriğini kendi şiirine aktarmış. Yazdığı şiirlerde, başta Baudelaire ve Verlaine olmak üzere, Nerval, Paul Valery ve Laforgue gibi diğer şairlerin etkilerini görebiliyoruz.

Tarancı'nın en çok sevdiği şair Baudelaire'dir. Kendisiyle yapılan bir konuşmada şunları söyler:

"Baudelaire elinde tuttuğu canlı meşale ile bana tutacağım, tutmam gereken yolu gösterdi. Baudelaire, bana suyun dibine inmeyi öğretti: İçimle dışım arasındaki farkı Les Fleurs du Mal'ı okuduktan sonra anladım. Baudelaire bana kendi kendimi buldurttu, ve ben hayatımı, Baudelaire'i okuduktan önce, Baudelaire'i okuduktan sonra diye iki bölüme ayırmaktayım."

Cahit Sıtkı'ya göre Baudelaire'i okuyabilmek bile bir meziyettir. 22/6/1942 tarihli mektubunda Ziya Osman Saba'ya şunları yazıyor:

"Rimbaud'yu, yahut Baudelaire'i, Verlaine'i, Mallarme'yi tatmak için, onların ruhunu şad etmek için okur alelade kimse olmamalıdır. Mesela, onların okuru Türkiye'de Ahmet Hamdi, Nurullah Ataç, sen, ben ve daha birkaç kişi olabilir. Tabi bu kadarcık meziyetimizi söylemek böbürlenmek filan sayılmaz."

Genç ölen Cahit Sıtkı Tarancı fazla şiir bırakmadı. Az sayıdaki şiirlerinde Baudelaire dizelerine oldukça sık rastlayabiliriz. Bazı örnekler verelim.

Baudelaire, İçe kapanış (Recueillement) şiirine şöyle girer:

"Uslu dur ey Hüznüm, daha sakin ol / Akşam diyordun, işte oluyor akşam."

Cahit Sıtkı'da "Abbas" şiirine şöyle girer:

"Haydi Abbas vakit tamam/ Akşam diyordun işte oldu akşam"

Baudelaire'in Güz Şarkısı şiiri şöyle biter:

"Kırık dal sesleriyle salınan bir tabut var
Sanırım çivilenen, bilmediğim bir yerde
Ölen kim? -Dün yazdı bugün sonbahar
Çınlar bir yolculuk gibi bu ses yüreklerde."

Tarancı'nın Otuzbeş Yaş şiirinden bir dize:

"Nereden çıktı bu cenaze, ölen kim?"

Cahit Sıtkı, Baudelaire'in "Yolculuğa Davet" şiirini çevirdi. Şu dizeler Cahit Sıtkı çevirisiyle Baudelaire'den:

"Kardeşim, yavrum / Sana benzeyen bir yeri Düşünüyorum / Gidip orda beraber / Yaşamanın, sevmenin / Sevmenin ve ölmenin / O yerde bir gün / Saadetini düşün"

Bu dizeler de Tarancı'nın "Düşündüğüm Yer" şiirinden:

"Sevgilim, burdan uzak / Uzaklarda yaşamak / Sevmek ve ölmek için / Açılıp denizlere / Bir gün gitmek mi dersin / Sana benzeyen yere"

Ayrıca, Yolculuğa Davet şiirinde Baudelaire, her bağlamının sonunda "Orda" sözcüğüyle başlayan bir dizeyi yineler.

Baudelaire'in "Harmonie du Soir" şiirini, "Akşamın Ahengi" adıyla türkçeye çevirdi Cahit Sıtkı. Ne demiş Baudelaire:

"Sesler ve kokular dönüyor akşamın havasında / Hazin bir vals, bir baş dönmesidir bu rüzgar"

Ne diyor Tarancı:

"Seslerle kokular el ele dolaşır / Renklerle şekiller sevişip anlaşır/ Bir mükemmeliyet orkestrasında"

Cahit Sıtkı gönderimde mi bulunmuş? Hayır. Şiire bir yenilik mi getirmiş? Hayır. Kendisinden yüz yıl önce yaşayan Baudelaire'e yinelemekle yetinmiş. Yaptığı işin adı, esin, esinti, etki, rastlantı falan olamaz.

Tarancı'nın şiiri, renk, ses ve koku Üçlemleriyle dolu. Yazık ki, bu üçlemi aynı dönemin, ya da daha sonraki dönemlerin bazı türk şairleri de papağan gibi yineleyip dururlar. Bu Baudelaire'i öykünmekten başka bir şey değil. Kötülük Çiçekleri'nden tek örnek vermekle yetinelim:

"O derin birlik içinde, sesler, kokular ve renk /uzaktan uzağa karışan yankılara denk / Birbirlerini işte böyle yanıtlamakta"

Cahit Sıtkı'daki bazı şiir biçimleri ve Obsession, Fikri Sabit, Sanatkarın ölümü, Portre gibi şiir adları da Baudelaire'den gelmedir.

