ALİ AHMET SAİT’TEN ADONİS’E

Ali Ahmet Sait (Adonis) 1 Ocak 1930 günü Suriye’de Tartus ile Latakia arasında bulunan Kassabin adlı bir köyde doğdu. On dört yaşına kadar burada yaşadı; kendi kendine çalışıp öğrendi, Kuran’ı "hatm etti", eski Arap şairlerini, özellikle de 9. yüzyıl şairi Abu Tammam’ı okudu.

Kassabin’in doğal örtüsü, çevresel ve toplumsal koşulları, pastoral niteliği nedeniyle mistisizme karşı ilgi duydu. Fakat, bu gizemciliğin kaynağında, Tanrı’ya erişme çabaları, algılanamayan doğaüstü gerçekleri Tanrısal sezgi yoluyla yaşama eğilimi yoktu; onun gizemciliği gözle görünmeyen gerçeklerden çok madde dünyasıyla ilişkiliydi, yani iki dünyanın birliği söz konusuydu. Daha doğrusu bu olgu, daha sonra, şiirlerinin hem gidimli (discursif), hem de sezgisel oluşturucuları olarak önemli bir belirginlik kazanacaktır.

Suriye’nin 1944 yılında bağımsızlığına kavuşması ve Şükrü El-Kuvvetli’nin ilk cumhurbaşkanı seçilmesi Ali Ahmet Sait’in yaşamında "Binbir Gece" mucizesini yarattı: Yeni cumhurbaşkanının ülkeyi kendi gözleriyle tanımak için başladığı gezi, onun yaşamında belirleyici bir etken olacaktır. Şükrü El-Kuwetli’nin bir geziye çıkacağını duyan Ali Ahmet Sait, babasına bu olay üzerine bir şiir yazacağını söyledi ("durum" şairi ve halk şiiri geleneğine tam anlamıyla uygun bir davranış). Babası ona, "Oğlum sen kimsin ki koskoca cumhurbaşkanı önünde konuşacaksın?" dedi

Ama Eş-Şuara (Şairler) Sûresi’nin sözünü ettiği şeytanlara kulak veren bu oğul, dediği gibi, şiiri yazdı ve cumhurbaşkanıyla birlikte binlerce Suriyelinin huzurunda okudu. Mirene Ghossein’in belirttiğine göre, şiir, cumhurbaşkanını, şimdiye kadar kendi ülkelerinin yönetiminde söz sahibi olamamış halkla işbirliği yapmaya çağırıyordu. Genç şair, "Her iki taraf da güven ve sabır göstermeli, vatandaşlık ilkelerini bilmeli. Halk elini uzatıyor..." diyordu.

Ali Ahmet şiirini bitirince cumhurbaşkanı yerinden kalkıp genç şairin alnını öptü ve "Söyle bakalım ne istersin?" dedi.

- Okumak istiyorum.

Ali Ahmet bir hafta sonra cumhurbaşkanından bir mektup aldı. Bir liseye kaydı yapılmıştı ve Tartus kentine gelmesi isteniyordu. Ali Ahmet burada üç yıl kaldı, daha sonra Latakia’da bir devlet okuluna gitti ve on iki yıllık okulu beş yılda bitirip diplomasını aldı.

Latakia’da bulunduğu ilk yıl siyasal etkinliklere katıldı, hâlâ Suriye’de bulunan Fransız kuvvetlerine karşı gösteriler örgütledi. İlk şiirlerini de bu sırada yayınladı. 1950 yılında Şam Üniversitesi’ne girdi, yerel gazete ve dergilerde şiirlerini yayınlamayı sürdürdü.

Arap şiirinin biçemini yenilemek sorunsalı o sırada bile gündemindeydi. Kendini Arap şiirinin geleneksel yapısı ve söyleyiş (prozodi) kuralları içinde tutsak gibi hissediyordu. Ali Ahmet Sait, Adonis’e yol alan süreç içinde bu sorunsalı hem kuramsal, hem de kılgısal olarak çözümleyecek ve "Arap Şiirine Giriş” (Beyrut, 1971) adlı görkemli yapıtında dile getirecektir.

Ali Ahmet, Şam Üniversitesi’ni bitirip "Arap Gizemciliği" konusunda master yaptı. 1956 yılında, günümüz Arap yazınının en önemli eleştiricilerinden biri olan Halide Salih’le evlendi. Bu evlilikten kısa bir süre sonra Lübnan’a gitti ve ADONİS adını aldı.

