Sol - sağ çatışması, o yıllarda, Nihal Atsız'ın Ankara'ya gelmesi, Gençlik Parkı'nda yandaşları olan gençlere el öptürmesi ile birden sokağa döküldü. Daha doğrusu, sokak, sağcı gençlerin eylem alanı oluverdi. Onların başlıca hedefi Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'di, onu komünist sayıyorlardı.
Bunu anlamak güçtü, bugün daha güçtür. Köy Enstitüleri bir devlet kurumu idi onun yasasını Türkiye Büyük Millet Meclisi hazırlamıştı; klâsiklerin yayımlanması Osmanlı döneminden beri özlenen bir kültür atılımı idi. Bunlar bir bakanı komünistlikle suçlamağa hak verdirecek eylemler sayılamazdı. Bugün Köy Enstitüleri’ne yazık edildiği kanısı bütün sağduyulu aydınlarca benimsenmiştir; klâsikler ise, aranıp da bulunamayan kitapların başında geliyor. Bu kitapların hangisinde komünist propagandası bulunduğu söylenebilir?
Köy Enstitûlerine de, klâsiklere de, ciddiye alınacak bir karşı çıkma görülmemişti o güne değin. Ama kimi çevrelerde birikmiş kırgınlıklar, CHP iktidarının zayıflaması, bu iktidardan yararlanan eyyamcılara karşı duyulan tiksinme, artık dönemi kapanmak üzere olan tek parti rejiminin uyandırdığı tepki biraraya gelince, birinin kurban olarak seçilmesi gerekli oluyordu. İnce eleyip sık dokumağa. haklıyı haksızdan ayırmağa zaman yoktu.
Nihal Atsız, Ankara'ya gelişinde, o zaman konservatuvar müdürü olan Orhan Şaik Gökyay'ın okuldaki evine konuk olur. Gösterilere yol açmış birinin devlet konutunda kalmasını doğru bulmayan Yücel ise, Gökyay'ı uyarır. Gökyay istifa eder, böylece eski dostu Atsızın yanında olan yerini belirli kılar.
Burada "devlet konutu" sorunu elbette tartışma götürür, ama benim bu olayı anlatmaktaki amacım, o zaman Orhan Şaik Gökyay'ın Hasan Ali Yücel ile çekişmeli bir durumda bulunduğunu ortaya koymaktır.
Bunu neden gerekli gördüm?
O günlerden birinde, İstanbul’a gelirken, trende iki üç Harbiye öğrencisi ile bir kompartımana düşmüştüm. Yol arkadaşlarım, Hasan Ali Yücel’in komünistliğini konuşuyorlardı.
— Nerden biliyorsunuz? diye sordum. İçlerinden biri.
— Komünistleri koruyor da ondan, dedi Bir örnek göstermesini istemem üzerine de gene o genç,
— Orhan Şaik Gökyay, dedi.
İşler böylesine karışmıştı. Gençlik Parkı’nda Atsız’ın elini öpen sağcı gençler, Ankara sokaklarında heyecanlı gösteriler yapıyor, bu arada ötekine berikine de sataşıyorlardı. Bunlarla sık sık karakolluk olmuşuzdur. Bir kaçını anlatayım.
Bir akşam, iki üç arkadaş. Şükran lokantasından çıkmış, Yenişehir’e yollanırken, Ziraat Bankası’nın duvarında oturan Atsız’cı gençler bizimle kavga çıkarmak istediler. Laf dalaşı dövüşe gitmek üzere iken düdükler öttü, polislerle, bekçilerle çevrilmiş bulduk kendimizi.
Bir kaç gün önce, 19 Mayıs Gençlik Bayramı dolayıslyle, Cumhurbaşkanı İnönü, 19 Mayıs Stadyumu’nda yapılan törenler başlarken, ırkçılara karşı ağır bir konuşma yapmıştı. Bu konuşmanın yankıları sürüyordu. Polisler bizi Hergele Meydanı Karakoluna götürdüler. Orada karşılıklı suçlamalar başladı. Onlar bize "komünist" diyorlardı, biz onlara "ırkçı" diyorduk. Komser, onlardan yana dönüp başını yana eğerek,
— Bugünlerde ırkçılık daha kötü, dedi.
Oradan nasıl kurtulduğumuzu bilmiyorum. Komserin komünistliği ırkçılıktan daha iyi bulduğu için değildi kurtuluşumuzun nedeni; polis ne yanı tutacağını şaşırmıştı sanırım.
Başka bir akşam, gene o karakola, bu kez düpedüz ihbar üzerine götürüldüm. Komser yukarı katta uyuyormuş. Uyandırdılar, geldi, masasına oturdu, ifademi almağa başladı.
— Adın ne?
— Melih.
— Babanın adı? Ben
— Söylemiyorum, dedim. Komser kızdı.
— Nedenmiş o?
— Sen çorapsız, ayakkabısızsın, konuşmayacağım, dedim. Komser, kapıda duran polislerden birine bağırarak,
— Getirin benim çoraplarımla ayakkabılarımı yukardan, dedi.
Getirdiler.
Komser yeniden başladı sorguya.
— Adın
— Melih
— Babanın adı?
— Söylemiyorum, dedim.
Komser.
— Şimdi de nedenmiş? diye sordu.
— Eski yazı ile ifade alıyorsun, dedim.
Adam kalemi masanın üzerine attı.
— İdareten be! dedi.
MELİH CEVDET ANDAY
Cumhuriyet Gazetesi, Akan zaman, duran zaman, 2. 8. 1982

ŞİİRLERİ