Soğuk bir kış günü karanfil almak için çiçekçi dükkanına girdim. Tatlı bir yaz hararetiyle ısıttırılan bu yerin havası, nebati usarelerin (1) hafif, sert ve yeşil tebahhuratıyle (2) meşbû (3) idi. İstediğim çiçeklerin destelenmesine kadar bana gösterilen, sandalyede oturdum. Mesut bir insan hayalhanesi gibi iklim, mevsim, yer ve zaman haricinde meyil ve hevesin arzu edebileceği her türlü renkte otlar, yapraklar ve çiçeklerle dolu adeta sihirli dükkânda, sessiz bir hayat ile teneffüs ettiği hissedilen karanlık yapraklı, bodur bir hurma ağacından başka hiç bir şeyle meşgul olmadım. Hayalim sanki aciz bir sinekti ve nebati örümcek onu birden ağlarında avlamıştı..
Hareketsiz duran haşin ağaca baktım ve düşündüm: Bir limonlukta mahpus olduğu için, uzaklarda kalan diğer hemcinsleri gibi öğle güneşlerinde sıcak toprağa gölge salamayan, yağmurlarda ıslanmayan, fırtınalarda sarsılmayan, semayı, yıldızları, Ay'ı görmeye görmeye unutan şu ağaç, bulunduğu köşede acaba mesut muydu? En hakir ottan, en muhteşem çınara kadar, her nebatın muhtaç olduğu hava ve ziyadan, kuş ve böcek ziyaretinden mahrum olarak, bu ağacın soba harareti ve insan nefesiyle yaşamaktan mesut olabileceğine hükmetmek için kendimce bir makul sebep bulamadım.
Nebatatın zekası hakkında büyük «Maeterlinck» in anlattığı muhayyirü'l-ukul (4) müşahedelerden sonra, bir ağacı mesut veya mustarip tasavvur etmekte hiç bir garabet kalmıyor.
Mevcudatın sükutuna aldanmamalı. Mustaripler yalnız «mustaribim» diye bağırabilenler değildir. Bilinmez niçin, acıyı hayata katan kudret, insandan başka hiç bir mahluka acının sırrını faş etmek (5) imkânını vermemiştir. Her mahlûk, hayatın kanlı yollarında, boynuna geçirilen ve sesini boğan bir ağır "sükût" zincirini sürükleyip yürüyor. Hiçbir beygir, hiçbir arı, hiçbir sinek, başının ağrıdığını veya midesinin bulandığını bize söyleyememiştir. Fakat bu neviden bir ıstırabın, gözü, başı, ağzı olan bir mahlûka yabancı olabileceğini zannetmek ne merhametsizliktir.
Rüzgarlı, karanlık gecede bahçenin ağaçları vahşi gürültülerle hışırdıyor; bu ağaçlardan niceleri kırılan bir dalın yarasıyla kanıyor, niceleri gizli bir haşerenin zehriyle için için ölüyor, niceleri can çekişmekte, niceleri anlaşılmaz acıların kıskacına yakalanmış, kıvranmaktadır. Fakat bunu hiç kimse bilmiyor. Çünkü rüzgarlı, karanlık gecede hepsi aynı gürültü ile sallanıp hışırdıyor. Çöllerin serbest bir ağacı iken irsî bir terbiye ile ateş kenarında yaşamağa mahkûm uyuşuk bir kedi zilletine indirilmiş, bu şimdi çiçeksiz, meyvesiz, aşksız ağacın her neshinin, duyulmak için ağız ve sesten başka bir şey istemeyen bin karanlık feryat ile dolu olduğunu pek muhtemel gördüm.
Dar saksıya gömülen kısa kütükten çelik sürgünler gibi fışkıran yapraklar, korkunç bir ıstırap ile gerilmiş azim bir elin bana doğru uzanmış sert parmakları gibi göründü ve demir kafes arkasında hasta aslanın sıtmalı, büyük, sarı gözlerini andıran nebati gözlerle, mahpus ağacın bana bakmakta olduğunu tüylerim ürpererek düşündüm.
(1) Nebati usare: bitkisel özsu
(2) Tebahhurat: buharlaşma
(3) Meşbû: dolmuş durumda olmak
(4) Muhayyirü'l-ukul: Akıllara hayret veren
(5) Faş etmek: dile getirmek
AHMET HAŞİM
Gurebâhâne-i Laklakan, S. 105

ŞİİRLERİ