Bilindiği gibi Adonis, Sümer, Hitit, Bâbil ve Fenike kaynaklarından Antik Yunan’a kadar gelen öyküleriyle bir Fenike "Erkeklik" tanrısıdır. Bir söylenceye göre, Adonis’e aşık olan Afrodit’i kıskanan tanrıça Artemis onun (Adonis’in) üzerine domuz saldırtmış, Adonis’in kanlarıyla sulanan topraktan Manisa Lâleleri bitmiş. Adonis ölünce tanrıça Afrodit (Fenike kaynaklarına göre İştar) onu kurtarmak için ölüm ülkesine inmiş. Ölüm ülkesi tanrıçası Persephone de Adonis’e aşık olunca, iki tanrıçayı kırmak istemeyen Zeus, Adonis’in bir yıl yer altında, bir yıl yer üstünde kalmasını buyurmuş.

Bu söylence, Suriye kralı Theios’un kızı Myrrha (kimi kaynaklara göre, Kıbrıs kralı Kinyras ile kızı Smyrna) ile sevişmelerinden doğan Adonis yorumundan daha yakın Ali Ahmet Sait’in Adonis’e dönüşümüne. Kral seviştiği kadının kendi kızı olduğunu öğrenince çok kızmış ve kızını öldürmek istemiş. Tanrılar kıza acımışlar ve onu mersin ağacı (Murt, murtos) yapmışlar. Adonis de bu mersin ağacından doğmuş.

Bu söylenceleri bilgiçlik taslamak amacıyla aktarmadım: Adonis, Ali Ahmet için bir simgedir, belli aralıklarla sürekli diriliş'i, değişimi ve bir kimlik arayışını simgelemektedir.

Adonis, Lübnanlı genç şair Yusuf El-Hal ile birlikte Şiir Dergisini kurdu. Bu dergi aracılığıyla çağdaş Arap şiirinin sorunlarını irdelemeyi ve yeni Arap şairlerini tanıtmayı amaçlıyorlardı. Amaç gerçekleşti, dergi Maşrık’tan Mağrib’e bütün Arap dünyasını etkiledi, bir şiir devrimi yarattı, günümüz Arap şiirinin en önemli isimleri bu dergiden geçti.

Adonis, 1960-1961 yıllarında Paris’de bulunduktan sonra Beyrut’a dönüşünde Lübnan vatandaşlığına geçti. Birkaç yıl sonra da Şiir dergisinden ayrıldı.

1968 yılında yazınsal özlemleri tam anlamıyla olgunlaşınca, Mawakif adlı bir aylık dergi yayınlamaya başladı. İlk sayısında, kendisi ile birlikte dergiye katkısı olan şairlerce kaleme alınmış sunuş yazısında şöyle deniliyordu:

"Bu dergi bizim anlatım aracımız, bizim canlı parçamız, tamamlayıcımızdır; bu nedenle, aynı zamanda bir Gerçeklik ve Simge’dir; parçalanmalardan başka bir şey yaşamamış olan Arap kuşağının parçalanıp dağılışını sergiler; biz bu dergide yeni bir yapı oluşturma girişiminde bulunacağız."

Mawakif bu izlence ve ilkeye bağlı kaldı. Bugün de Arap yazarlarının her konuda düşüncelerini dile getirebildikleri bağımsız yayın olma niteliğini korumaktadır.

Bir süredir Paris’te yaşayan ve Mallarmé Akademisi yabancı üyesi olan Adonis’e 1971 yılında "Syria-Lebanon Award of the International Poetry Forum" (Pittsburgh) ve 1986 yılında da şiir dünyasının en önemli ödüllerinden biri olan "le Grand Prix des Biennales Internationales de Poésie" (Brüksel) verildi.

Yapıtları başta Fransa olmak üzere, İngiltere, Belçika, ABD, İspanya ve Norveç’te; şiir ve denemeleri bu ülkelerin dışında, İsveç, Japonya ve SSCB’de yayınlandı.

Adonis’in yapıtları incelendiğinde, belli izleklerin, yazıldıkları dönemlerin belli bakış açısına göre geliştikleri görülür. Şiirlerinin eksilmez kişisi Şamlı Mihyar, Adonis’in bir yansıması gibidir. Yoksulluk, çocukluk ve ölüm ilk şiirlerinin başlıca izleklerini oluştururlar. Adonis, çocukluk ile yoksulluk arasında bir benzerlik olduğunu söyler: Çocukluk yalnızca saflık ve doğaya yakınlık dönemi değil, aynı zamanda, mülkiyetin olmadığı bir çağdır. Onun Kassabin köylülerini anımsatan yoksul insanları, basit, saygın ve güzel insanlardır.