Ne hazindir ki bu iki şairin ölümleri de birbirlerine benzer. İkisi de içkiye çok düşkündü. İkisi de aynı yaşta, 46 yaşında, içki ve yıpratıcı bir yaşam yüzünden inmeli olarak ömürlerini noktaladılar.

Antolojilerimizde Baudelaire

Bir Dünya Şiir Antolojisi, Fransız Şiir Antolojisi hazırlarken, önce, şairlerle ilgili yabancı antolojileri ve şairin ülkesinde hazırlanmış antolojileri incelemek gerekir. Bir yabancı şairin, hangi şiirleriyle okura sunulması gerektiğinin önemli bir ölçüsüdür bu. Türkiye'de antoloji hazırlayanlar, ya işin kolayına kaçtıkları ya da, şairin kendisinden çok onu çevirenin ününe önem verdikleri için hep aynı şiirleri, birkaç şiiri okurun önüne getiriyorlar: Cahit Sıtkı'nın, Orhan Veli'nin, Dıranas'ın v.b.g. çevirileriyle.

Otuz yıl önce antoloji hazırlayanlar haklıydı, önlerinde sayılı, çok az çeviri vardı, bulduklarıyla yetiniyorlardı. Ama, daha sonra çeviri alanında geniş çalışmalar oldu, antoloji hazırlayanların elinin altında şimdi zengin bir malzeme var, bundan yararlanmalıdırlar. Bu yapılamıyor, örneğin salt Cahit Sıtkı çevirdi diye, Baudelaire'in annesine yazdığı Balkon şiiri bir aşk şiiri antolojisinde okurun önüne aşk şiiri olarak getiriliyor.

Bu Betik Üstüne

Bu betikte Baudelaire'in Kötülük Çiçekleri'inden 87 şiiri ve 50 düzyazılmış şiirden oluşan Paris Sıkıntısı'nın tamamı yer alıyor.

Türkiye'de şimdiye dek yayınlanmış Baudelaire yapıtlarının en kapsamlısı. Bir şairin yapıtını, şiirlerini değerlendirmek için o şairin yaşam öyküsünü, yaşam serüvenini de bilmek gerekir. Oysa çevirmenlerimiz bu önemli çalışmayı hep gözardı etmişler. Konunun önemi yeni yeni vurgulanıyor. Betikte Baudelaire'in yaşam serüvenine, yaşam öyküsüne değin oldukça geniş bir bilgiye de yer verdim. Ayrıca, Baudelaire'in Sanatı bölümünde,şairin kendi yazılarından kalkarak bazı yargılarda bulundum.

Son bölümü, "Baudelaire'in Türk şiirindeki etkisi" oluşturuyor. Baudelaire, çağdaş dünya ve fransız şair ve yazarlarını hâlâ etkilediğine göre, bu etkinin izlerine elbette bizim şairlerimizde de rastlanacaktı. En belirgin örneklerden kalkarak Necip Fazıl, Ahmet Hamdi, Ahmet Muhip Dıranas ve Cahit Sıtkı Tarancı üstünde durdum. Bu, Baudelaire'in başka şairlerimizi etkilemediği anlamına gelmez. İçinde benim de yer aldığım, 1960'lar sonrasının şair kuşağını araştırmanın dışında tuttum.

Raimbaud'nun "Şairlerin Tanrısı", Yahya Kemal'irı "Gelmiş, geçmiş şairlerin kuşkusuz en büyüğü" dediği Baudelaire hâlâ evrensel şiirin üstünde, dev bir Albatros kuşu gibi; "ağır, kanatları"nı germiş, duruyor.

(1) Sembolizm. Erdoğan Alkan, Deyiş, Yayınları.
(2) BAUDELAIRE, Gerard Conio, Oeuvres Majeures, s. 26-27
(3) Paul Verlaine, seçme şiirler, Erdoğan Alkan, Yön Yayınları, 1994
(4) Cemal Süreya da dalga Şiirinde, hem Apollinaire'i, hem Dıranas'ı yineliyor.
(5) Cemal Süreya'nın Dalga şiiri de daha çok Apollinare'in Mutation'una yakın.
(6) Dranas şiiriyle Fransız şiiri arasındaki esin; esinti ve etkileri Varlık Dergisinin aralık 1992 sayısında geniş bir biçimde inceledim. Daha fazla bilgi isteyenler bu yazıdan yararlanabilir.

ERDOĞAN ALKAN
Karanlıklar Prensi Baudelaire, S. 69-98

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI