"Aziz Nesin'e sordu savcılarla yargıçlar
Yurdun ile halkın ile dünya ile hoş musun
Hoş olayım olmayayım o yurt benim o halk benim
Dünya benim size ne"...
* * *
"Benden geriye bisürü ıvırzıvır kalacak
Zımbalanıp dosyalara yerleştirilmiş
Eski tarihli tiyatro biletleri örneğin
Hiçbiri bilmemişti değerini iki kişilik biletin
Yanyana otururken sıcaklıkları sıcaklığımda hala"
* * *
"Ben halkımı iyi diye doğru diye
Ben halkımı bilge diye beni sevsin
Ya da övsün diye değil
Ben halkımı benim diye severim"
* * *
Aziz Nesinin yayıncısı İnci Asena'ya ilk ulaşma şansına sahiptim... Aziz Bey'in "Sivas Acısı" adlı son şiir kitabını baskıya hazırlıyorlardı. Kitap, Sivas acısı,
Aşk Acısı, Ölüm Acısı diye üç bölümdü. Yayınlanmamış kitaptan birkaç şiir okumasını istedim. Bu şiirleri
okudu. Belki de ağladı, ağladık.
İnci bundan sonra başka hangi yazarıyla o sevimli kavgalarını yapacak bilemiyorum. Aziz Bey ona telefon edip kitabının ne zaman piyasaya çıkacağını sorardı,
İnci de "on beş gün sonra" derdi. Aziz Bey, iki gün sonra yine telefon edip sorardı. Acelesi vardı. Daha yazacağı çok şey vardı.
İnci dedi ki, "Bir şeye karar verip el sıkıştıktan sonra o iş bitmişti, asla sözünden dönmezdi, öylesine güvenilirdi..."
* * *
Birkaç ay önce vakıfta birlikteydik. Beyaz turp salatasını pilav sanıp, kaşık kaşık doldurmuştu tabağına... Gözleri iyi görmüyordu, vakıftaki çocuklarına okutuyordu yazıları. Ve tabakta yemek bırakılmasından hiç hoşlanmıyordu, çocukları gibi bize de sitem eder diye
silip süpürmüştüm tabağımı.
"Tabakta üç pirinç kalsa olmaz, o domates, o pirinç parçası emekle ortaya çıktı.
İnsan emeğine saygısızlık olur, çocukları da böyle yetiştirmeye çalışıyorum" diyordu.
Kendisine cimri diyenlerle dalgasını geçiyordu, "Cimri olmasaydım bu
vakfı kurabilir miydim" diyordu kıs kıs gülerek. Ona göre "has yazar cimri olamaz"dı, çünkü "yazı yazarak
zaten kendisinden veriyor"du, o da en gizli duygularını vermişti. Üstelik ona cimri diyen insanlarla lokantaya gittiğinde paraları ödeyip, keyifleniyordu.
* * *
Ona ölümü sormuştum. "Uygar bir insan ölümden korkar" demişti. "Ölüm korkusunu değil de ölüm duygusunu gençliğimden beri duymaktayım, kafamda bir kıymık gibi o duygu var. Ve ölüm duygusu çok yararlıdır.
Çok çalışkan bir adam olmamın başlıca nedeni bu öleceğim duygusudur. Bir de ölüm duygusunu fiziki olarak duyan bir insan kötülük yapmaz. Çünkü ölecek adam nasıl kötülük yapar."
* * *
Bir akşam eve gelip, telesekreterimin düğmesine basıp, "Duygu ben Aziz" diye bir ses duyduğumda, "Kim bu Aziz" demiştim birden. Öylesine dinamik, enerjik,
genç bir sesti.
Şaşar kalırdım yaz kış panellere, imza günlerine gitmesine. Kendi kendime kızardım onun yüzünden, "Bu sıcakta oralara gidemem, bana sıcak
dokunur" diye mızmızlandığımda ve onun gittiğini duyduğumda.
Yine evinden, vakfından uzaktaymış işte. Kim Aziz Nesin'e, "ne işin var bu yaşta oralarda?" diye sorabilir?
* * *
Hollanda'ya gitmiştik birlikte... Akşamları tüm sanatçılarla yiyor, içiyor, dans ediyor, sonra erkenden odasına çekiliyordu. "Yoruluyor, uyuyacak" diye düşünmüştüm
önceleri.
Birkaç hafta sonra dergide yazısını
görmüştüm, altında tarihi vardı ve Hollanda'da yazılmıştı. "Yorulmuştur, uyuyacak" diye düşündüğümde,
o gidip öykülerini yazıyormuş. "Öyle çok şey
var ki yazacak" diyordu. Belli ki yazamayacağını bilip,
dertleniyordu.
Yok olmasını isteyen "o insan'lar kınalar yaksınlar şimdi. Yakmakta da haklılar. Bir Aziz Nesin daha?... Çok zor.
Nazım'a da çok çektirdi "o insan'lar. Memleketindeki bir çınarın altında yatmak istiyordu o. Hala isteği olamıyor.
Aziz Nesin de vakfının bahçesine gömülmeyi istiyordu. Bakanlar Kurulu'ndan kararın bu kadar çabuk geçmesine hem şaşırdık, hem çok sevindik. Neyse ki bunu ona çok görmediler.
DUYGU ASENA
Milliyet, 8 Temmuz 1995

ŞİİRLERİ