Şamlı Mihyar’ın dünyayı değiştirmeye çağırdığı insanlar bu insanlardır, çünkü doğaya yakın olmak bu insanları bozulmaktan korumuştur. Ölüm bu insanlar için basit ve doğal bir olaydır, iyi tanıdıkları, sevdikleri toprağa dönüştür. Yoksullarla toprak arasındaki bu yakınlık Adonis’in şiirinin mistik geri-plânını hazırlamıştır.

En önemli yapıtlarından biri olan Şamlı Mihyar’m Şarkıları’nda, yoksulluk, yalınlık, doğaya yakınlık gene başlıca izleklerdir. Mihyar, şairin düşüncelerinin, umutlarının ve düşlerinin somutlanmış durumudur. Bir yaşam simgesi olan Mihyar sürekli devinim içindedir: Dinin biçimlediği bir toplumu sarsmaya gelen bir "kâfir kılıcı"dır; imamı yadsıyan bir devrimcidir; haksız ve eskimiş olan her şeyi lanetler, dinin bir korku olmaktan çıktığı, insanın hem tanrı hem kul olduğu bir dünyanın habercisidir.

Şamlı Mihyar’ın Şarkıları (1961), biçimsel bakımdan, Arap şiiri geleneğinden ilk kopuşmayı temsil eder. Bu kopuşma, daha önce Cibran, Sayyab ve Adonis’in şiirlerinde tanık olduğumuz kopuşmanın çok ilerisinde, belirgin ve kararlı bir dönemeçtir. Bir devrimin başlangıcıdır.

Ama, elinizdeki kitapta yer alan şiirler, bu devrimin kesin başarıya ulaşmış örnekleridirler. Böylece, Yedi Askı'dan ("El-Muallakatu’s Seba) bu yana Arap dünyasının şiirini (dolayısıyla Osmanlı şiirini) katı kurallarıyla yönlendirmiş olan gelenek, 1969-1970 ve 1971 yıllarında Beyrut’ta yazılıp yayımlanan bu şiirlerle kesin bir yenilgiye uğramış ve Arap şiirinin önü açılmıştır. İç ya da yarım bile olsa uyağın, ölçü ve geleneksel biçimin büsbütün bırakılmasının Arap kamuoyunda ortaya çıkardığı kargaşayı, bir Batılı’dan çok, Divan Şiiri’nin ezici ve tutsak edici kalıplarından kurtulmuş olan bizler çok iyi kavrayabiliriz.

"Newyork’a Mezar"da yer alan üç uzun şiirde tarih ve coğrafyanın sınırları silinmiştir. Örneğin, ilk şiirin Newyork'u hem ABD’nin, hem bütün insanlığın, hem Arap dünyasının, hem de şairin bir vicdan aynası durumundadır. Ama yalnızca yansıtan değil, kıyasıya eleştiren bir ayna. Şair, Amerika kızılderilisinin Filistin’de dirilişinden söz ederken, şiir, gerçek, tarihsel ve günceli kendi potasında ergitmekte, onlara aşkınlıklarını ve yüceliklerini vermektedir: Vietnam savaşı bütün savaşlara dönüşmekte ve Filistinliler bütün sürgünlerle örtüşmektedir.

"Tâ'ife Krallarının Tarihine Öndeyiş"de, İspanya Emevi Devleti’nin XI. yüzyılda parçalanmasıyla ortaya çıkan Tâ’ife (bu sözcük Arapça’da "parça" anlamına gelmektedir) krallıkları (Endülüs, Berber vb.) güncelleştirilmekte ve tarih güncelin içine oturtulmaktadır. Tâ’ifa parçalanması, günümüz Arap dünyasını kasıp kavuran parçalanmanın habercisi ve simgesidir. Üçüncü ve son şiir olan "Bu Benim Adımdır"da da gene bir güncelleştirme söz konusudur. Ali ("Hazreti Ali" ve Ali Ahmet Sait) adının çevresinde, Abbasî ve Endülüs devletlerinin yıkılmasından sonra Arap dünyasının yaşadığı trajedi temeli üzerinde bir kimlik araştırması, bir tarihsel sorgulama yapılmakladır: Değiştirme gücü olduğunu ileri süren Ali (belki Şamlı Mihyar) konuşmaktadır. Zaman ve mekân Lübnan bağlamında ele alınmıştır, ama bu bütün Arap dünyasının zaman ve mekânıdır.

Şamlı Mihyar’ın izleğini insanın Tanrı’yla ya da Tanrı’nın yokluğuyla ilişkisi oluşturuyordu. Newyork’a Mezar’da ise insanın dünya ile ilişkisi yer almaktadır. Bu şiirler yazıldığı zaman, Beyrut henüz parçalanmış-kurban kent değildi. Hiç kuşkusuz Lübnan’ın yapısından hareketle günümüzde yaşanan acıları tahmin edenler vardı. Ama hiç kimse bu tahmini bir bilici (kâhin) gibi somutlamamıştı.

Adonis’in Arap şiirine yaptığı en önemli katkının onu özgürleştirmek olduğunu söyleyebiliriz: İzlek (tema) ve sözcük kullanımına getirdiği özgürlük ve geleneksel ölçü ve uyağın kırılması. Gizemcilik ile varoluşçuluk, toplumculuk ile bireycilik, gerçek ile düşsel, Adonis’in şiirinde bir arada bulunurlar.

Adonis’in izlekleriyle ilişkisine bakarak onun "bağlanmış" bir şair olduğu söylenebilir. Bu, tarih/güncel sorunsalıyla ilgili bir şairin bağlanmasıdır belki; bu ilişki şairi boğmaz, tam tersine şiirsel yapı içinde onun varlığını somutlaştırır, saydamlaştırır ve ona bir "bilici" kimliği verir.

Arap şiirine yaptığı dilsel ve biçimsel katkıların dışında Adonis, Arap şiirinin kendi kimliğini yitirmeksizin dünya şiiriyle ilişki kurmasına çalışmış, bu amaçla da Saint-John Perse, Yves Bonnefoy gibi şairleri Arapça’ya çevirmiştir.

Yenileşme Adonis’e kadar Arap şiirinin en önemli sorunu olmuştur, çünkü ya Batı etkisiyle yazın ve şiir iyice sulandırılmış ya da folklorculuğun sınırlarına kapanmıştır. Adonis dış dünya ile sağlıklı ilişkiler kurarak ve Arap şiirinin temel özelliklerini koruyarak bu soruna etkili bir çözüm getirmiştir.

Bu çözümü onun şiirinde somut olarak görürüz: Aralarında Hallaç ve Niffarî’nin ön sırada yer aldığı Arap şiirinin kalıtının özümsenmesi ile Hölderlin, Rilke ve Michaux’nun ağır baslığı Batı şiirinin bireşimidir onun şiiri.

Adonis kuramsal savaşımını Arap Şiirine (Poetikasına) Giriş adlı kitabında özetlemiş gibidir. Profesörler kurulunun daveti üzerine Collège de France’da, (Paris) verilen dört dersten (Mayıs 1984) oluşan bu kitapta Adonis, Poetika ve Sözellik; Poetika ve Kur'an Çevresi; Poetika ve Düşünce; Poetika ve Çağcıllık başlıkları altında Arap şiirinin dilsel, yapısal, geleneksel ve ekinsel sorunlarını incelemekte, eski geleneksel şiirin küllerinden doğan yeni ve çağcıl Arap şiirinin sözellikten yazısallığa uzanan serüvenini incelemektedir.

Ses’ten sözcük’e uzanan sürecin irdelenmesinde, çağcıllaşmayı eskinin özümsenmesine bağlamakta ve çağcıl Arap şairinin babasını öldürmemesi, fakat onu bir dosta, bir diyalog gizilgücüne dönüştürmesi gerektiğini ileri sürmekte ve Arap şairinin çağcıl olabilmesi için, eski şiirin ateşinden (ama tam anlamıyla yeni) doğması gerekliğini söylemektedir.

Adonis’in şiir serüveni, Cumhuriyet Dönemi şairimizin sürdürdüğü savaşıma benziyor, ama büsbütün aynı insan ve dünya "tasarımlarını" (vision), aynı geleneksel, kuramsal ve şiirsel miras ile bilgikuramsal ve estetik kopuşmayı göstermiyor.

Son söz olarak Adonis’in bu kitapta yer alan şiirlerinin Arap şiirindeki yerini, Nâzım’ın "Şeyh Bedreddin Destanı"nın Türk şiirindeki yeriyle, yani "kopuşma'dan sonra başarıya ulaşmış bir örnek bireşimsel şiirle karşılaştırabiliriz.

Ankara, 2 Kasım 1987

ÖZDEMİR İNCE
Newyork'a Mezar, S. 5-11

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI